Yeni Nesil Bir Şair: Ömer Alkan – II

0
288
Yeni Nesil Bir Şair: Ömer Alkan -II

Kor; bir döngünün yansıması olarak doğum; bir çaba, yaşam sıcaklığına tekrar kavuşma çabasıdır. Şiirlerde kadın ve erkeğin ilkel güdüleri öne çıkar. Doğal bir olay olan çocuğun doğumu, doğanın içinden çıkan mucizevi ve sanatsal bir başlangıç olarak işlenir. Bu yaklaşım Fransız şair Baudelaire’in doğa’sından farklıdır. Doğa’yı nedensiz ve bilinçsiz çokluğu yüzünden tekilliğine bir tehdit olarak gören Baudelaire’a göre  “eylem adamı erekler değil araçlar konusunda kendisini sorgulayan kişidir” ve Baudelaire yararlı olanı ve eylemi hor görür. Ömer’in şiirlerinde ise erek zaten uluortadır, tek bir doğrultudadır. Yükselen bir lav gibi, yukarı ve daha yukarı çıkmak isteyen, durgunluğa karşı hareketi talep eden bir kahraman yaratır. Araçlar bin bir çeşit olabilir ve olmalıdır da. Çokluk kıymettir.

 “Güzellik zamanı aşar kendine kavuşur karşına düşer. İşte saatlerden biriydi, karşıma kendini santimetrelerce ifade koyuverdi. Tablo desem değildi, canı vardı ama benim cinsime de uzak değildi. Ölümün ahengi, durumun söz edişi biricikliğiyle, somuta serzenişi… Tutacaklığı yoktu ve toprağa düşüverişi… Güzel nedir dedim yere kavuşma anında, o dirinin bitime ve yeni yetmelik saatine kavuşabilmesine hitap edecektim.”

Estetik konusunda Hegel’in taklit ilkesi tamamen biçimsel olduğu için, bu ilke sanatın amacı kılındığı zaman, nesnel güzelliğin kendisi ortadan kalkar. Hegel’e göre sanat güzelliği tinden doğmuş ve yeniden doğmuş güzelliktir; “tin ve ürünleri, doğa ve fenomenlerinden ne kadar yüksekse, sanat güzelliği de doğa güzelliğinden o kadar yüksektir” der Hegel.

Ömer’e göre ise güzellik doğumda ve yeni olanda. Yaratı akışkandır, kandır hayattır. Ömer’in güzel’i yaratıda bulması Hegel’in tinsel ve doğal ayrımından yola çıkacakmış gibi görünse de doğayı takdir etmekten vazgeçemez. Üretken bir varlık olarak kadını öne çıkardığı şiirlerde “kadın” ve “çocuk” yaratı ve doğum üzerine sembolik birer ifade olmakla birlikte üretimin her türlüsü bir doğum Ömer’e göre:

“sen

Senin uğruna bu bereket

Yeni

Doğdun işte

İşteler rütbesiz

Güzelsin sen.”

Baudelaire’ye göre ise güzellik hep tikeldir, bireysel olanla ebedi olanın belirli bir oranda karıştırılmasıdır, bu karışımda ise ebedi olan bireysel olanın ardında gösterir kendini. Güzel der Baudelaire “Niceliği güçlükle belirlenebilen ebedi, değişmez bir öge ile deyim yerindeyse, sırasıyla ya da tümü de aynı andan çağ, moda, ahlak, tutku olan göreli koşullara bağlı bir ögeden kuruludur.”

Bu bağlamda Ömer’in doğa, estetik, tin ve güzellik anlayışı Baudelaire’inkinin ters yüz edilmiş biçimi olarak anlaşılabilir. Tam bir şehir insanı olan Baudelaire’e göre doğa dizginlenemez, bayağı ve verici akışkanlıkta olmasıyla küçümsenirken, yine bir şehir insanı olan Ömer, doğanın düzeni içindeki Kor’un yakıcılığını ve mutlak yeniden doğuma hazırlayan güneşin besleyiciliğini güzellik olarak tanımlamakta ve güzeli doğanın sürekli yeniden doğuma elvermesinde bulmaktadır. Baudelaire’e göre doğuştan yetenek ve sürekli üretim gibi kavramlar tiksinti verici bir durumken, Ömer hem doğumu, hem doğuştan getirilenleri hayranlıkla karşılamakta ve kendi çalışmalarında da üretimin sürekliliğine önem vermektedir. Bununla birlikte yine de üretimin ancak yüce bir adanmışlık hali gerektirdiği konusunda görüşlerinin birleştiğinden söz edilebilir.

 “Baudelaire’in dandizmi kendinden korkmasındandır” der Sartre. “Kiniklerin ve stoacıların askesidir bu. Çünkü bunu fazla sınırsız bir özgürlük olarak görür ve iradeyi güçlendirip ruhu disipline sokmaktan yanadır.”

Ömer ise ruhun ve doğanın taşkınlığından yanadır. Bu yaklaşımında Cahit Zarifoğlu’nun etkisinden söz eder.  “ ‘Menziller’ kitabı saf haliyle bir şiirdir; farklı biçim denemeleri, metaforların güçlü sadeliği ve kadın, doğum, cinsellik, aşırılık ve yoğunluk hislerinin en fazla hissedildiği eserlerden biridir. Onun şiirlerinde her ne kadar takipçi çevrelerinde fazla söz edilmese de nirvana; katarsis anlamında cinselliğin, ansızlığın anıdır.”

Serinin son kitabı Kut; tanrılara ve bugüne kadar süregelmiş tanımlara yönelir. Kut, kelime kökeni olarak Kutsal’dan gelir. Şiirlerinde, tragedya sahnelerindeki tanrılar savaşlarına atıflar vardır ve bu çatışmalar her daim yeni adına yapılmaktadır. Ömer’e göre; “Amaç, her zaman hakikatin peşinde olmak, daima bir değişim içinde olan gerçekliği aşıp hakikate ulaşma arzusunda olmaktır.Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nda bütün kültürlerin kahraman mitlerinde ortak tek bir kalıp bulunduğunu ortaya koymuştur. Kahraman tanrıları savaşıp yenen, yeni kahraman, bu gizemli maceradan her daim benzerleri üzerinde üstünlük sağlayan bir güç ile geri döner. O artık Kut’ları yıkmıştır ama bu kez kendisi bir Kut olmuştur.

Bizler özneyiz” diyor Ömer. “En kapsamlı haliyle nesnel algıya varamayacağımızı biliyoruz ve bu nesnel ve kapsamlı bütünlüğün adı hakikat; ona ulaşmak mümkün olmasa da bu çaba bizi var ediyor. Çabanın yöntemi ise dilin genişlemesi, diyebiliriz. Dil insanidir ve algımızın sınırıdır ama kapasitesini arttırabilir. Kısacası Hakikate öznel varlıklar olarak bizim dil çabasına girerek algımızı niteliksel genişleme çabamız ile ulaşabiliyoruz. Kutlar; bizim kemikleşmiş, engelleyen ama aynı zamanda bize onur veren omurgamız olan geçmişin idolleri; ve ancak bir yıkım sayesinde yeni ve tazenin üretilmesiyle yeni ve “daha kullanışlı” kutlara varabiliriz. Ama hakikatin kendisi bu zamani döngünün dışında, öznel algının üstüne. Onun sadece daha büyük bir parçasına erişebilme olasılığı bile kıymetli.”

Ömer Alkan

Tragedya, iki kutbun karşılıklı ve şiddetli anlaşmazlığın ertelemesi olanaksız, üstesinden gelinmez ikiliğinin, bizim içinse kaynağın itkisiyle başlayan macera. Tragedyaları yazanlar her zaman şairler olduğuna göre aslında modern bir şairin yine de şairlik kanında doğal olarak bulunan (destansı anlatıma) antik bir geleneğe başvurmasına şaşmamak gerekir.

Şairler, insanlığın ötesinde göğün ayrı bir katında yaşamaları ve insanlık durumunu yansıtacak bir ayna yerine geçmeleri beklenen varlıklar olsa da; kendi tikelliğine “kısmen” sarılan bir şair olduğunu söyleyen Ömer çalışmaya ve üretmeye aklın, tarihin ve bilincin sınırlarında gezinerek devam ediyor.

PAYLAŞ
Önceki İçerikYeni Nesil Bir Şair: Ömer Alkan – I
Sonraki İçerikKundura Sinema Mayıs Ayında Seyircilerini Distopyalara Davet Ediyor
Beyza Dut
Beyza Dut; Sanata ve duygulara dair olan ne varsa yaşamın merkezine alınmasında bir sakınca görmeyen biri… Lise yıllarını İstanbul-Çemberlitaş’ta, üniversite yıllarını Çanakkale’de geçirdi. Bir süredir online mecralarda yazılarını paylaşıyor. İstanbul’da yaşıyor. Halen İstanbul Üniversitesi ‘’ Uluslararası Medya’’ programında master yapmakta olup, tam zamanlı olarak uluslararası bir stratejik araştırma merkezinde Göç ve Medya üzerine Araştırma Asistanı olarak görev almakta. Tiyatro eğitimi ve deneyimleri de bulunuyor ve pek çok gönüllülük esaslı faaliyetlerde bu deneyimlerini projelerine yansıtmıştır. Şiir yazmak ve resim çizmek en sevdiklerinden…