Çaya alışmışız.
Ekmeğe alışmışız.
Şekere alışmışız.
Sevip tutunduğumuz, mutluluk bulduğumuz her bir şey alışkanlığımız olmuş. Bırakın bu alışkanlıkları diyorlar. “Çayı bırakın, ekmeği ve şekeri bırakın.”, “Size sahte mutluluklar aşılayan alışkanlıklarınızı bırakın.”
Bu hususta bize mutluluk veren nedenlerin sahte olup olmadığını araştırmak lazım. Çay mı ekmek mi şeker mi sahte?
Benim mutluluğum sahte değil. Sıcacık ekmeğin arasına Erzincan Tulumu koyup yanına bir demlik çay bıraktığım zamanki mutluluğum sahte değil. Ya da muhtaç birine gizliden hazırladığım ekmek çay ve şeker kolisini, evinin önüne bırakıp kaçarken yaşadığım mutluluk sahte değil. Annem: “Sen geliyorsun diye kuzinede ekmek yaptım, tereyağını bana bana yersiniz” derken ruhumu cıvıldatan mutluluk sahte değil.
Peki ne sahte o zaman?
Yediğimiz içtiğimiz tüm gıdaların genetiğiyle oynayanlar sahte.
Topraktan biteni, ticari kaygılarla elin oğluna satıp bize yine elin ne idüğü belirsiz gıdalarını yediren sistem sahte.
İnsanın insanı çok düşünüyor gibi görünüp aslında hiç de umursamadığı kurallar şirketi sahte.
Bir zamanlar tarlada, bağda bahçede doğum yapıp bebelerini peştamala sarıp getiren analara, iki çuval şeker yüklemesini dayayıp bıçak altına girmeye zorlayan nedenler sahte.
Yasaklanan tüm abur cuburlarda ebeveyni ve çocukları zor duruma koyacak cezbedici reklamlar sahte.
Ya bu inekler sahte ya da mayalanan yoğurtlar…
Ya bu arılar sahte ya da kavanoza dökülen ballar…
Ya bu döngü sahte ya da bu döngüye kapılan insanlar…
Sahi Ademoğlu bir baksana bizim hamurumuzda ne katkısı var?