Zerrin ARBAŞ, rüya gibi kadın. Harika bir insan güçlü, dirayetli, iyi eğitimli. Görmüş geçirmiş bir kadın. Ayrıca Türkiye güzellerimizden kendisi. Güzelliği tescilli yani. Ailede sanatçılar var. Babası, ilk eşi, kızı… Zerrin Arbaş Hanımefendi’nin babası ünlü Türk ressamı Avni ARBAŞ.
Zerrin Hanım’la ilk görüşme talebimi olumlu karşılıyor, bir iki ertelemeden sonra nihayet görüşüyoruz. Kemerburgaz’da Göktürk Mahallesi’nde oturuyor. Gerçekten Lüks evlerle dolu bir yer burası. Komşularından biri Fatih Altaylı, bir diğeri Sadettin Saran, yakınlarda bir yerde Küçük Emrah ikamet ediyor.
Yoğun bir trafikten sonra ulaşıyoruz Kemerburgaz’a. Kapıda görevliler isim soruyorlar ve Zerrin Hanım’ı arıyorlar. Ahhh ahhhhh işte Bahçeşehir-Esenkent’te böyleydi bir zamanlar. Girişte adınız kime geldiğiniz sorulur o kişiyle görüşüp sizi içeri öyle alırlardı. Kendi içinde izole seçkin bir yer burası. Geçiş izni alınca içeri giriyoruz. Zerrin Hanım’ın evini görevliler gösteriyor. Oğlum arabayı park ederken şahane, pembe bir villa mı desem, konak mı desem bilemedim. En uygunu Köşk sanırım, kapı açılıyor ve incecik zarif bir genç kız kapıyı açıyor. Vallahi televizyon insanları kilolu gösteriyor. Zerrin Hanım çok zarif incecik…Ve yaşı olmayan kadınlardan.
Deniz gibi gözleri enginliği anlatıyor. Bale eğitimi aldığı için çok zarif…Güzellik kelimesi az kalıyor Zerrin Hanım söz konusu olunca. Sabah dersten çıkıp gittiğimden saçım başım dağılmış, oysa ki karşımda şık, incecik, zarif bir hanım var.
Zerrin Arbaş ile beraberiz Türk sinemasının önde gelen isimlerinden. Çok samimi karşılanıyorum ve salona alıyor beni. Hava çok güzeldi, yeşillikler içinde bahçede oturmaya karar verdik. Elleriyle yaptığı kurabiyelerle birlikte, kahvelerimiz de masada yerini aldı. Sorularımızı yöneltiyoruz kendisine;
S.Ö: Biraz sizi tanıyalım sanat hayatınıza başladıktan günümüze kadar neler yaptınız? Sanat hayatınızda hangi noktadasınız?
Z.A.: Evet ben Paris’te doğdum İstanbul’da büyüdüm 18 yaşındayken de Los Angeles’a gittim. İstanbul’dayken Saint George Avusturya Lisesinde öğrenciydim aynı zamanda İstanbul konservatuarında bale bölümünde öğrenciydim 15 yaşındayken baleden mezun oldum ondan sonra tiyatro bölümüne girdim. 18 yaşında kadar konservatuarın tiyatro bölümündeydim. Ondan sonra bir tesadüf eseri güzellik kraliçeliği derken 18 yaşında L.A da kendimi buldum. Sonraki 30 senem L.A. da geçti. 67 senesinde evlendim. 1968 de Derya doğdu. Bu arada da 1973’den 1978’ e kadar da İstanbul’da bir film hayatım oldu. Yine bir tesadüf eseri seyahat için İstanbul’a gelmiştim.1973’te o sırada Memduh Ün yeni bir filme başlıyordu çok sevgili dostum Turgut Demirağ o da o zamanın büyük yapımcılarından “aman dedi sen buraya gelmişken Memduh’la tanıştırayım belki hemen bir filmde çevirirsin” dedi. Derken ben “Toprak Ana” diye Fatma Girik, Tamer Yiğit ve ben film çektik. Onun akabinde başka bir şirket bana teklifte bulundu. Ertesi hafta Burgazada da Tarık Akan Hülya Koçyiğit ve ben “Yeryüzünde Bir Melek” filmini çektik. Derken hemen bir üçüncü film teklifi geldi. Bu da “Gazi Kadın” filmiydi. Bu filmde de Türkan Şoray, Kadir İnanır ve ben. Tabi L.A. gitmem baya uzadı. Sonradan döndüm tabi L.A da hayatım devam ediyor. Ertesi yaz Memduh Ün’ün şirketi bir “Battal Gazi” filmi yapıyordu Cüneyt Arkın ile. “Battal Gazi” filminde Cüneyt Arkına eş olarak beni seçti. “Battal Gazinin Oğlu” filmi bitti. Arkasından da yine Cüneyt Arkınla “Deli Yusuf” diye bir film başladı. Yani birdenbire benim İstanbul’da bir sinema hayatım başlamış oldu.
S.Ö.: Sanatçı bir aileden geliyorsunuz. Babanız Avni Arbaş’tır. Sizin de resim yeteneğiniz var mı?
Z.A.: Yok maalesef.
S.Ö.: Birçok dizi film ve sinema filmi yaptınız. Sizi en çok heyecanlandıran hangisiydi. Sizi en çok mutlu eden beni yansıtıyor dediğiniz?
Z.A.: Bizim “Kara Melek” diye bir dizimiz vardı. O dizide ki Lamia Saylan rolü. O bana çok uygun bir roldü. Nuran Devres senaryoyu yazmıştı. Zaten senaryoyu yazarken benimle tanıştı. “Bir rol yazdım dizi olarak çekilecek çok isterdim siz oynayın” Dedi. Böylece biraz da onun sayesinde ben bu role angaje edildim. Bu dizi çok başarılı bir diziydi. 1997’den 2000 senesine kadar devam etti. 3 sene 110 bölüm çekildi. O zamanın en çok seyredilen dizisiydi. Çarşamba akşamları millet işini gücünü bırakıp “Kara Melek” seyrediyordu.
S.Ö.: Sonra Aşk-ı Memnu var.
Z.A.: Aşk-ı Memnu çok sonra tabi. Dizinin son 6 ayında idi benim rolüm. Şimdi hala Aşk-ı Memnu seyrediyorum sabah 9 da kanal d de tekrar gösterilmeye başladı. Bende her sabah seyrediyorum zevkle. Aşk-ı memnu Türk dizi piyasasında yapılan en mükemmel en kusursuz dizi.
S.Ö.: Eskiden çekilen ile kıyaslarsak?
Z.A.: O da iyiydi. Eski çekilen o zamana göre fevkalade başarılıydı. İnsan gerçekten bıkmadan izliyor. Ve kusur yok. Diyaloglarda çekimlerde mekân ne kadar güzel kullanılmış. Oyuncular ne kadar güzel oynuyorlar. Her şey orada mükemmel. Bir yönetmenin bu kadar titiz çekim yaptığını ben başka dizide görmedim.
S.Ö.: Şu an takip ettiğiniz diziler var mı?
Z.A.: Var. “Hayat Şarkısı” bayılıyorum. Beni çok mutlu ediyor. O kadar bayıla bayıla izliyorum ki. Oyuncular da süper. O şeker kız Burcu Biricik Grace Kelly gibi bir şey. Ne tatlı ne güzel oynuyor. Birkan Sokullu, Bayram Cevher! Bayram’a bayılıyoruz tabi. Ahmet Mümtaz Taylan. Orada ki Süheyla Hanım, Seray Gözler oynuyor onu da. Hala başarılı bütün aile oynayan her kişi olağan üstü.
S.Ö.: Ama eskilerin daha eğitimli daha iyi işler çıkarttığını düşünüyorum.
Z.A.: hayır hayır eskiler bilakis eğitimsizdi. Şimdikiler eğitimli. Yeni yıldızların geçmişlerine bakıyorum hepsi üniversitenin tiyatro sinema bölümünden mezun. Üniversitenin tiyatro sinema bölümünde olmayan da Müjdat gezen vs… Gibi insanların okullarında eğitim görmüş hepsi çok eğitimli insanlar. Ve de şimdi mesela eski tiyatro artistleri var onlarda hakiki tiyatrocular mesela Selçuk Yöntem, Çetin Tekindor… Onlar eski zamanda hep dublaj yapıyorlardı. Tiyatrocuların %99 u sadece dublajda kullanılıyordu. Onlar seslendiriyordu sinema yıldızlarını. Sinema yıldızlarının tiyatro kökeni yoktu. Çok azı konservatuardan geçmiştir. Çoğu güzel diye keşfedilmiş “aaa ne kadar yakışıklısın gel seni oynatayım.” Demiştir yönetmen. O kişide büyük yıldız haline gelmiştir. Ama şimdi ne kadar güzelsin diye alınmıyor ciddi eğitimden geçmiş insanlar. Mesela mankenlikten gelenler bile eğitim aldılar. Hiç kimse has bel kader bir yere gelmedi. Şimdi daha zor sesle olduğu için bu insanların hepsi ezberleyip kendi sesleri ile oynuyorlar. Eskiden dublaj diye bir şey vardı yani. Yeşilçam hep dublajdı. Durumlar iyi ama bizim diziler dünya çapında izleniyor. Duyduğuma göre Amerika’dan sonra en çok dizileri satılan millet Türkiye’ imiş. Türk dizileri dünya pazarında yer etmiş durumda.
S.Ö.: Zorlandığınız bir rol oldu mu? bu beni yansıtmıyor dediğiniz keşke oynamasaydım dediğiniz.??
Z.A.: yok öyle bir şey pek hatırlamıyorum. Benim ilk oynadığım film “Toprak Ana” o mesela köyde geçen bir filmdi oradaki köylü kızı rolü bana uygun bir rol değildi. (Avrupai bir görüntüsü var Zerrin Hanım’ın)
S.Ö.: Çok zarifsiniz çok güzelsiniz. Bunu sürdürmek için neler yapıyorsunuz bir diyet, güzellik programınız var mı?
Z.A.: Yediğime içtiğime çok dikkat ediyorum. İki üç kilo aldığımı fark edince hemen bir diyete giriyorum.
S.Ö.: Kandırmaz mı sizi tatlılar?
Z.A.: Yok benim yemekle çok aram yok. Ben yemek seven bir insan değilim. Ben peynir ekmek ve çay ile çok mutlu olabilen bir insanım. Bir simit beni daha mutlu ediyor. Bir de cookie gibi bisküvi gibi kurabiyeleri çok seviyorum ama ağır tatlıları baklava börek hiçbir zaman sevemediğim için o konuda biraz şansım var gibi.
S.Ö.: Güzelliğiniz için gittiğiniz devam ettiğiniz bir salon var mı?
Z.A.: Yok hiçbir şey yapmıyorum fazla jimnastikle de aram yok benim fakat çok hareketliyim evin içinde in çık in çık çok yapıyorum çok yürüyorum. Zaten çok hareketli olduğum için ayrıca bir spor salonuna gitmiyorum. Oturduğum yerden çok memnunum çünkü yürüme alanları çok çıkınca sokağa. Bir şeye ihtiyacın olduğunda Göktürk’e yürümek gerekiyor. Göktürk’e kadar 1-2 km yürüyorsun. Zaten doktorlar ne diyor mümkün olduğu kadar yürüyün. Sophia Loren’in bir röportajını dinlemiştim. Sophia Loren dedi ki; “yürüyebildiğim her yere yürüyerek gidiyorum.”
S.Ö.: Bizler arabaya çok alıştık her yere arabayla gidiyoruz.
Z.A.: Çok çok yanlış ama maalesef öyle şimdi ben L.A. da oturduğum zaman, tabi biliyorum herkes her yere araba ile gidiyordu. Ama L.A. zaten yürümeye müsait bir yer değildi. Çünkü mesafeler çok uzak birbirinden. Öyle bir şehir ki sen araba kullanmazsan kötürüm gibi oluyorsun. Ama İstanbul’da öyle değil her yer birbirine yakın. Biraz yürüsen nereye gideceksen gidebiliyorsun. Daha yürümeye müsait bir şehir. Ben mesela eczaneye ya da markete gideceksem arabayla gitmem çok saçma.
S.Ö.: Ama işte sosyal hayatın getirdiği bizim yanlışlarımız bunlar aman geç kalacağız filan…
Z.A.: O başka tabi devamlı işi olan bir insan için mecbursunuz. Sizin durumunuzda biri için mesela bir yerden bir yere gitmekte araba ihtiyaç.
S.Ö.: Zerrin Hanım sizi ne motive eder? Sizi harekete sevk eden nedir? Kendi içiniz de mi bu enerjiyi buluyorsunuz?
Z.A.: İnsanlar. Ben çok insan seven bir insanım. O yüzden insanlar beni hayata bağlıyor. Dostluk çok önemli. Ben tabi çok iyi niyetli optimist yani iyimser mizaçtayım bunu yay burcu olmaya bağlıyorum. Hoş görülü hiçbir şeyi fazla dert etmeyen problem çözen ve hayatta hep a-b-c planlarım olduğu için bir plan olmazsa ikincisi hazır. Her derde deva kafa yapım var. Çok optimistim bildiğiniz gibi değil.
S.Ö.: Biraz babanızdan söz edelim mi? 22 yaşında tanıdınız kendisini. Çok başarılı bir insan.
Z.A.: Evet evet babacığım öyle oldu. Çok büyük bir ressam gerçekten hakiki bir ressam. Babam 30 sene Paris’teydi. Onun için ben maalesef bütün çocukluğumu burada büyük annem büyük babam ile geçirdim. Çünkü vefat etmişti doğumda. Ben 6 aylıkken babam beni İstanbul’a yollamış. Bende büyükannem büyükbabam ile yetiştim. Amerika’ya gittikten sonra eşim dedi ki; “artık babanı görme zamanın geldi senin” beni Paris’e yolladı. Böylece bende 22 yaşındayken ki o zaman Derya’ da doğmuştu o da altı aylık filandı o sıralarda. O şekilde ben babamın karşısına çıktım. Ona bir sürpriz yaptım. Ertesi sene babam L.A.’a geldi. New York’ta bir resim sergisi vardı. O vesile ile Amerika’ ya gelince bizi ziyaret etti. Sonra da artık ayrılmadık. Ben bu filmleri yaparken İstanbul’da 1976 senesinde babam temelli olarak memlekete döndü. Paris’ten İstanbul’a dönüş yaptı. Artık hep beraberdik. 2003’te vefat etti 84 yaşındaydı.
S.Ö.: Peki sizi yönlendirdi mi?
Z.A.: Hayır. Sadece ben bir sanatla ilgilendiğim için çok memnun kaldı. Beni çok teşvik etti çok sevindi. O sırada benim tam film yaptığım sırada çok gülüyordu babam diyordu ki eskiden sen “Avni Arbaş ‘ın kızıydın ama şimdi diyorlar ki Avni Arbaş Zerrin Arbaş ‘ın babası.” Bu çok komik bir şey oldu. Medyatik olunca öyle oldu tabi. Babam tabi olağan üstü bir ressam.
S.Ö.: Zerrin Hanım sizi buralara getiren hayatınızdaki köşe taşlarından söz edelim. Sizin için en önemli köşe taşları?
Z.A.: Ben daha 11-12 yaşındayken en büyük hayalim Amerika ya gitmekti. Hollywood’u görmek filan. Ama bu bende ulaşılması zor bir hayaldi. Bu arada tabi Paris’e gidebilirdim okulu bitirdikten sonra çünkü babam Paris’te. Ama Amerika’da da tanıdığımız yakınımız bir ahbabımız yok. İşte 1965’te benim kendimi birdenbire Amerika’da bulmam hayatımın dönüm noktası odur. Ondan sonra Dehl Berti ile tanışmam iki sene sonra 1967 de. Dehl Berti olağan üstü bir insandı. Bunlar hep önemli. Mucizelere hep inandım. Bir de insan kafasından çok geçirirse oluyor. Düşünme gücü; SECRET’ta çok inanıyorum. Ne düşündüysem oldu. Çok enteresan. Ne düşündüysem ne aklıma geldiyse bütün hayatım bu yünde gelişti. Bir ara Aşk-ı memnu oynuyordu. Yazmışım bir yere “inşallah bana da aşk-ı memnuda bir rol gelir.”
S.Ö.: Diyorlar ya “evrene yanlış mesaj yollama.” Demek ki bu doğru bir şey.
Z.A.: Evet evet. Sonra 1.bucuk sene geçti aşk-ı memnu başlayalı bir gün 2009 un sonuydu Aralık 2009. Aşk-ı memnu haziranda bitecek sadece 6 ayı kalmış. Ay yapımdan aradılar beni dediler ki “Nebahat hanımın bir arkadaşı vardı o da Gülizar Irmak Ankara Devlet Tiyatrosundan bir hanım onun tiyatrosu olduğu için rolüne devam edemeyecek onun için biz oraya başka bir arkadaş ama aynı rol değil başka bir arkadaş rolü yazdık bu da size çok uygun olabilir biz öyle düşündük lütfen siz bu rolü oynar mısınız?” “Gayet tabi memnuniyetle.” Dedim. Orada bulunmak benim için bir şeref. Ama bakın nerden nereye değil mi?
S.Ö.: Yaşam insanın karşısına öyle şeyler çıkartıyor ki diyorsunuz ki; Allah Allah gerçek mi bu?
Z.A.: Aynen öyle mesela fazla istememişsinizdir o olmaz. Yeterince istemezseniz olmaz. Baya yoğunlaşacaksın o istediğin şeye.
S.Ö.: Peki reenkarnasyona inanıyor musunuz?
Z.A.: Onu tam olarak bilmiyorum. O insan başka bir insan olarak geldikten sonra önemi yok ki, ne manası var? Sizin aynı hayatınız devam etmeyecek ki. Başka bir hayatta zaten hatırlamayacaksınız. Ben falancaydım da filanca yerde yaşadım da diyemeyeceksiniz ki.
S.Ö.: Ruhu iyileştirme, tekâmüle ulaşmak diyorlar. Daha iyiye daha iyiye ulaşmak.
Z.A.: Çok güzel olursa olur ama şu an bize bir faydası yok(gülüyor).
S.Ö.: İlk eşiniz Kızılderili kendisi değil mi? Onun kültürüyle bizim kültürümüzün benzeştiği yönler var değil mi?
Z.A.: Evet Apaçi o. Tabi ki çok benzermiş. Benzediğini söylüyordu. Kilimlerdeki desenlerden çok belli oluyor. Çünkü söylendiğine göre Türkler Orta Asya’dan gelmişler. Kızılderili’ler de Orta Asya’dan geliyorlar. Onlar Bering Boğazı’nı aşıp Amerika’ya geçiyorlar. Onun için aynı köklerden gelebiliriz.
S.Ö.: Benim bir arkadaşım var Akdeniz Ün. Mehmet Ali Hoca o da doçent orada bunu inceliyor. Kızılderili desenleriyle Türk desenleri arasında ki bağdaşan noktaları. Çok benzeşen yönler buldu.
Z.A.: Doğrudur kilim desenleri acayip birbirine benziyor. Olabilir yani mantıken de olur. Onlar Asya’dan Amerika kıtasına geçtiler bizimkilerde buraya geldiler.
S.Ö.: Sizin çok güçlü bir insan olduğunuzu görüyorum. Babanızı kaybettiniz. Hatırlatmak istemiyorum. Beş gün arayla kızınızı kaybettiniz. Peki herhangi bir yardım aldınız mı? Ne uyguladınız?
Z.A.: Ben mantıklı bir insanım her gün dünyada binlerce insan ölüyor. Madem ki dünyaya geliyoruz; dünyaya gelen insan maalesef ama erken ama geç dünyayı da terk etmek zorunda. Kimse dünyada sonsuza kadar yaşamıyor. Öyle bir şansımız yok. Benim annem 26 yaşında vefat etti ben doğarken çok gençti. (Ona doğumda ölen annesinin ismini vermişler.) Beni anneannem yetiştirdi. O zaman 50 yaşındaydı anneannemde. Yani kızını kaybetmiş bir kadının kızı olarak büyüdüm. Anneannem hiç oturup ta ağıt yakıp ağlamadı. Demek ki o da güçlü kadındı. Ve ben öyle bir kadının kızıydım. Kızıydım diyorum çünkü anneannemi anne olarak benimsedim. Anneanneciğim rahmetli öyle bir acı yaşamış hayat öyle ki aynı şekilde bana da yaşattı bunu maalesef. O zaman ben bunu tevekkülle karşıladım. Bir an da bir kan pıhtısı beyne gidip tıkayabiliyor. Ondan sonrası yok.
Sevgili Zerrin Arbaş ile kahvemizi ve elleriyle yaptığı güzel kurabiyeleri atıştırırken yan taraftaki köşkte birtakım tadilatlar yapılıyor ama gürültüler Zerrin Hanım’ın canını sıkmıyor o bunları olumlu karşılıyor, o kadar iyi niyetli ki. O kadar tatlı bir insan ki. Evinde zaman geçirmeyi çok seviyor. Göktürk Mahallesi diğer adıyla Kemer Cauntry iş adamı Esat Edin tarafından inşa edilmişti, böyle bir yeri yaptığı için Esat Edin’e dua ediyor. Eşinin ölümünün ardından Esat Edin’in 3 çocuğunu alıp Kaz Dağları’nda çadır kurduklarını, o gece barajın kapağının açıldığını ve böylece boğulduklarını anlatıyor üzüntüyle. “Burada mezarlıkta yatıyorlar ufacık mezarları diyor. Böyle ölümlere çok üzüldüğünü belirtiyor. Özellikle Barış Akarsu için “o’na çok üzüldüm, çocuğun yapacağı çok sey vardı” diyor.
Eskiden Tarabya’da oturduğunu orada emlakçılık üzerine iş kurmuş fakat “her yer alınıp satıldı yer kalmadı Tarabya’da” diyor. Sonraki süreçte buraya yerleşmiş. Sonra sevgili Zerrin Hanım ban diyor ki; şimdi sen söyle bakalım kaç yaşındasın, evli misin, çocuk var mı? Yaşımı duyunca gözlerine bir hüzün çöküyor, “Derya’mla aynı yaştasın” diyor. Evli olduğumu söyleyince “Kocan iyi birimi mutlu musun” diye soruyor. Olumlu yanıt alınca yüzüne yeniden ona çok yakışan gülümsemesi yerleşiyor. Çocuklarımın ikiz olduğunu duyunca adlarını soruyor. Her şey için teşekkür edip müsaade istiyorum. “Ama yine gel” diyor. Ece’ye ve Efe’ye selam söyle öp benim için diyor. Mutlu oluyorum.
Zerrin Arbaş; eğitimiyle, zarafetiyle, her şeyiyle harika bir kadın. Çağdaş Türk Kadını. Örnek bir sanatçı olduğunu düşünüyorum, meslek olarak oyuncu olmak isteyen gençlerimiz Zerrin Hanım’ı örnek alması çok yerinde olur düşüncesindeyim. Bana bu fırsatı verdiği için kendisine sonsuz teşekkürler ediyorum.
Değerli sanatçımızla yaptığınız röportaj için teşekkür ederim. (Not: Zerafet değil de zarafet yazılması gerek.)