Yaşam Ağacı – II

0
284
Yaşam Ağacı - II

Gravity, Bridman ve The Revant fimleriyle arka arkaya oskar kazanan sinematograf Emmanuel Lubezki ve yönetmen Terrenca Malick’in yapımcıları olduğu ve Brad Pitt, Sean Penn gibi ünlü isimlere rastladığımız; teknik açıdan deneyselliğin öne çıktığı bir diğer Malick filmi. Malick’in anlatısız filmlerinin ve Lubezki’nin modern sinematografisinin birleşimi olan “The Tree of Life” da ikisi birlikte yönetmenliğin sözünü üst düzey konuşturmuşlardır

Kupa Şövelyesi’nde olduğu gibi bu filmde de yönetmenin rolü benzer. Yorumlamak ve subjektifleştirmek yerine deneyimleri; doğaya daha yakınlaşan kameranın olanaklarını ve kendi iç görü yetisinin sunduklarını birleştirerek hem bir üst-diyalog hem de görsel şölen yaratıyor. Bununla beraber arka planda yaşadığı her şeyin kişiselliğinde boğulmaya devam eden sesinin ne kadar kısık olduğundan habersiz insan sesi, kişisel anlatısına ve öznel yorumlarına devam ediyor.

Evreni yaratan kozmik patlamalardan, sudaki ilk organizmalara, dinozorların ve modern zamanların varlığına kadar, Malick’in ilkel yolculuğu boyunca hiçbir şey söylemeden, söyleyecek çok şeyi var gibidir. Diyaloglar alanına direkt girilmeksizin, kişisel tepkilerin üzerinde bir sanatçı arayışıyla gezinen kamera gerçekliğin izinde gezinir.

Diyalektik düşünceye göre doğa, durağan ve değişmez değil, sürekli hareket ve değişim halindedir. Oysa ki, diyalektik düşünceden yoksun biri; bireysel yaşantısını, toplumsal süreçlerle ilgi kurarak algılamaz. Doğanın karşısındaki tutumu da benzerdir aslında; büyü çağında yaşarmışçasına mistik, nesnel olarak açıklanamaz ve tamamen sübjektif bir olgu olarak ele alır çevresini.

Fischer’in sanatçının rolünü ilkel toplumlardaki büyücünün konumuna ve işlevine benzetmesini akla getirir:

 “İlkel toplumda büyücü, topluluğun gerçek anlamda bir temsilcisi, bir görevlisiydi. Topluluğun kendisinden beklediği şeyleri büyü gücüyle gerçekleştiremezse öldürülme tehlikesi bile vardı. Yeni sınıflı topluma geçildiğinde; büyücünü görevini; sanatçılar, rahipler, hekimler, bilgin ve düşünürler aldı.”

Toplumun sözcüsü konumuna geçen sanatçının da tıpkı ilkel çağdaki büyücüden beklenildiği gibi; kendi özel sorunları ya da kişiliği ile halkı tedirgin etmek yerine; içinde yaşadığı çağının ve toplumunun ortak yaşantılarını, önemli olay ve düşüncelerini yansıtması ve anlaşılır kılması ölçüsünde değer görürdü. Bunu yapabilmek için doğanın tüm elementlerini kullanması gerekirdi.

Duyguların ön planda alındığı Kupa Şövalyesi ile aralarında bir farkı yokmuş gibi görünse de bu sefer; duygulardan da daha derinde olan bir şeyin; sezgilerin peşine düşülür. Nesneyi, onda gelen özü sezebilmek, araştıran öznenin de kendini doğru bir sezgi uygulayabilecek duruma getirmesinden geçer ki bu da ancak kişinin kendi uğraşıyla varabileceği kavrayış ve çözümlemelerle elde edilir.

Üst bilinç, aşkın gerçeklik arayışı, uzay görüntüleri, güneşte oluşan patlamalarda adeta kamera güneşin içindedir… Her iki filmde de kamerayı peşine sürükleyen parlak güneş ışıklarının kaynağına ve gerçekliğine varırız… Denize düşen bir meteorun gözüyle ineriz bu kez dünyaya ve tıpkı bir önceki görüntüdeki ateş topuna benzer hareketlerle yarattığı yönsüz kendiliğinden devinimi seyrederiz. Fokurdayan lavlar, taşan denizler, çığ düşmeleri, meteor, uzay, dağ, bulut görünümleri…

Yatay hareketler, dikey hareketler, ileri-geri hareketler aynı anda olur; ateş ve su iki element iç içe geçerken bir yenisi, hava, yukarı doğru yükselir ve birbirinden ayrılan kimi paralel kimi dik görünümlü kaya parçalarının biçimleri içinde ya da toprağın üzerinde geziniriz. Su altına, çöllere, deniz kenarlarına, egzotik canlı türlerinin mücadelelerine… Ve doğum anı, bitkilerin polen tüpü ile spermlerin yumurtalarla buluşması ve gökyüzünde bulutların çarpışmasının aynı anda verilişi ile evrendeki her şeyin kendiliğindenliği vurgulanır.

Oğlunun ölümü üzerine annesi tarafından Tanrı’ya iletilen sitemli sesin bir nevi uzaydaki ve doğadaki yansıması hissedilir… Sese yanıt olarak durmadan hareket eden doğanın değişimi verilir…

Görseller böylece doğanın kendiliğindenliğini anlatırken, tüm evren keşfedilmeyi beklemeksizin var olmayı sürdüren bir “cevap” gibi hareket ediyor.

Bu yaklaşım için Knight of Cups’da işlenen türden gizemciliğin ters yüz edilişi de denilebilir. Sezgisel deneyimler gizemin ötesine geçer. Gizem, perdesi kaldırılarak değil de sadece gizem olmaktan çıkarılarak çözülmüştür. Cevaplara ve anlama yönelmektense; dikkati, insanlar tarafından üzerine anlamlar yüklenen doğa olaylarına ve evrene salt olduğu gibi görmek ve algılamak adına çevirerek…

Baba-oğul ilişkisini konu alan Hamlet’in dünyaca ünlü Shakespeare Globe tiyatro grubunun yorumuyla 2016’da İstanbul’da sergilenen son sahnede tüm ölülerin diriliş anı bir tür spiritüel dansa benzetilmişti. Malick’in benzer bir fikirle getirdiği filmin sonunda herkes, boş bir alanda yön ve amaç duygusu olmaksızın çıplak ayaklarla doğayla bütünleşmiş bir halde huzur içinde yürüyüşleri bu sahneyi hatırlattı. Her iki sahnede, ölümün getirdiği dönüşüm sayesinde şeylerin gerçek yüzünü görebileceğimizi anlatır gibidir. Herkes birbirlerine sarılıp, kucaklaştıktan sonra -Malick’in kamerasında özel bir yeri olduğunu anladığımız- Güneş’e yönelir, yol ve adımlar belirginleşir. Güneş zamansızdır, şimdidir, an’dır. Ve “çocuk” da öyledir. 

Evladını ölüme ve ışığa doğru teslim eden anne:  “Onu sana veriyorum” der. Günebakan çiçeklerini, güneşin her yerde yansımalarını görürüz; yeraltı, sualtı, köprü altı ve gökdelenler…

Doğanın derinliklerinden modern yaşama, güneşin her yere sızması kaçınılmaz görünür.

PAYLAŞ
Önceki İçerikKupa Şövalyesi – II
Sonraki İçerikRefik Bir Gül Bilmecesidir
Beyza Dut
Beyza Dut; Sanata ve duygulara dair olan ne varsa yaşamın merkezine alınmasında bir sakınca görmeyen biri… Lise yıllarını İstanbul-Çemberlitaş’ta, üniversite yıllarını Çanakkale’de geçirdi. Bir süredir online mecralarda yazılarını paylaşıyor. İstanbul’da yaşıyor. Halen İstanbul Üniversitesi ‘’ Uluslararası Medya’’ programında master yapmakta olup, tam zamanlı olarak uluslararası bir stratejik araştırma merkezinde Göç ve Medya üzerine Araştırma Asistanı olarak görev almakta. Tiyatro eğitimi ve deneyimleri de bulunuyor ve pek çok gönüllülük esaslı faaliyetlerde bu deneyimlerini projelerine yansıtmıştır. Şiir yazmak ve resim çizmek en sevdiklerinden…