Yüksek Lisans konumu, Etnik tarzda gelinlikler olarak belirlemiştim. Bu konuda bir alan çalışması yapmam gerekiyordu. Bu demekti ki Türkiye’yi en azından bir kısmını dolaşacaktım. Üniversiteden beri hayalimdir. Özellikle bu kişilerle röportaj yapabilmek. Araştırmam gereken etnik gruplardan biri Yörük ve Türkmenlerdi. Öyleyse eski Türklerde giyim kuşam ile başlamalıydım. Kim yapıyordu bu tarzda kreasyon? Bir çok isimle karşılaştım internet araştırması yaparken. Fakat öyle birisi vardı ki çocukluğumdan beri sanatına, kişiliğine hayran olduğum dünya tatlısı bir insan Zühal Yorgancıoğlu.
Ben küçükken Halime isminde bir bebeğim vardı. Ona giysiler diker aksama kadar ne hayaller kurardım. Annem sürekli Zühal Yorgancıoğlu’ndan söz ederdi. Kadıköy’e Gençlik Kitapevine giderdik. Hiç unutmam üst kata çıkıp “Burda” dergilerinden giysi kalıbı çıkartır sonrasında yine Kadıköy’de olan YKM mağazasına gider annemle kumaş kestirirdik. Bu benim için inanılmaz bir ritüeldi. Gözlerimi ayırmadan izlerdim. Bir rutinimiz daha vardı o bölgeye yakın Beyaz Fırın’da oturup poğaça ile ayran içmemiz. Artık hiçbir yerde o tadı bulamıyorum.
Zühal Yorgancıoğlu
Zühal Yorgancıoğlu ismini tüm sosyal medyada aradım. İletişim adresi yok. Evin içinde volta atıyorum. Ne yapabilirim ne yapabilirim? Sonra bir röportajında gazetecinin isim soyadını aldım. Elbette evine kadar gittiğine göre telefonu mevcuttur Zühal Hanım’ın. Röportaj yapan kişiye ulaşmam zor olmadı ama uzun uzun konuştuktan sonra kendisini ancak ikna ettim telefon numarasını vermeye. Heyecan içinde telefonu çaldırdım. Karşı taraftan otoriter bir ses, “alo” dediğinde bunun Zühal Hanım olduğunu anladım. Heyecandan ölecektim sanırım. Sesim titreyerek moda ile ilgili bir tez hazırladığımı kendisiyle görüşmek istediğimi söyledim. “Tamam gelin beklerim İzmir’e” dedi. Bunun benim için anlamı büyüktür. Çocukluğumdan beri bildiğim, kahramanlarımdan biriydi. Evet hemen biletimi aldım. Sabah erkenden İzmir’e uçacak, akşamda geri dönecektim. Kendisine geleceğim tarihi söylediğimde “Siz gelin evimi bulamazsınız, şoförümü göndereceğim aldırırım sizi” dedi. Ne kadar zarif bir insan diye düşündüm. O gece heyecandan uyuyamadım. Zühal Hanım İdolümdür benim. Çok güzel çalışmalara imza atmış, ülkesini yurt içinde ve dışında tanıtmıştır. Bir zamanlar tanıdığımız Dallas’ın Sue Ellen’ina, Dalida ya, birçok prensese gelinlik, ülkemizden ise sanatçıların tamamına kıyafet hazırlamıştır.
Havaalanında beni bekleyecek aracın plakasını ve şoförünü tarif etmişti. Zühal Hanım’ın şoförü sevgili Mehmet Bey beni hemen tanıdı. Bunda sanırım Zühal Hanım’ın elinize kırmızı bir fular alın demesi gerçekten büyük rol oynamıştı. Arabaya bindiğimde tonton, asker emeklisi, Mehmet Bey ile sohbet ettik. Zühal Hanım bana bir gül bir de çikolata göndermişti. Yolculuğum tatlı ve güzel geçsin diye. Aslında tüm ziyaretçilerini böyle karşılıyormuş. Ne zerafet diye düşündüm. Sürekli arayıp neredesiniz diye soracak kadar ilgili ve misafirperver bir insan.
Zühal Yorgancıoğlu Röportajı
İzmir çok güzel bir yer, daha sonra tekrar gittim ve tüm turistik yerlerini ve müzelerini gezdim. Onu da başka bir anıda paylaşırım. Zühal Hanım kışlarını merkezde kendisine ait büyük bir apartmanın üst katında devasa bir evde ikamet ediyor. Yazlarını ise Urla’da köyüm dediği yerde geçirmekte. Yukarı çıktım. Kapıyı yardımcısı açtı, beni her yanı hatıralarla süslü salona aldı. Biraz sonra eşlik ettiği dünyalar güzeli, uzun boylu, inanılmaz ama 90 yaşında bir genç kız karşıladı. Maalesef misafirlerini geçirmek için aşağıya inmiş, sendeleyip, kalçasını kırsa da yine de acısını belli etmeden tatlı bir gülümsemeyle karşıladı beni. O yaşta o kadar üretken ki bir kaç yardımcısı var ama çoğu işini kendi yapıyor. Hayatı dolu dolu yaşamış, eşine çocuklarına tapan birisi. Güzel bir röportaj gerçekleştirdik. Bana kendi yazdığı bir kitabını imzalayarak hediye etti. Yeni bir kitap hazırlığında olduğunu anlattı. Uzun uzun sohbet ettik, çok güzel anılar paylaştık. Kendi ağzından kitabında da yer alan satırları dinlerken gözlerinin hala ışıl ışıl olduğunu fark ettim:
“Bugün bir İzmirli hem de fanatik bir İzmirli olmaktan gurur duyuyorum. İzmir’de doğdum. İzmir’de büyüdüm, İzmir’ de çalıştım ve İzmir’in sesini yine İzmir’ den hem de Hisarönü gibi muhafazakar bir semtten tüm dünyaya duyurdum. Annem babam yedi kuşak İzmirli; İzmir’in işgalini ve kurtuluşunu yaşamış kişiler. Çocukluğum vatan millet, zafer hikayelerini dinlemekle geçti. Ailemden aldığım milli hisler okulumda en somut halini aldı. En büyük şansımda ATATÜRK çocuğu olmamdır.
Ben VİCTOR HUGO’nun prensesinin nedimelerinden biri olan BAYRAKLI’da doğdum. (1926) 4 Kardeştik Celal, Cemal, Nihal, Zühal.
Bayraklı’yı pek az hayal ediyorum. Henüz 4 yaşındayken babamın memuriyeti dolayısıyla Anadolu’ ya göç ettik. Anadolu’nun tertemiz hiç bozulmamış yörelerinde yaşamak, sofralarına oturmak, bayramlarda düğünlerde beraber olmak. Genç kızların mahalli Türk motiflerini gergef de işlerken görmek, cihazlarını incelemek… Sanki benim bugünkü başarımın atılmış ilk tohumları idi.
Tam 18 tane bebeğim vardı. Ama hiç biri Avrupa bebeği değildi. Hepsi pamuktan pazenden yapılmış BEZDEN bebeklerdi. Onlara SATI, BACI, DÖNDÜ, DUDU (benim Halime’m gibi) şeklinde isimler vermiştim. Onlar sanki benim o günkü mankenimdi. Tıpkı bugün ÇAĞLA (ŞİKEL), ARZUM (ONAN), SEVİM, AYLİN, MİNE… gibi. SATI sonradan Cemil İPEKÇİ’NİN oldu.
İlkokula Çumra’ da başladım. Sokakları meyve ağaçlarıyla donanmış, Almanların yaptıkları büyük baraj ve etrafında çiçek bahçeleri içinde Bavyera evleri. Sanki benim cennetimdi burası. Tren evimizin yanından geçerdi. Adana postasının tiz sesini duyduğum an nerede olursam olayım, Satı bebeğime sarılıp dışarı koşardım. Evimizle tren yolu arasında bulunan dikenli tel, çitlerden acele ile atlarken terliğimin tekini, eteğimin bir parçasını tellere takar kollarım ve bacaklarımın kan içinde kalmasına aldırmadan çimenlere yatar, tren’ in penceresinden sarkan insanlara hayretle bakardım. Demek ki Çumra’dan başka yerlerde var. Eğer varsa, bizde oraya gideceğiz diye Satı’ma söz verdim. Yıl 1934.
Yıl 1978… Atölyemde çalışırken bir gün üzerinde İtalyan basın eleştiri komitesinin mührü olan büyük bir zarf aldım. İtalya’ da sanat ve sanatçıları teşvik etmek amacıyla her yıl bir sanatçıyı seçmek, aynı zamanda Amerika’nın OSCAR’ ına eşit MASCHERA D’ARGENTO moda tasarım ödülü TÜRK modacısı İZMİRLİ ZÜHAL YORGANCIOĞLU’na layık görülmüştü. Ödülümü almak için Roma’ya davet ediliyorduk. Kızımla beraber Roma’ya uçakla gitmiş, merasimin yapılacağı yer olan CHAMPİYONE D’ İTALYA’ ya trenle geçmiştik. İşte trenin penceresinden İtalya’ nın yemyeşil tarlalarını seyrederken, treni hayretle seyreden köylü çocuklarını gördüm. İşte o çocukların arasında Satı’ sına sarılmış küçücük elleri ile kaküllerini aralayarak, şaşkınlıkla trene bakan küçük Zühal’i gördüm. “Evet Satı’m dedim şimdilik Çumra’ dan Roma’ya” diye mırıldandım. İşte çalışmanın bıkmadan, usanmadan, yorulmadan çalışmanın neticesi. Daha sonra Paris, Londra, Washington, Chicago, Taiwan’ a kadar olan memleketler.”
Zühal Yorgancıoğlu bunları anlatırken ben mest olmuş bir şekilde hatıralarla dolu duvarları, yüzlerce ödülü inceliyordum. Derken yardımcılarından biri yemeğin hazır olduğunu haber verdi. Yemekler hazırlanmış mis gibi kokular gelmeye başlamıştı. Tüm zarafetiyle servisi kendisi üstlendi. Yaşına rağmen çok dinçti. Yemekte eşine olan aşkını anlattı, çocuklarına düşkünlüğünü. Eşini kaybettikten sonra çok kilo kaybettiğini. Şöyle bir inceleme fırsatım oldu. Hala ne güzel bir kadındı.
Yemekten sonra kendisine sorular sormak için ses alıcımı ayarladım. Çaylarımız gelmişti, içinden geldiği gibi anlatmıştı birbirinden güzel anılarını. İstemediği yerler özel sohbetimizdir. Ve başladık söyleşimize; 2010 yılında kendisiyle söyleşi yapan Sayın Cenap Tezer ile bilmeden aynı soruları sormuşuz…
- Çalışmalarınızda ilham kaynağınız hem Anadolu’nun derinlikleri, hem de Osmanlı’nın ihtişamı olduğu çok net görülüyor. Sizi bu yönde bir moda çalışmasına yönlendiren nedir?
Eğitimimi Ankara Yüksek Kız Teknik Öğretmen Okulu’nda Moda- Resim bölümünde aldım. Geniş çapta Türk Motifleri ve işlemeleri üzerinde çalıştık. Ancak, zamanla bu sanatın artık icra edilmediğini ve yozlaşarak ölmekte olduğunu fark ettim. Yurt dışında ki çalışmalarım sırasında bu sanatın ve motiflerimizin tanınmadığını ve hatta başka milletlere mal edildiklerini gördükçe içim sızladı. Benim için moda, Türk işleme sanatını ve motiflerini sınırlarımızın ötesine götürmek için bir vasıta ve kendi sanatsal yorumlarımı özgürce ifade edebilmek için platform oldu.
- Tasarım çalışmalarınızda ve çizgilerinizde, esinlenmiş olduğunuz kaynakların bilinen etnik kalıplarının ve stillerinin sizin elinizde çok farklı ve küresel bir zevke hitap eder hale geldiğini görüyorum. Resim ve Sanat ile de doğrudan ilgili olan bu yaratıcı süreçten en çok nereden ve kimlerden etkilendiniz?
Beni daha genç yaşta etkileyen ve bilhassa motive eden kişiler önce annem ve sonra Cumhuriyet Kız Enstitü’ den hocam Saniye Tunçalp oldu. Çalışmalarımın gelişme süreci içinde, İtalyan asıllı illüstratör René Gruau’n akıcı çizgileri beni çok etkilemişti; kendi özgür çizgilerimiz görmüştüm onun çalışmalarında. Gittim, Fransa’nın güneyindeki atölyesinde buldum, ziyaret ettim. Bir de Amerika’da oğullarım Faruk ve Haluk ( ikisi de ödüllü mimar) vasıtasıyla tanıştığım ve 90 yaşında hala çalışıyor olan New York’ lu illüstratör Jeremiah Goodman.
- Bugün üniversitelerde verilen eğitim sizce yeterlimi?
Biz 1944- 47 yılları arası Fransa’da Belçika’da moda tasarımı eğitimi almış hocalardan eğitim aldık. En önemli dersimiz anatomiydi. Bugünün mekanik bilgisayar çizimleri heyecanlandırmıyor insanı. Ve, biz okulumuzda Milli Eğitim aldık. Yani kendi kültür ve sanat eğitimimiz. Fakat, bugün okullarda Milli Eğitim yok, sadece eğitim var. Moda tasarımı öğrencileri Avrupa modacıların; Versace’ lerin, Ungaro’ ların etkisinde.
Sevgili Madam Z. (yurt dışında kendisi bu isimle anılıyor.) İle zaman ne çabuk geçiyordu. Mesleğiyle ilgili daha pek çok soruya sabırla cevap verdi. “Kal” dedi. Beni Urla’ da ki Mimar Ağa Han ödülü almış yazlığına davet etme inceliğini gösterdi.. Ama iki saat sonra kalkacak olan bir uçağa yetişmem söz konusuydu. Saat sabahın onundan akşamın 7 sine kadar sohbet etmiştik. Rüya gibi bir gün geçirmiştim. Kendisine teşekkür edip o değerli ellerini öptüm. Uçağımı beklerken müthiş zeki, donanımlı, yetenekli, çalışkan Türk kadını Zühal Yorgancıoğlu ile tekrar görüşmeyi dileyerek harika bir insan diye mırıldandım…
NOT: Bu yazı ilk olarak Yelpaze İstanbul dergisinde yayınlanmıştır.