Bu çalışmada yılanın sembol olarak kullanılmaya başladığı ve çeşitli anlamlar yüklenerek günümüze değin evrilerek çeşitli boyutlar kazanması anlatılmaktadır. Neolitik dönemden itibaren başlayıp günümüzde halen çok kullanılan bir semboldür yılan.
Neolitik Dönem başta olmak üzere Mezopotamya, Mısır, Minos, Yunan ve Roma uygarlıklarının yılana yükledikleri çeşitli anlamlar arkeolojik kanıtlar ışığında incelenmiştir. Yılanın uygarlıklar bazında aldığı anlamalar irdelenmiştir.
Abstract
In the study, to express when started is used symbol of serpent, which load variety mean until present time in the evolution. Since Neolithic term, the serpent is began that was still using symbol.
As a first Neolithic term, mezopatamya, Egypt, Minos, Grek and Roma civilation in the light of archeological results what study load variety means. On the basis of civilations means of snake is examined.
Yılan ve Stilize Yılan Figürünün Uzak Geçmişi
Yılanlar ve stilize şekilleri ilk çağlardan günümüze kadar çeşitli anlamlar yüklenerek kullanılmıştır ve halen günümüzde sembolize şekilde karşımıza çıkar. Günümüzde yılan sembolü; tıp, diş hekimliği, farmakoloji, toksikoloji gibi bilim dallarının sembolleri olarak ve ayrıca birçok ilaç firmasının da amblemi olmuştur.
Sembol olarak yılan güneş ışınlarını, ateşi çağrıştırmaktadır, toprak ve suya yakınlığı ile bilenmektedir. Renginden dolayı bilgelik, güç, devamlılık ve cinsel sembol olarak kullanılmıştır. Mitlerde kozmik bir anlam taşımaktadır. Suyun içinde tahayyül edilir ve tüm hayatın bun sudan çıktığı düşünülür, bazen de yer altında yaşadığı için yer altı hazinelerinin koruyucu olarak düşünülür. Deri değiştirmesi sağlık ve gençliği aynı zamanda hayata vurgu yapar[1]
Mısır, Sümer, Babil, Asur, Anadolu, Yunan ve Roma uygarlıklarında yılan sıkça karşımıza çıkar ve anlamları yer yer uyum gösterse bile farklılıkları da mevcuttur. Eski çağlardan günümüze değin birçok anlam yüklenen yılan; sağlık, uğur, sadakat, bereket, gençlik, ölümsüzlük, sonsuzluk, devinimi sembolize etmiştir. Bu anlamların yanı sıra erkeklik ve doğurganlıkla bağlantılı bir sembol olarak da ele alınmıştır[2]. Bunun dışında yılan, kendisinden başka her şeye benzetildiği için bir metafor olarak, dünyanın en esrarengiz yaratıklarındandır. Yılan ve onun havali tasviri olan ejderha betimi mitolojilerde anlatılıp, arkeolojik verilerle desteklenmektedir.
İlk olarak Neolitik Dönem göz önünde bulundurulduğunda ilk akla gelen yer olan Göbekli Tepe bize yılan kültü ile ilgili ip uçları vermektedir. T şeklinde payelerin oluşturduğu yuvarlak mimarinin (resim 1) bir inanç sisteminin parçası olduğu arkeoloji dünyasında kabul görmektedir. Buradaki T payeler üzerinde çok sayıda hayvan betimlemesi yapılmıştır ve bunların içinde çeşitli yılan motifleri de kabartmalı olarak işlenmiştir (resim2). Yılanla birlikte, boğa, tilki, yaban domuzu, yaban ördeği, turna gibi hayvanlarda kabartmalı bir şekilde gösterilmiştir. Buranın bir açık hava tapınağı olduğu düşünüldüğünde yılan ve diğer hayvanların taş üstüne işlenmesi tesadüfi olmayıp, korkulan, saygı duyulan ya da tapılan nesneler olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca buranın mimari şeklinin yuvarlık yapıda olması da şaşırtıcıdır. Bu da bize yılanın en erken dönemlerden itibaren itibar gördüğünün en somut göstergesidir.
Ayrıca Neolitik Dönem kültürlerinde yılana başka anlamlar yükleyenlerde olmuştur. Neolitik dönemin başından itibaren kadınların akbaba, yılan, aslan ve leopar gibi hayvanlarla birlikte temsil edildiği ve bunun bir gelenek haline geldiği daha sonraki dönemlerde Kbyele ve Artemis gibi Ana Tanrıça tasvirlerinde de bunun devam ettiği görülmektedir. Ana Tanrıça Kybele’nin yırtıcı hayvanlarla tasviri onun kudretli imajını güçlendirirken aynı zamanda onun insanlığa yararlı bir şahsiyet olduğunu da gösterilmek istenmiştir[3]. Neolitik dönemlerde görülen tanrıca ve kadın Formlarının üzerinde sıkça rastladığımız bu yılanımsı şekiller ve spiraller, doğum –üreme olgusunun birer göstergesidir. M.Ö 6000’lerde Çatalhöyük’te karşımıza çıkan spiral tanrıçanın göbeğinde görülür (resim 3). Spiral ile özdeşleşen yılan figürü, doğum ve üremenin bir sembolü olmanın yanı sıra dünyanın birçok yerinde olumlu, koruyucu ve uğurlu sayılan bir hayvandır. Aynı zamanda yeniden doğmanın da bir sembolüdür yılan[4]. Nevali Çöri kazılarında bulunun ve insan başı olduğu düşünülen buluntunun detayı ilgi çekicidir. Kabartmalı şekilde yılan işlenmiştir (resim 4).
Mısır kültürüne baktığımızda “tıp” kelimesinin orijinini aldığı TEB (Thebai) şehrinin totemi yılandır[5]. Burası Mısır’ın en önemli tıp merkezidir (resim 5). Mısır’da yılan ilahi bir varlık sayılmaktaydı. Kudretli ve kararlılık göstergesiydi bu yüzden hükümdarlar başlarında kobra ile tasvir edilmiş (resim 6) ve bazı tapınakların girişlerinde yine kobra tasvirleri kullanmışlardır (resim7). Yılanda doğurganlık özelliği olduğuna inanılırdı.
Mısır yaratılış mitosunda ise yılanların temeli oluşturduğu görülmekte Hermopolis’te tapınılan sekizli tanrılar meclisinin hayvan şekilli görüntülerinin çoğu yılan ve kurbağa şeklinde resmedilmektedir. Dört çift olarak ayrılmışlar ve erkekler “kurbağa” dişiler de yılan ile ilişkilendirilmişlerdir. Mısırlılar, dünyanın biçimlendirilmesinden önce, yönsüz bir kaos içinde yoğun sulardan oluşan bir karanlığın olduğuna inanırlardı. Bu kaos içinde Khumnu’nun (Hermepolis’in) inanışlarında Sekizli Tanrılar Meclisinin dördünün kurbağa ve dördünün de yılan tanrıçalar olarak yaşadıklarına inanırlardı.(Sonsuzluk dengesi)[6].
Yine başka bir Mısır mitosunda yılan Apofis’in öldürülüşü anlatılmış.
Apep-Apepi –GrkApophis=Orta krallık döneminden itibaren varlığına inanılmaya başlanılan Maat’ın (Düzen-Gerçek) ışığının varlığına karşın kaos ve karanlığın sembolü olarak kötü tanrı olarak tanrılaştırıldı. Atum gibi Ra’nın yaratılıştaki sekizlik ve dokuzluk tanrı düzenlerinin bir sonucu olarak karmaşık kozmik sistemin parçası olarak yaratıldı. Atum Ra daha sonra basitçe güneş tanrısı, ışığın getiricisi RA olarak adlandırıldı ve bu yüzden de MAAT yükseltildi. Apep de en büyük düşmanı ilan edildi ve RA’NIN DÜŞMANI” adı verildi. Orta krallık döneminde özenle hazırlanan Ra ile Apep’in savaş sahnesini gösteren detaylı bir resimde Apep siyah-beyaz M harfini andıracak şekilde başı yerde, RA da kanguruyu andıran kulak ve arka ayakları üzerinde dikilmiş, sol elinde saldırmaya benzer bir kesici aleti yılana doğru kaldırmış duruşu ile resmedilmiştir. Bu saldırı, masal anlatıcılara göre, yer altında güneşin battığı yerde batıda Baku adlı bir dağda bekleyen Apep’in, gecenin onuncu kademesinde şafağa doğru gerçekleşiyordu. Mitlere göre Apep, kötülüğü temsil ettiği için RA tarafından bir darbe ile tuzağa düşürülerek devrilmişti. Bu savaşlarda Apep, sihirli bakışlarıyla Ra’yı yer altındaki dağların eğrilikleri-büğrülükleri arasında nehir kenarlarında dolaşırken hipnotize eden, onu yiyip bitiren olarak düşünülmektedir. Bir başka mitte RA’nın kedi kızı Best, Apep’i geceleyin gören gözleriyle avlamış, yiyip bitirmiştir[7](resim 8)
Antik Mısır dininde Edjo adındaki tanrı yılan ile temsil edilirdi. Delta’nın yılan tanrıçası, Aşağı Mısır’ın sembolü ve koruyucusu, Yukarı Mısır’ın tanrıçası Nekhbet’in tamamlayıcısıdır. Kralın tacının bir parçası olarak giyilirdi. Ayrıca Güney Mısır tanrılarından Buto-Uto’nun simgeleri, yılan ve onun baş düşmanı gelincikti.
Mısırlılar’ın Ölüler Kitabı’nda ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi, ölülerin geçmesi gereken yol, gecenin 12 saatine tekamül eden on iki odaya bölünmüştü. Güneş kayığı önce yılanların bulunduğu kumsal alanlardan geçmekte; kısa sürede kendisi d yılana dönüşmekteydi. Yedinci saatin sonunda yeni bir yılan sureti ortaya çıkmaktaydı[8]. Ayrıca yılanların yer altı dünyasında koruyucu olduğu da bilinirdi.
Son olarak Mısır’da yaygın kullanıma sahip olan yılan figürlerinden biride, kuyruğunu ısırarak halka şekli oluşturan yılan yani Uroborustur. Bu sembol sonsuzluğu işaret etmektedir.
Özetlemek gerekirse antik Mısır mitolojisinde ve tasvirli sanatında yılan figürün sıkça yer bulduğunu söyleyebiliriz. Kimi zaman güç, kudret, ölümsüzlük gibi anlamlar yüklenirken, şeytan, ihanet, kötülük sembolü de olmuştur. Kleopatra’nın kobranın sokması sonucu ölmesi çarpıcıdır. Bu hususta kayda değer bir Mısır inancı da böyle kutsal bir yılanın sokması sonucu ölen bir kimsenin, aslında ölümsüzlüğe kavuşması şeklindedir[9].
Mezopotamya’da yılan betimlemelerine bakacak olursak; Mısır’da da olduğu yaygın bir kullanıma sahiptir. Yılanın tıp sembolü olarak ilk defa Sümerliler tarafından kullanıldığı yaygın görüştür. Bu görüşü destekleyen arkeolojik kanıtlar ise; Lagaş kazıları sırasında bulunan bir vazodur. Bulunan bu vazo hekimliğin sembolünün Grek’ler den değil, Sümerler’den geldiğini gösteren bir buluntudur. M.Ö. 2600 yıl önce kral Gudea devrinde yapılmış bu vazo üzerinde iki cin kabartması arasında bir ağaca sarılmış iki yılan görülmektedir (resim 10).
Yılan Sümer panteonunda Ningişzida adlı ilahında sembolüydü. Yeraltı tanrılarından biri olarak tanrılar dünyasında yer almıştır.”İyi ağacın efendisi” anlamında kullanılmıştır[10]. Babil büyüleri Ningişzida’yı yeraltı dünyasında ifitleri koruyan olarak tanımlar. Gudea Ningişzeda’yı kendi koruyucu tanrısı olarak ilan etmiştir. Boynuzlu yılan ya da başmu ejderi simgesi ve kutsal hayvanıdır (resim 11).
Nirah adlı tanrı Sümer’de uzun ömürlü bir tapınım görmüştür. Vücudunun alt kısmı yılan şeklinde betimlenmiştir (resim 12). Kendisinin Fırat nehrinin sembolü olduğunu düşünen bilim adamları da vardır.
Yılan Mezopotamya’da kutsallık kazandığı gibi koruyucu anlamlarda yüklenmiştir. Özellikle yılan ejder; Akad döneminden Hellenistik döneme kadar çeşitli tanrıların sembolü olmuştur. Özellikle koruyucu, büyülü bir melez hayvan olarak temsil edilmiştir[11]. En güzel örnek İştar kapısını süsleyen yılan ejder Muşhuşşu’dur (resim 13).
Bazen de tanrının yenmesi gereken bir canavar olarak karşımıza çıkar yılan ve yılan türevi canavarlar. Bunları Mezopotamya tasvirli sanat eserlerinin üzerindeki detaylardan anlayabiliriz. Tanrı Ningirsu yedi başlı yılan canavar Muşmahhu’yu öldürme sahnesi EHD eserlerinde gösterilmiştir (resim 14). Tanrıların bir yılan ejderha ile mücadelesini anlatan başka bir mühür deseni A. Jeremias’ın Handbuch der altorientalischen Geisteskultur’undan alınmıştır[12] (resim 15).
Yazılı eserlere baktığımızda, “kartal ile yılan” halk öyküsü karşımıza çıkar. Öyküye göre kartal ve yılan dostluk andı içerler. Birbirlerinin yavrularını kollamaya ve onlara yiyecek sağlamaya söz verirler. Kartal bu anlaşmaya uymaz, yılan uzakta avlanırken onun yavrularını yutar. Yılan bu olay karşısında andbozucu kartaldan intikam almak için tanrı Şamaş’a yalvarır. Şamaş yılana, kartalı nasıl tuzağa düşüreceğini, kanatlarını kırıp nasıl çukura düşüreceğini anlatır. Yılan dediklerinin hepsini yapar ve kartalı çukura atar. Kartal o çukurda acınası bir halde Şamaş’a yalvarmaya başlar. Ve Şamaş onu o çukurdan kurtarır ve minnet borcu olarak doğum otunu bulacağına söz verir[13]. Bu mitos birçok mitosla bağlantılıdır fakat konumuz yılan olduğu için onlardan bahsetmeyeceğim. Burada öğretici bir hikayenin kahramanı olan yılan mühürlerde ya da tasvirli sanatlarda yer alamsa da metin olarak elimize ulaşmıştır.
Ayrıca yılan Gılgamış destanında da büyük bir rol oynamaktadır. Gılgamış Mitosu; Asurbanipal kütüphanesinde bulunmuştur. 12 tablettir. Bu versiyon Gılgamış’ın sahip olduğu kahramansı özelliklerin anlatılması ile başlar. Tanrılar Gılgamış’ı insanüstü irilikte yaratmıştır. Fakat Erek soyluları, halkının çobanı olması gereken Gılgamış’ın zorbalık yaptığını söyleyerek tanrılara şikayet etmişlerdir. Tanrılardan Gılgamış’a benzer bir varlık yaratmasını isterler. Sebebi ise Gılgamış gününü o yaratığın üzerinde denemesi ve halkı rahat bıraksın diyedir. Ve böylece tanrılar Enkidiyu yaratırlar.
Enkidu olağanüstü biri olup, yabanıl bozkırın insan biçimini alır. Otlanarak beslenir, yabanıl hayvanlarla arkadaşlık eder, avcıların tuzaklarını parçalar, tuzaklardaki yabanıl hayvanları salıverir. Bu adamı Gılgamış öğrenir ve avcılara emir verir. Bir tapınak fahişesi yollar. Fahişe onu dişiliği ile kandırıp Gılgamış’a getirecektir.
Böylece Gılgamış ve Enkidu karşı karşıya gelerek güçlerini birbirlerine karşı sınarlar. Bu kapışma sıkı bir dostluk yemini ile sonuçlanır. İkisi de birbirine sonsuza dek yoldaş olacaklarına ant içerler. Bundan sonraki bölümde Gılgamış ve Enkidu’nun Huvava’yı öldürme macerası ile devam eder. Huvava’nın sedir ormanları İnnana kültü ile ilişkilidir. Gılgamış seferden zaferle dönerken İnnana onun güzelliğine kapılır. Gılgamışı aşığı yapmak ister, fakat Gılgamış bunu kabul etmez. İnanna buna çok sinirlenir.
İnanna Anu’dan göğün boğasını yaratıp, Gılgamış’ın ülkesine gönderilmesini ve halkını mahvetmesini ister. Boğa yeryüzüne indirilir ve Erek halkı çok kayıp verir. Ve bu boğa Enkidu tarafından öldürülür. Boğa öldükten sonra Tanrılar toplanıp Enkudu’nun ölmesine karar verirler.
Bunun üzerine Enkidu bir rüya görür. Kendisinin yer altı dünyasına götürüldüğünü ve Nergal tarafından hayalete dönüştürüldüğünü görür. Ve bunun üzerine Enkidu ölür. Gılgamış’ın yası çok çarpıcı şekilde anlatılmıştır. Öyle ki Akhilleus’un Patroklos için yaptığı yas törenlerinden birine benzetilir.
Gılgamış destanın bu bölümünde ölümün acı yüzü ile yüzleşir. Gılgamış sonunun Enkidu gibi olacağın düşünüp paniğe kapılır. Ölümsüzlüğü aramak için yollara düşer. Gılgamış ölümsüzlüğü kazanan tek ölümlünün atası Utnapiştim olduğunu bilmektedir. Bu yüzden onu bulmak için yola koyulur. Gezinin başında Manşu dağının eteklerinde, dağın akrep-adam ve karısının bekçiliğini yaptığı kapıya gelirler. Akrep adam hiçbir ölümlünün o dağı aşamadığını söyler. Fakat gılgamış gezisinin amacını söyleyince akrep adam geçmesine izin verir ve Gılgamış yoluna devam eder. Ve Utu’ya ulaşır. Utu onu bu yolculuğun tehlikesi hakkında uyarır. Fakat Gılgamış yolundan vazgeçmez. Ve denizin kıyısına ölüm sularına ulaşır. Burada bir başka bekçi olan biracı-karı tanrıça Sudiri ile karşılaşır. Oda Gılgamış’ı caydırmaya çalışır ve Şamaş dışında kimsenin o yolu aşamayacağını söyler. Gılgamış ise ona “yaşamdan haz alabildiği sürece eğlenmeye bakmasını” söyler.
Ve yoluna devam eder. Kıyıda Utnapiştim’in kayığının dümenciliğini yapmış olan Urnaşabi’yi görür. Kendisini ölüm sularından karşıya geçirmesini buyurur. Kayıkçı ondan ormana gidip 120 direk kesmesini ister ölüm suyundan etkilenmemek için. Gılmamış dediğini yapar. Sonunda Utnapiştimin yanına gelir. Gelir gelmezde peşine düştüğü ölümsüzlüğü elde etmek için ne yapması gerektiğini sorar. Ve Utnapiştim ona tufanı anlatır. Ve akrep adamın, Şamaş’ın, Suduri’nin dediği gibi tanrıların ölümsüzlüğü kendilerine ayırıp, ölümü insanlar verdiğini anlatır.
Gılgamış hayal kırıklığı ile oradan ayrılırken Utnapiştim ona yaşlıyı yeniden gençleştirme özelliği olan bir bitkiden bahseder. Ancak onu elde etmesi için denizin dibine dalmasını söyler. Gılgamış denizin dibine dalar ve harikalar yaratan bitkiyi çıkarır. Erek’e dönüş yolunda yıkanmak ve giysi değiştirmek üzere bir su birikintisi yanında mola verir. Yıkanıp giysilerini değişirken bir yılan bitkiyi kaçırır. Giderken de derisini değişerek geride bırakır. Mitosun son sahnesi ise Gılgamışın su dibinde şanssızlığına ağladığı sahnedir [14]. Yılanın ölümsüzlük otunu yemesi ile yılana sonsuzluk, ölümsüzlük, gençlik anlamları da yüklenmiştir.
Anadolu’ya baktığımızda Hititler’de yılan mus adı ile de anılır ve kutsal bir hayvandır. Hititlerin kutsal kabul ettiği ve kartallarla mücadele ettiğine inandıkları İlluyankas isimli dev bir yılan ilahlarının olduğu bilinmektedir[15].
Hatti kökenli en önemli mitoslardan biri de Fırtına tanrısı ile yılan arasındaki savaştır. Hikayenin özünü, kötülüğün güçlerini simgeleyen bir düşmanla, ilahi güçlere sahip bir kahraman arasındaki ritüeli andıran bir mücadeleyi içermektedir. İki farklı versiyonu bulunan öykünün, Fırtına Tanrısı’ ile ölümcül bir savaşa tutuşmak için yerin altından sürünerek çıkan yılan illuyanka (ismi yılan anlamına geliyor) ile başladığı belirtilmektedir. Başlangıçta yılanın, dışarıdan hem ilahi (önceki versiyon) hem insani (her iki versiyonda) yardım istemek zorunda kalan tanrıya acı bir yenilgi tattırarak üstünlüğü ele geçirdiği ifade edilmektedir.
Yenilgi üzerine, Fırtına Tanrısı’nın bütün tanrıları yardıma çağırdığı ve Tanrıça İnara’ın bir entrika düzenlemesini istediği, İnara’nın da her türlü içkinin fıçılar halinde bol miktarda bulunduğu büyük bir ziyafet hazırladığı, ardından Huppasiya isimli bir adamı kendisine hizmet etmesi için çağırdığı, Huppasiya’ın ise, İnara ile bir gece beraber olabilme şartı üzerine hizmet edebileceğini söylediği, bunun üzerine tanrıçanın teklifi kabul ederek ölümlü ile yattığı dile getirilmektedir.[16]
“inara, Hupasiya’yı uzaga götürüp sakladı. Süslendi ve bir şölene
hazırlanıyorum, gel ye ve iç (diyerek) yılanı deliğinden çıkmaya davet etti. Böylece
yılan ve çocukları çıktı, yiyip içtiler. Bütün kapları boşalttılar ve sarhoş oldular.
Simdi tekrar deliklerine dönmek istemediler. Hupasiya geldi ve yılanı halatla bağladı.
Sonra, Fırtına Tanrısı ve beraberindeki tanrılar geldi ve yılanı öldürdü.”
Bu efsanenin ele geçen bir ikinci versiyonunda yine, illuyanka’nın Fırtına Tanrısını yendiği, ancak bu kez illuyanka’nın, Fırtına Tanrısının kalbini ve gözlerini de alarak onu aciz durumda bıraktığı, bunun üzerine Fırtına Tanrısının bir hileye başvurduğu görülmektedir. Fırtına Tanrısı, ölümlü, yoksul bir adamın kızından bir oğul sahibi olduğu, bu oğlun büyüyünce, illuyanka’nın kızıyla evlendiği ve kayınbabasının ailesinin bir üyesi olduğu belirtilmektedir. Fırtına Tanrısı’nın artık planını uygulamak istediği ve oğluna “Gidip karının evinde yasadığın zaman onlardan (başlık olarak) gözlerimi ve kalbimi iste.” dediği, oğlun yeni ailesinin ise hiç şüphelenmeden istediklerini gönüllü olarak verdikleri anlatılmaktadır[17]
Bu iki versiyonda da yılan tanrıların korktuğu ve yenmek istediği bir varlık olarak gösterilmektedir. Belki de 2. dereceden bir tanrısallık simgesidir. Ayrıca bu mitos örneği ile Hitit toplumunun sosyal yapısı hakkında bilgi edinmekteyiz. Bu mitos çok sevilmiş olacak ki Malatya’da bir alçak kabartma örneğinde tasvir edilmiştir (resim 16-17).
Ayrıca İlluyanka efsanesi mevsimlerle ilgilidir. Hititlerde yılan ejderha, ilkbaharda taştığı zaman kendinden korkulan nehirlerin sembolüdür. Puruli adını verdikleri festivalde geçen yılanın öldürülmesi ayini her sene tekrarlandığı zaman nehirlerin taşmayacağına inanılır[18].
Mitosların dışında Hititler’de bir de yılan falı bulunmaktaydı. Bu falları yaşlı falcı kadınlar yorumlamaktaydı. Kehanet soruşturmalarını yorumlayan bu “Yaslı kadınlar-falcılar”ın, soruşturmayı yılan ile bağlantı içinde yürüttükleri de belirtilmektedir. Bu örnek durumda, özellik bir göstergeyle işaretlenmiş bölümlere ayrılan bir kabın (‘hayat’ı ‘günah’, ‘tapınak’, ‘ev’, ‘hapis’) suyla doldurulduğu ve içine bir su yılanının salıverildiği ifade edilmektedir. Sürüngenin bölümler arasındaki hareketinin, ‘Yaslı kadınların kutsal iradeye ilişkin yorumuna temel sağladığı kaydedilmektedir[19].
Anadolu’da ki bir diğer önemli uygarlık frigler’dir. Ana Tanrıça, Frig uygarlığında Kybele adıyla anılır. Friglerin en eski ve en kendine özgü kültü, Ana Tanrıça kültüdür; bu tanrıça Frigler tarafından Agdistis olarak da tanımlanırdı. Frig kabartmalarında Kybele’nin başında kuleye benzer yüksek bir taç vardır; bu taç onun, kentlerin ve tarımsal ürünlerin tek egemeni sayıldığının simgesidir. Bu nedenle ona “mater turrigera” (kule taşıyan ana) da denirdi. Bu kuleler sayılarına göre tanrıçanın koruyuculuğu altında bulunan kenti, ya da kentleri temsil ederdi. Kafasında bir kule ile canlandırılan tanrıçanın elinde sürekli bir anahtarı vardı.
Yılan figürü Kybele’nin doğuşunu anlatan mitosta da karşımıza çıkmaktadır. Mitosa göre: “Bir zamanlar gökler, denizler ve kayalar, birbirlerinden ayırt edilemeyecek halde imişler. Fakat birdenbire ortada bir musiki tınlamış, gökler ve denizler gene bir kâinat teşkil etmekle beraber birbirinden ayrılmışlar. O esrarengiz musiki, Ürinom’un (yani Kybele’nin) doğduğunu ilân ediyormuş. Onun sembolü de ay imiş. Bütün Kâinatın yüce tanrıçası ıssız dünyada, boş sular, çıplak topraklar ve gökte dönen yıldızlar arasında yapayalnız kalmış. Avuçlarını sürüştürmüş ve avuçlarının arasından büyük yılan Ofiyon kayıp çıkmış. Kybele, merak dolayısıyla onunla âşıkdaşlık etmiş. Bu sevgi ve kavuşmanın yuvarlanış sarsıntılarıyla, topraklar devrilip dağlar olmuş, sular fışkırıp nehirler akmış, göller toplanmış, birçok sürüngen mahlûklar peyda olmuş. Ettiğine utanan ve pişman olan Kybele, yılanı öldürüp gölgesini –yani ruhunu– yeraltına göndermiş. Kybele, kendi nefsine karşı da âdil davranarak, Hekat adıyla kendi bir kısmını da yeraltına göndermiş. Ölü yılanın ortalığa savrulan dişlerinden çoban ve sığırtmaç gibi insanlar peyda olmuş. Bunlar toprağı sürmesini biliyorlarmış. Ceviz, incir ve üzüm gibi ağaç yemişleri ile geçiniyorlarmış. Madenleri tanımıyorlarmış. İşte bu, taş devriymiş. Kybele gökte, denizde ve karada yaşamaya devam etmiş. Karada adı Rhea olmuş. Soluğu taze çalı ve çiçek kokuyormuş. Gözleri elâ (glaukopis) imiş. Rhea olarak Girit’i ziyaret etmiş. Yalnızlığı dolayısıyla güneş ve buhardan, sevgili olarak, Kronos’u yaratmış. Analık duygusunu ve özleyişini doyurmak üzere, her yıl İda dağının Dikte mağarasında, bir güneş oğlu doğururmuş. Kronos, çocukları kıskandığı için, onları öldürüyormuş. Kybele, bu işe öfkelenmiş, Kronos’un sol elini istemiş, beş parmağını keserek onlardan Daktiller yani beş parmak tanrısı yaratmış. Kybele, altıncı olarak doğurduğu tanrıya Zagreus adını vermiş”[20].
Tüm bunların yanı sıra yılan eski ahitte kendine yer bulmuştur. Eski ahitte Tekvin 3-4 Bap 3’te anlatılan; Ve Allah’ın yaptığı bütün kır hayvanlarının en hilekarı yılandı. Ve kadına dedi: Gerçek, Allah: bahçenin hiçbir ağacından yemeyeceksiniz dedi mi? Ve kadın yılana dedi; bahçenin ağaçlarının meyvasından yiyebiliriz; fakat bahçenin ortasında olan ağacın meyvası hakkında Allah: ondan yemeyin, ona dokunmayın ki ölmeyesiniz dedi. Çünkü Allah bilir ki ondan yedinizi gün, o vakit gözleriniz açılacak, iyiyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız. Ve kadın gördü ki ağaç yemek için iyi, ve gözlere hoş, ve anlayışlı kılmak için arzu olunur bir ağaçtı, ve onun meyvasından aldı, ve yedi, ve kendisiyle berarber kocasına da verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı, ve kendilerinin çıplak olduklarını bildiler; ve incir yapraklarını dikip kendisine önlük yaptılar. Ve günün serinliğinde bahçede gezmekte olan RAB Allahın sesini işittiler; ve adamla karısı RAB Allahın yüzünden bahçenin ağaçları arasına gizlendiler. Ve RAB A llah adama seslenip dedi ki; neredesin? Ve o dedi ki; senin sesini bahçede işittim ve korktum, çünkü ben çıplaktım, gizlendim. Ve dedi: çıplak olduğunu sana kim bildirdi? Ondan yeme diye sana emrettiğim ağaçtan yedin mi? Ve adam dedi ki: yanıma verdiğin o ağaçtan bana verdi ve yedim. Ve RAB Allah kadına dedi ki: bu yaptığın nedir? Ve kadın dedi: yılan beni aldattı ve yedim. Ve Rab Allah yılana dedi: bunu yaptığın için bütün sığırlardan ve bütün kır hayvanlarından daha lanetlisin; karnının üzerinde yürüyeceksin ve ömür boyu bütün günlerinde toprak yiyeceksin ve seninle kadın arasına ve senin zürriyetinle onun zürriyeti arasına düşmanlık koyacağım; o senin başına saldıracak; sen onun topuğuna saldıracaksın. Kadına dedi; zahmetini ve gebeliğini ziyadesiyle çoğaltacağım; ağrı ile evlat doğuracaksın; ve arzun kocana olacak, o da sana hakim olacaktır. Ve Âdem’e dedi: karının sözünü dinlediğin ve ondan yemeyeceksin, diye sana emrettiğim ağaçtan yediğin için, toprak senin yüzünden lanetli oldu; ömrünün bütün günlerinde zahmetle ondan yiyeceksin ve sana diken ve çalı bitirecek; ve kır oyunu yiyeceksin; toprağa dönünceye kadar, alnının teri ile ekmek yiyeceksin; çünkü ondan alındın; çünkü topraksın, ve toprağa döneceksin (resim 18 )[21].
Yunan ve Roma kültürlerine baktığımızda çeşitli şekillerde yılan sembollerini görebiliriz. İlk olarak Girit’in yılan tanrıçasını örnek vermek mümkündür. Bu tanrıça heykelciği M.Ö. 1400’lere ait olup Girit’e bulunmuştur (resim 19). Girit’te yılanlara “ocağın dokunabilir ruhlarının bedenleşmiş şekilleri” gözüyle bakarlar ve onlara taparlar[22]. Ayrıca burada vurgulanan güçlü göğüslü tanrıça ellerinde ki vahşi yılanlarla bir mesaj vermektedir. Belki tehdit içermektedir.
Yunan ve Roma kültürlerinde yılanın saygın bir yeri ve kullanımı mevcuttur. Yıla karşı beslenen kötü imgesel yorumlara ilk Romalı Çiçeron ile gözlemlenmektedir. Çiçeron yılan hakkındaki olumsuz duygularını “ her şeyi insanların faydası için yaratan tanrı, u bir sürü yılanlara acaba neden lüzum gördü? Diyerek dile getirmiştir[23].
Romalı yazar Aelian (ölümü M.S. 222) “Hayvanlar Tabiatı Üzerine” isimli eserinde tanrı Apollon’a ait olduğu söylenen Epir bölgesindeki bir yılan mabedinden bahseder. “epir halkı her yıl yılın belli zamanlarında Apollo’ya kurbanlar sunar. Tanrıya adanmış, içinde tanrının oyuncakları- yılanlar bulunan daire biçiminde sarılmış bir orman vardır. Yılanlara yalnızca bakire rahibeler yaklaşabilir. Rahibe çıplaktır, yılanlara yemekleri o getirir. Epir halkı bu yılanların Delfi’deki Piton’dan geldiğine inanır. Rahibe yılanlara yaklaştığında yılanlar yumuşak başlı görünüp, yemeklerini yerlerse verimli ve hastalıktan uazak bir yıl olacağı söylenir. Eğer rahibeyi korkutur ve sunduğu balı almazlarsa tersini düşünürler”.
Antik çağda diğer bir önemli yılan sembolü Asklepios ve onun adına kurulan kült merkezleridir. “Doktor tanrı” ve “doktorluk tanrısı” olan Asklepios’un adına kurulan sağlık tapınakları olan “asklepionlar” Antik Batı Anadolu tıbbının en önemli yapılarıdır. Anadolu’nun batısında, Ege adalarında ve Yunanistan’da 200′den çok asklepion bulunduğu tahmin ediliyor.
Asklepios Yunan mitolojisinde hekimlik sanatının ustası olan tanrı olarak geçer. Bu sanatı o kadar ileri götürmüştür ki ölümler son bulmuş hatta ölüleri bile diriltmeye başlamıştır. Bunun üzerine Zeus tarafından doğal düzeni bozduğu gerekçesiyle cezalandırılır. Asklepios doğadaki dengeyi koruyan iyileştirici gücü temsil etmektedir. Güçlü sağlıklı elinde yılan sarılı asası bir erkek heykeli ile temsil edilir (resim 20). Döneminin sağlık merkezi olarak çalışan Asklepion’da birbirinden çok farklı ve geçerli tedavi yöntemleri kullanılmaktaydı.
MS 2. yüzyıl ortalarında günümüzde Kastamonu’nun İnebolu ilçesi antik dönem Abonuteikhos’da yılan değişik bir form almıştır. Roma dünyasını ayağa kaldıran sahte peygamberli pagan bir din ortaya çıkmıştır. Dinin kurucusu Abonuteikhoslu Aleksandros’tur. Aleksandros, Makedonia’daki Pella kentinden aldığı büyük yılanla başlattığı kurmaca dini, Apollon’un oğlu Asklepios’un reankarne olması inanışı temeline dayandırıyordu. Aleksandros ve onun kurduğu Glykon Kültü antik hiciv yazarlarından Samosatalı (Samsat) Lukianos tarafından günümüze aktarılmıştır[24].
Aleksandros ve Kokkonas, bilicilik merkezinin Abonuteikhos’da kurulmasına karar verdikten sonra tasarladıkları bir plan dâhilinde Kalkhedon’a gelerek buradaki en eski tapınak olan Apollon Tapınağı’na bir tunç tablet gömmüşlerdir. Tablet üzerinde Asklepios’un, babası Apollon ile birlikte pek yakında Pontus’a gideceği ve Abonuteikhos’da yerleşeceği, Sinope’nin yamaçlarında Abonuteikhos’da bir yalvaç çıkacağı yazılıydı. Daha sonra Aleksandros kendilerinin gömmüş olduğu bu tabletin bulunmasını bir şekilde sağlamıştı. Ve aynı zamanda hiç vakit geçirmeksizin burada yazılı olan bilgilerin Bithynia ve Paphlagonia’ya yayılmasını da sağlamış ve ardından memleketine doğru yola çıkmıştı. Aleksandros memleketine saçlarını uzatmış, omuzlarından aşağı salıvermiş, yarısı beyaz yarısı erguvan renkli bir giysi üzerine de beyaz pelerin atmış olarak gelmişti. Elinde Perseus gibi bir yelkovan kuşu da tutmaktadır ki soyunun buraya dayandığı intibası vermeye çalışmaktadır[25].
Aleksandros birkaç gün sessizlik içerisinde bekleyip yeterli koşulların oluşmasını bekledikten sonra, bir gece temelleri kazılmakta olan Asklepios tapınağına kadar gidip içine daha önceden yavru bir yılan yerleştirdiği kaz yumurtasını toprağa gömmüştü. Aynı günün sabahı olduğunda Aleksandros, kendini çıldırmış bir şekilde sokağa atmış, tapınak temelleri yakınındaki bir sunak taşı üzerinden halka seslenmiş ve onlara birazdan tanrıyı göreceklerini müjdelemişti. Aleksandros bu konuşmayı yaparken de içinde tanrı Apollon ve Asklepios’un çok sık geçtiği ancak halkın anlamadığı Fenikece cümleler de kurmuştu. Sonra yumurtayı daha önce gömdüğü yerden alan Aleksandros, yumurtayı işaret ederek halka ellerinde Asklepios’u tuttuğunu söylemişti. Aleksandros, halkın şaşkın bakışları altında yumurtayı kırmış ve o anda yumurtanın içinden çıkan yavru bir yılan ellerinde dolaşmaya başlamıştı. Halk işte o anda Asklepios’un yeniden doğumuna şahit olmuş ve hep birlikte dua etmeye başlamışlardı.
Birkaç gün evine kapanan Lukianos ortaya çıkan tanrının ve bu durumun haberinin Paphlagonia’ya yayılmasını ve binlerce insanın Abonuteikhos’a akın etmesini beklemişti. Daha sonra evinde loş ışıklı bir oda düzenleyerek bir sedir üzerine oturmuş, burada da Pella’dan aldığı büyük yılanı kendi vücuduna dolamıştı. Yılanın başını koltuğunun arkasına saklayan Aleksandros daha önce çuval ve kaz teleğinden yapılmış olan sahte yılanbaşını (Keten bezinden bir yılanbaşı da yapıp ayarlamıştı. Bu baş insanı çok andırıyordu, kaş-göz, herşey çizilmişti, canlı gibiydi. At kılıyla ağız açılıp kapanıyor, gene at kılıyla yılanınki gibi kara çatal bir dil dışarı uzanıp çekiliyordu[26]) sakalının altından çıkartmıştı. Daha sonra kente doluşmuş binlerce insan sıra halinde bu odaya girerek yeni tanrıyı görme imkânına kavuşmuştu. Odanın iki kapısı bulunmaktaydı ve insanlar bir kapından giriyor alelacele de diğer kapıdan çıkartılıyorlardı. Şaşkınlık içinde olan insanların birkaç gün önce yaşadıkları mucizeye bir yenisi daha eklenmişti.
Çünkü birkaç gün önce dünyaya gelen ve bir elin parmaklarında dolaşan yılan şimdi karşılarında sevecen, insan yüzlü ve ancak bir ejder büyüklüğünde çıkmıştı[27].
Asklepios’un yeniden dünyaya gelmiş hali, yine bir kehanetle yeni Asklepios olan Glykon, bir yılan imajı olarak dayandığı Asklepios kültünde her zaman var olmuş çok önemli bir dinsel imgeydi. Ancak burada Glykon, bir yılan tanrı olarak Asklepios’un aynı zamanda kendisiydi de. Bunun yanında insan yüzü, uzun saçları, kulakları ve konuşuyor olması da kendine has olan önemli ayırt edici özellikleriydi. Bu kültürden bize kalan birçok sikke, heykel ve kült eşyası vardır (resim 21,22,23).
Modern dünyada yılana yüklenen anlam genelde kötülük, şeytani simge ya da soğukluk olsa bile halen bu sembol yaygınlığından hiç bir şey kaybetmemiştir. Tıp fakülteleri başta olmak üzere, birçok ilaç firması ve üniversite halen yılanı sembol olarak kullanmıştır. Günümüzde efsunlu anlamı çok dikkat çekmese de günlük eşyalarda özellikle aksesuarlarda sıkça kullanılmaktadır. (resim 24-25).
SONUÇ
Yılan, en eski çağlardan beri insanı etkileyen ve hakkında birçok söylencenin üretildiği hayvanlardandır.
En erken kültür toplumlarından en geçine kadar yılana farklı anlamlar yüklenilmiş, farklı yorumlamalar yapılmıştır. Yılan kendine her toplumda yer bulmuş, popüler bir sembol haline gelmiştir. Elbette ki bu sembolleri tek seferde anlamak olanaksızdır. Yüklenen anlamı anlayabilmek için o kültürün dini inanışına, sosyal hayatına, yaşam felsefesine hakim olmak gerekir.
Mısır’da hem bir tanrı hem bir şeytan olmuştur. Mezopotamya’da yine kutsal görülmüş tanrı sembolü olmuştur. Hititler’de tanrının yenmesi gereken bir kahraman, Yunan ve Roma uygarlıklarında şifacı ve kutsal sayılmıştır.
Bu doğrultuda yılan içinde birçok gizime, efsun, kehanet barındırır. İçindeki zıt anlamlar bunun en güzel örneğidir. Ölüm ve yaşam, iyilik ve kötülük, bilgelik ve sinsilik, sonsuzluk ve hiçlik bunlardan bazılarıdır.
[1] Lexikon-6., 246
[2] Ersoy 1990, 329
[3] Roller 2004, 120
[4] Eyüpoğlu 1990, 77
[5] Yöndemli 2006, 23
[6] Hooke 1991, 73
[7] Hooke1991,76
[8] Yöndemli 2006, 25
[9] Yöndemli 2006, 26
[10] Green 2003, 158
[11] Green 2003, 237
[12] Kramer 2001, 147
[13] Hooke 1991, 62
[14] Hooke 1991,
[15] Yöndemli 2006, 37
[16] Karauğuz 2001, 70
[17] Karauğuz 2001, 73
[18] Yöndemli 2006, 38
[19] Bryce 2002, 165
[20] Eyüboğlu 1990, 78
[21] Eski ahit
[22] Yöndemli 2006, 82
[23] Yöndemli 2006, 85
[24] Karasalihoğlu 2011, 12
[25] Karasalihoğlu 2011, 16
[26] Lukian 1925, 12
[27] Karasalihoğlu 2011, 17
KAYNAKÇA
Bryce 2002, Bryce, T., Hitit Dünyasında Yasam ve Toplum (Ankara 2002). Dost Kitapevi
Lexikon-6, Olbrich H.- Gerhard S., Lexikon der Kunst/6 (Almanya 1996). DTV
Eski ahit, Eski Ahit, Tekvin 3,4, Bap 3 (İstanbul 2002). Kitabı Mukaddes Şirketi
Karauguz 2001, Karauguz, G., Hitit Mitolojisi (Konya 2001). Çizgi Kitabevi
Hooke 1991, Hooke S. H., Ortadoğu Mitolojisi Ankara 1991). İmge Yayınevi
Yöndemli 2006, Yöndemli, Fuat, Hayat Ağcı Ejder Yılan ( İstanbul2006 ) Nüve Kültür Merkezi
Lukian Alexander, Lukian A. L., Alexander. Alexander the false prophet (1925). (Trans. A.M. Harmon) Loeb Classical Library.
Roller 2004, Roller, L.E., Ana Tanrıçanın izinde, Anadolu Kybele Kültü (İstanbul 2004). Çev:B. Avunç, Alfa Yayıncılık
Eyüpoğlu 1990, Eyüpoğlu İ. Z., Tanrı Yaratan Toprak – Anadolu (İstanbul 1990). Der Yayınları
Green 2003, Green A., Mezopotamya Mitolojisi Sözlüğü (İatanbul 2003). Aram Yayıncılık
Karasalihoğlu 2001, Karasalihoğlu M., Antik Çağdan Bugüne Glykon Kültü, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) (Eskişehir 2011)
Korkmaz 1990, Korkmaz N., Semboller Ve Yorumlarla Görünenden Görünmeyene (İstanbul 1990). Sena Ofset Matbaası
Kramer 1999, Kramer S.N., Sümer Mitolojisi ( İstanbul 1999). Kabalcı Yayınevi
Mısır kültürü ve Tebai kısmından sonra okumayı bırakacaktım ki az daha şans vereyim dedim Hermes’in asası görselini Asklepios çubuğu ile karıştırıp Tebai şehri simgesi olarak paylasmislar:/