Kafamın içinden bana seslenen ölüm fısıltılarını yok saymaya çalışarak yoluma devam ettim. Attığım her adım bana katlanılmayacağım kadar acı verirken aynı zamanda hala yaşadığımı fısıldıyordu. Sol bacağımdan akan kan yüzünden topallayarak ilerliyordum. Şanslıyım! Yine ölüme giderken yaşam kollarını bana sarmış, sarmalamıştı. Sanki ben nefes almayı bıraksam, amacı kalmazmış gibi. Bacağımdaki yara tüm hücrelerime acıyı verirken babaannemin evine ulaştığımı farkettim. Babaannem 3 yıl önce ölmüştü. O zamandan beri burayı ilk defa geliyordum. Yılların eksittiği eve birkaç saniye bakarken emin olduğum tek şey, zamanın ne kadar çabuk akıp gittiğiydi. Bacağımdaki yaraya dikkat ederek muşmulanın altında olan anahtarı aldım ve iki katlı müstakil evin kapısını açtım. Uzun zamandan beri herkesin unuttuğu bakımsız evi incelerken dudaklarıma küstah bir tebessüm yer etmişti. Yanılmamıştım, anahtar hala aynı yerdeydi. Gıcırdayan merdivenlerden yukarı çıkarken koridorun sonundaki odadan gerekli malzemeleri aldım. Odadan çıktıktan sonra babaannemin odasına gittim ve yarada gözlerimi gezdirdim. Kurşun sıyırmıştı. Uzun bir zaman bu halde olduğum için çok fazla kan kaybetmiş olduğumu farkettim.
Bacağımdaki kotun üzerinden yarayı tam olarak göremiyordum. Bunun için kurşunun yırttığı yere kotumun üzerinden parmaklarımı geçirdim. Önce baş parmağımı sonra işaret.. Parmaklarımın baskısı yüzünden bacağım kan içinde kalmıştı, aldırmamaya çalıştım. Boğazımdan acı bir çığlık koparken yırtığı genişletebildim.
Bir miktar tentürdiyotu gazlı beze sürdükten sonra onu yaraya bastırdım. Çığlık atmamak için derince bir soluk aldım. Canımın acıyacağını biliyordum, ama bu kadar olacağını tahmin edememiştim.
Tentürdiyotlu bezi bacağıma sertçe bastırırken boğazım patlatırcasına çığlık attım. Acımıştı bu. Ama mikrop kapmaması için şarttı. Bir süre sonra bacağımda ki yanma hissi hafiflediğinden bezi kaldırdım.
Kandan yara görünmediğinden suyla yarayı temizlemeye kadar verdim.
Zorla da olsa ayağa kalkıp banyoya gittim. Bacağıma su tuttum. Bacağımdan giden kan, yaranın yeniden kanamasına yol açmıştı! Yine de katlanılmayacak kadar değildi acı. Biraz durarak acının geçmesini beklerken içimden ‘leylek’ sözcüğünü tekrar ediyordum. Bacağımı gazla bezle sararken beni bu hale getirene bunu ödeyeceğimi ödeticeğimi aklımdan geçiriyordum. sonunda işim bittiği için evden çıkmak için ayaklandım. Üstüm kan içinde kalmıştı, aldırmadım. Evden çıkacağım sırada ayağım yerdeki vazoya çarptı ve vazo devrildi. Sinirlenmiştim.
Kahretsin diyerek vazoya bir tekme attım. Vazo duvara çarpıp parçalara ayrılırken içinden çıkan anahtar ve küçük bir kağıta şaşkınlıkla bakmaya başladım.
Tüm solonu kaplayan vazo parçalarına basarak anahtarı ve kağıdı olduğu yerden aldım. Kağıdı avucuma alıp anahtarı incelemeye başladım, üstünde değişik şekiller vardı ve altın sarısıydı.
Pek bir şey anlamadığım için bu kez anahtarı incelemeyi bırakıp kağıdın içindeki yazıyı okumaya başladım.
“Ölen ruhunda yaşamı yeşerten kız… Yaşamla raks etmene az kaldı. Sandıklara sakladığın sırlar ortaya çıkmaya başladı… Şimdi elindeki anahtarı al ve çatı katına çık.”
Beş dakika kadar hareketsiz kalarak neler olduğunu anlamaya çalıştım. Kalbim gümbür gümbür atıyor, alnımdan ter damlaları yavaş yavaş aşağıya doğru akıyordu. En sonunda hareket etmeyi akıl edebilmiştim. Çatı katına çıkmanın ne kadar mantıklı olduğunu düşündüm ilk önce sonra bu kadar kolay bir şeyden korktuğum için kendime kızdım. Ve yukarı çıkmaya başladım. Çatı katına hayatımda hiç gitmemiştim, çünkü oraya gitmek yasaktı bende zaten merak etmemiştim. Büyüklerin bizim üzerimizde söz sahibi olmak istedikleri zaman ki davranışlarını bilirsiniz. Yasaklar koyarlar ve bizden o yasakları çiğnememizi beklerlerdi. O yasakları çiğnediğimiz zaman ise tek yaptıkları bize bağırarak, asla bir daha onların sözlerinden çıkmamamız gerektiğini ispatlamaya çalışırlardı. Bunları düşünürken çatı katına geldiğimi fark ettim, elimdeki anahtara baktım ilk önce, sonra karşımdaki kapıya. Anahtarla kapıyı açarken en fazla ne olabileceğini düşünüyordum.