Ricoeur, Zaman Olay Örgüsü Üçlü Mimesis adlı kitabının zaman deneyiminin aporileri adlı bölümü geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman kavramlarının insan hayatındaki konumları üzerine bir çıkarsamadır. Ricoeur, Augustinus’un bir öne sürümüyle kurduğu ilişki sonucunda geçmiş ve gelecek zamanları birer hiçlik olarak görür, gerçek olan şimdiki zamandır. Ancak şimdiki zamanın geçişinden bile geçmiş olarak söz edildiği için ve bu zamanın değerlendirilebilecek bir uzamı (yayılımı) olmadığı için geçmiş zamana bakarız.
Augustinus’un “zamanı geçtiği sırada ölçüyoruz; var olmayan geleceği değil, var olmamış geçmişi değil, yayılımı( genişlemesi) olmayan şimdiyi değil, ama geçen zamanları ölçüyoruz. Şimdiki zamanların çoğulluğunu ve parçalanmasını geçişin kendisinde, aşarak geçişte aramak gerekir “ önesürümünden yola çıkarak geçen zaman içerisinde kendimizi tanımlamak için zihinsel olarak geçmişe dönmeye ihtiyaç duyarız. Yine Augustinus’un vermiş olduğu titreşmekte olan ses örneğinde şimdiki zamanın parçalanmasıyla geçmiş zamanın oluşumu arasında direk bir bağ kurabiliriz. Etken olan hareket şu an içerisinde gerçekleşmiş olsa olmuş bitmiş ve geçmiş içerisinde yer almıştır çoktan söylemi ortaya çıkar. Bu ikinci örnek Ricceur’a göre geçişten, geçmiş zaman olarak değil şimdiki zaman olarak söz edilir. Kişi yaşadıklarını, olanı biteni değerlendirerek kendi varlığını bu şekilde tanımlar. Bununla beraber ölçülebilir bir varlığın var olabilmesi için, bir noktada durağanlık gerekir. Ancak var olmayı sürdürmeyen bir şeyi ölçmek bizi bir paradoksal dönüşüm içerisine sürükler. Çünkü var olmayı sürdüren şeyi de var oluşu tamamlanamadan ölçemeyiz. Bu zıtlıklarla beraber Augustinus’un, bu apori içerisine hissiyatı da katmasıyla bellekte yer edene yöneliriz. Ancak yine birinci örnekten yola çıkarak geçmişin şimdisi engeliyle karşılaşıyoruz. Geçmişin şimdisi ve iz-imge ile birlikte geçmek fiili geçmemiş ve varlığını sürdürmeye devam edebilmiştir.
“Zamanları sende ölçüyorum, ruhum “… Peki, ama nasıl? Geçen şeylerin geçip gittikten sonra ruhta bıraktıkları izlenimin (duygulanımın) orada varlığını sürdürmesi sayesinde: “ Şeylerin geçerken sende bıraktıkları izlenim, anlar geçip gittikten sonra da varlığını sürdürür (manet); ölçtüğüm şey işte odur, çünkü oradadır; geçip giderken izlenimi yaratmış olan şeyleri ölçmüyorum ben “. Burada akıl ve aklın duyguyla veya duygunun akılla yorumlanışı ele alınır. Ezberden okuma ediminin bu yeni betimlenişi içinde, şimdiki zamanın anlamı; şimdide var olan bir yönelime dönüşür. Aslında geçmişte edinmiş olduğumuz bilgileri kullanma zamanımız yaşadığımız ana karşılık gelir. Bu bilgileri tekrardan kullanarak geçmiş ve şimdiki zaman arasında bir döngüde sıkıştırmış oluruz. Yani şimdide yapıp ettiklerimiz geleceği geçmişe iter ve geçmiş büyüdükçe gelecek azalır ve her şey geçmiş olana dek devam eder. Yani bir nevi sona ulaşma arzusu vardır.
OĞUZ ATAY / TEHLİKELİ OYUNLAR – GECEKONDU
Oyunun giriş kısmı olan bu bölümde Hikmet Benol karakterinin geçmişiyle olan bir iç hesaplaşmasıyla karşılaşırız. Hikmet gecekonduda yaşayan, dış dünyayla bağlantısını kesmiştir. Yaşadığı yerdeki diğer oyun kişilerinin gerçek ya da hayal ürünü olduğunu anlayamayız. Oyunu zamansal olarak Hikmetin çocukluk ve büyüme çağı, evlilik dönemi ve boşanmasından sonra geçtiği gecekondu yaşantısı olarak üç farklı zaman dilimine bölebiliriz. Birinci zaman diliminde Hikmet Babasının vefatından sonra dayısı ve yengesiyle kalmış olduğunu öğreniriz. Bu süreç içerisinde iç yaşantısıyla dış yaşantısı çatışmaktadır. Hikmet karakter olarak mükemmeliyetçi ve duygusal bir yapıya sahipken yengesi onun aksine hikmeti eleştirir ve toplum içinde rencide eder. Bu sebeple dış dünyayla uyumsuzluğunun temelleri de burada atılmış olur. Hikmet’in evliliğinde de bu uyumsuzluğunu görürüz. Hikmet, hegemonyanın bir uzantısı olan toplumsal ritüelleri dışlar ancak bunları engellemek için somut bir harekette de bulunamaz, olanlara karşıdır ancak bu karşı çıkış kabullenmenin ve boyun eğmenin bir sonucu olarak ortaya çıkar.
Gecekondu yaşantısı ise zamansal süreçte gelinen son noktadır. Geldiği bu köhne ortamda Hikmet yaşamını sorgular. Birikmiş geçmişle her geçen gün azalan geleceğini kendisi şekillendirir. Kararları ve kararsızlıklarıyla bir şeylerin sebebi olur ve yine aynı sona döner. Bunu bir döngüsellik haline getirir.
“Gelenek” le ilgili çoğu açıklamaların temelde seçici oldukları kolaylıkla kanıtlanabilir. Belirli bir kültürde geçmişin ve bugünün bize sunduğu çok geniş bir alandan belirli anlam ve değerler seçilir ve öbürleri ya görmezlikten gelinir ya da dışlanır. Gene de belirli bir hegemonya ve bu hegemonyanın kesin süreçlerinden biri olarak bu seçme işlemi “ gelenek” geçmiş olarak sunulur. Şu halde gelenek bu anlamda, özgül bir sınıfın egemenliği yararına kurulan çağdaş toplumsal ve kültürel bir bölümüdür.
Oyunda geleneklerin içerisinde barınamayan Hikmet sonuç olarak kimsesizliğe mahkûm olmuştur. Yalnız kalmak istemez ancak başladığı yere dönmekten de korkar. Bu korkusu yalnızlığını kronik bir hastalık haline dönüştürmüştür.
Hikmet’in şimdiki zamanda geçmiş zamanları ölçüp tartması kendisini tanımlayabilmek içindir.
“Eski silah arkadaşlarım da, bir akşam beni meyhanede yıllar sonra karşılarında görünce, önce sevinir gibi oldular. Masada biraz daha toparlanıp bana bir bir yer açtılar. Sonra hemen alıştılar varlığıma: Sanki terhis olmuşum da albayım, askere ilk gittiğim gün, filan meyhanede iki yıl sonra buluşalım diye verdiğim bir sözü tutuyorum. İşte o gözlerle baktılar bana. Aradaki zamanı sanki hiç yaşamamışım gibi davrandılar bana. Biz, evlendiğin gün anlamıştık sana uygun olmadığını, dediler. Evlendiğim günden beri sanki beni düşünmüşler gibi başlarını salladılar: Senin için daha hayırlı oldu. Sanki daha dün ayrılmışım yanlarından. Oysa rakıya su kattığımı bile unutmuşlar; bir adımı hatırlıyorlar o kadar: Hikmet aşağı, Hikmet yukarı. Şimdi nerede oturuyorsun? Demediler de şimdi nerede çalışıyorsun? Diye sordular: Gerçek bir ilgisizlik. Kaç yıldır ortalıkta görünmüyorsun, sen de nereden çıktın? Bile demediler; bu kadarcık bir ilgiyi bile çok gördüler bana. Kısacası, meyhanelerde yeniden barınamadım albayım; aynı meyhaneye iki kere girilemiyor-muş. (Buna benzer bir felsefe vardı, değil mi albayım?) “
Oyun kişisi yaşadığı zaman içerisinde geçmiş zamanı da yaşamaktadır. Geçmişini hatırlamasının yanı sıra onu sorgulamaktadır. Bu da üçüncü örnekle yani, duygu ve aklın bütünlüğüyle açıklanabilir. Hikmet, eski silah arkadaşlarıyla arasında geçen bir olayı Albay Hüsamettin Bey’e anlatmaktadır. Aynı zamanda diyaloğu olan kişilerin olaylara verdiği tepkinin eleştirisini de yapar…’ Eski silah arkadaşları ‘ ise Hikmetle ilgili olan meseleye yüzeysel bakmalarıyla, Hikmet’in aralarında olmadığı zamanı önemsizlik açısından yok sayarlar. Silah arkadaşları geçmiş zamanın içerisinde sıkışıp kalmıştır ancak Hikmet kedisini o zamanın içerisinden ayrıştırır. Diğerleriyle yaşamış olduğu zaman da diğerlerinden ayrışmış bir şekildedir.
“Oysa bu şirin bölgenize ilk geldiğim gün albayım, çocuklar benimle ilgilendiler: Çevreme toplanıp, ‘Adama bak’, dediler. (Artık çok genç bir insan olmadığımı belirten bu ‘adam’ sözü beni biraz üzüyor. Belki, kendini genç hissetmek isteyenler için başka bir kelime bulunabilir, ne dersiniz?) Otobüste de şoförün yanında durmayı seven mektep-çocukları, ben ön kapıya doğru yürüyünce, birbirlerine, ‘Adama yol verin de geçsin’, diyorlar. Fakat mahalle çocuklarının ilgisi başkaydı: ‘Bütün gözler ona çevrilmişti” diye yazarlar ya kitaplarda romancılar, ben bir yere girince bana öyle bakılsın isterim. Çocuklar bunu anladılar; hepsi de yeni bir ‘adam’ geldiğinin farkındaydı. Ben de onların yaşındayken ‘adam’ olmak hayata atılmak istiyordum. “
Hikmet Benol eski yaşantısından şu anki yaşantısına başlama dönemine geçiş yapar. Aslında arada çok zaman farkı vardır, Eski silah arkadaşlarına evlenmek üzere olduğunu açıklar. Bunun üzerine evlenmiş, ayrılmış, bir gecekonduya yerleşerek, yine yeni ve farklı bir hayata başlamıştır.
“Önce hayata atıldım. Fakat bunu nasıl yaptığımı bir türlü anlayamadım. (Bir durumdan başka bir duruma nasıl geçtiğimi zaten bir türlü kavrayamam. Mesela, karanlıktan sonra birdenbire nasıl aydınlık olur, albayım? Siz hiç görebildiniz mi?) Herhalde bir süre, hiç kımıldanmadan beklemeliydim; sonra hayata yavaş yavaş atılmalıydım. Oysa bana birdenbire, işte evlendin ya, hayatını kazanıyorsun ya, o halde hayata atıldın, dediler. (Tam atıldığım sırada söyleselerdi ya.) Şimdi çok dikkat ediyorum albayım; hayatımdaki bu yeni dönemin baş tarafı gürültüye gelsin istemiyorum. “
Hikmet varoluşsal neden içerisinde kendini sorgular. Yaşadığı hayatın kademelerini, kendisine biçilen rolleri vs. Bu noktada düştüğü kötü durumu çevreye yıkar. Albayla olan(yarı hayali yarı gerçek) konuşmalarında anlatılarındaki geçmiş olaylar Hikmetin geçmişte yani bir uzam içerisinde yaşadıklarıyla, karakterini belirlememize yardımcı olur. Ayrıca Hikmet doğrularıyla, yanlışlarıyla ve yaşadıklarıyla yalnızca kendi zihninde var olmaktadır. Dış dünya da kendisini ifade edemez ve günlük yaşamdan kendisini soyutlar.
Karımdan ayrıldım, karımdan ayrıldım. Yeni bir yaşantıya başlamadım, yeni bir yaşantıya başlamak üzereyim, neredeyse yeni bir yaşantıya başlayacağım. Başka bir yaşantı olacak bu: İşte Sevgi yok, kayın peder yok, pijama yok—artık mümkün olduğu kadar pijama giymiyorum albayım— yeni bir yaşantı bu. Ev başka, eşyalar farklı. Hüsamettin albayımla yeni tanıştım, yeni tanıştım, daha önce tanımıyordum onu, yeni bir insan, emekli albay, albay, albay… Uyumak üzeresin, sigaranı söndür.
Yalnızlık içerisinde tekrar kendisini var etmeye çalışır. Bunu yaparken de mazlumluğu kullanır, kendisini herkes tarafından hor görülmüş olarak gösterir ancak bunun yanında da yine kendisi de herkesi hor görmektedir.
Oğuz Atay Tehlikeli Oyunlar adlı kitabında yığılan geçmiş ve geçmekte olan şimdiki zamanı kullanmıştır ancak başkarakter Hikmet’in kendisini öldürmesiyle Oğuz Atay’ın karakterleri ölümsüzleştirmesi söz konusudur. Kişi bir zamansızlık içinde yok olur.
DİPNOT
- (Oğuz 1984: 66)
- (Ricoeur 2007: 47)
KAYNAKÇA
- Atay, Oğuz (1984), Tehlikeli Oyunlar, İstanbul (İletişim Yayıncılık)
- Ricoeur, Paul (2007), Zaman ve Anlatı: bir, Zaman Olayörgüsü Üçlü Mimesis,(hzl. Mehmet Rifat, Sema Rifat) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları