YARATIK / Öykü

0
99
YARATIK / Öykü
YARATIK / Öykü

Duvarlarını soğuk ve parlak taşların kapladığı bir yer hapsediyor vücudumu. Yalnızca bir dürtü var içimde beni yönlendiren. Parçalamak istiyorum gökyüzünü; parçalamak ve içinde yer edinmek istiyorum! Ayrılmak istiyorum bu bedenden, ruhuma yüklediği sıkıntılardan. Adına öfke diyorsunuz. Oysa ben bilirim; bir kurtuluş tüm söylediklerim. Rahat yataklara uzanmak istiyorum yeniden. Ancak hepsi korkuyla bakan gözleri oyduğum zaman gerçekleşir! Usulca yüzebilirim o zaman yarattığım kan gölünün en derin yerlerinde! Büyük bir öfke hiçbir şeye! Çok büyük bir öfke sonsuzluğa…

Güneşin doğuşunun ve batışının bir olduğu diyarlarda; okyanusların daha geniş olduğu zamanlarda… Bir akarsuyun kenarından yürürsünüz. Tatlı su balıkları çırpınır heyecanla ve bir şey fırlattığınızda ortaya yeşil kurbağalar çıkar. Çayırı çimeni bol… Kadınlar ellerinde sepet, koşar adımlarla elma toplamaya çıkar gündüz vakti. Karanlık çökmeden dönmek zorundalardır. Tehlikeli olur oraların gecesi. Boz ayılar cirit atar ormanlarda. Yiyecek bulma ümidi ile köye inen kurt sürüleri de cabası. Fakat gündüzleri güzeldir işte. Kış uğradığında bile bahar kokusu duyulur havasından. Ancak… Büyük bir sıkıntısı vardır bu insanların. Çatısı samanla kaplı evler ve şenlik yaratan çocuk sesleri arasından bulutları delen taş yığını belirir ansızın. Asaletini topraktan almış ve buna güvenirmiş gibidir duruşu. Tüm halkın içini huzursuzlukla kaplayan taş yığını… Yakınından geçmelerini pek istemez çocukları olan anneler. Tarlalar bu verimsiz topraklardan uzaktadır mümkün olduğunca. Akarsuyun ve tüm güzelliklerin öteki tarafında; şimdiye dek zirvesi görülmemiş bir dağın eteklerindedir ışık görmez girişi.

Zaman geçiyor. Geçtikçe tükeniyorum. Dudaklarımı kımıldatmak istemiyorum; istemediğim için konuşmuyorum. Korkuyorum. Konuştuğumda ağzımdan kelimeler yerine boğuk bir hırıltı çıkar diye korkuyorum. Kalın derim yaralarla kaplı ve buna sebep olan benim öfkem. Yaralarımın kenarları kaşınıyor. Kabukları kalkar diye kaşımaktan çekiniyorum. Belki de her şey için bahanemdir korku ve isteksizlik. Yorgunumdur sadece; uyumak istiyorumdur. Mağaranın zemininde ince bir su birikintisi var. Kendi yansımamı görebiliyorum. Korkunç görünüyor siyaha bürünmüş göz altlarım, dökülmüş saçlarım. Sakinim. Kollarım birbiri ile aynı anda hareket etmiyor sadece. Kollarım hiç hareket etmiyor.

"Güzelliğe dair ne varsa buradaydı; hissediyordum."
“Güzelliğe dair ne varsa buradaydı; hissediyordum.”

İlk cesaret eden ben olmuştum her konuda, her zaman olduğu gibi. Yürümeye ilk başladığım yollar çakıl taşları ve solmuş çiçeklerle kaplıydı. Toprak görünmüyordu etrafta. Oysa solmuş çiçekler vardı. Nedeni bilinmez bir gerçeklik. Ayaklarım durmamı isteyene kadar yürümeye devam ettim. Uzaklaşmıştım tatlı su balıklarından ve yeşil başlı kurbağalardan. Bir sessizlik, bir duygusuzluk sarıyordu vücudumu. Kollarımın ince ve sarı tüylerini okşadım kendimi teselli edercesine. Uzun zamandır hissediyordum yürümenin güzelliğini. Fakat bu farklıydı. Sanki ayaklarım beni hiçliğe sürüklüyor gibiydi. Başıma buyrukluğum ve umursamazlığım sebebi ile tartışırdım yakınımdaki insanlarla. Mükemmel olduğum söylenemezdi. Fakat bu farklıydı. Kalbim, ellerimden tutup çekiyordu beni hiçliğe. Olmamam gereken bir yere gidiyordum. Düşüncelerle dolu kafam, sıyrıklarla kaplı ayaklarım ve ben gelmiştik geleceğimize. Burası için “akarsuyun öteki tarafı” diyordu o köyün halkı. Burası akarsuyun öteki tarafı falan değildi. Sazlıkların arasına gizlenmiş bataklıklar vardı beni derinlerine çekmeyi isteyen. Aldırmadım. Gökyüzünde tek bir kuş görünmüyordu. Yeniden aldırmadım. Burnuma gelen çürük kokular geri dönmem gerektiğini söylüyordu. Dinlemedim. Güzelliğe dair ne varsa geride kalmıştı ve bunun için yapabileceğim bir şey yoktu. Ufak bir korku kapladı içimi. Yanaklarıma sıcak doldu; hissediyordum. Ellerimde güç bulana kadar bekledim ve tırmanmaya başladım karanlık taşların arasındaki boşluğa doğru. Kötülüğe dair ne varsa buradaydı; hissediyordum.

Kollarımın kalın ve siyah tüylerini okşuyordum kendimi teselli edercesine. Son bir kez yüz hatlarımı inceliyordum. Üzerimde ağır bir şey vardı beni yerin en derinine göndermek isteyen. Üzerimden atamıyordum. İğrenç bir sıvıyla kaplıydı ağzımın her köşesi. Dişlerimin sivriliği dudaklarımı acıtıyordu. Yere dökülen kan damlalarına bakıyordum; öylece bakıyordum. Yeniden rüya görebilme ümidiydi bu. Hüzünle karışık sevgi kırıntılarıydı. Kuyruğumun ucu düştü yere. Yüksek bir ses çıktı. Kollarım sardı bedenimi sıkıca. Göz kapaklarım değdi birbirine. Yüksek bir ses çıktı. Kalbim, ellerimden tutup çekiyordu beni hiçliğe.

Ayaklarım düz bir zemine basıyordu tekrar. Yapabileceğimi biliyordum. Bir süre bekledim. Yüzüme soğuk bir esinti çarptı karanlık girişten. Ellerimi hissetmiyordum. Beklediğim süre zarfında korkuyla çarpışıyordu cesaretim. Kafamın içinde bir savaş vardı. Bu yüzden kalbimde topladım; kalbimde topladım her şeyimi. Başımı uzattım ilk önce. Sonra ayaklarım girdi, sonra vücudum… Duvarlarını soğuk ve parlak taşların kapladığı bir yer hapsediyordu vücudumu. Titreme sardı dört yanımı. Yürümeye çekiniyordu ayaklarım. Bir adım attım; cesaret geldi ayaklarıma. İki adım attım; rengi geldi yüzümün. Gözlerim etrafı yokluyordu kontrolüm olmadan. Taşların çatlaklarından yağmur suları sızıyordu. Mağaranın zemininde ince bir su birikintisi vardı. Kendi yansımamı görebiliyordum. İlerledim. Geniş ve ferah bir odayı andırıyordu içerisi. Siyaha boyanmış bir odayı andırıyordu. Ufak bir aralıktan ışık sızıyordu içeriye. Aydınlık için yeterli değildi. İlerledim. Yerden yüksekliği bir bacak boyuydu. Zemin ile temas eden köşelerinde yeşil renkli otlar vardı. Düz bir kayaydı bu. Fakat üzerinde bir beyazlık vardı. Boylu boyunca uzanmış bir beyazlık… Parlaklığı gözlerimi kamaştırıyordu. Aydınlık için bu kadarı yeterliydi. İlerledim. Uzun saçlarının uçları odaya dolan ışık kümesine değiyordu. Yanaklarımı daha bir sıcak yaptı altın rengi. Ellerimi hissetmeye başlamıştım yeniden. İlerledim. Yüz hatlarını görebilene kadar ilerledim. Yanakları, o kadınların topladığı elmalar kadar kırmızıydı. Sıcaklık hala oradaydı; biliyordum. Yaklaştım. İnce çizgiler vardı. Bu çizgiler söylenememiş çok şey saklıyordu aralarında. Dudakları sakindi, burun köprüsü kıvrımlı… Gözlerinin kenarları şakaklarına doğru çekiyordu ve kaşları bir kemanın yayını andırıyordu. Yukarı inip kalktıkça hoş nağmeler duyacaktım. Saçlarının arasında gezdirdim ellerimi. Yumuşak ve bitkindi. Bacakları ve kolları bedeninin yanına uzanmışlardı; dost olmuşlardı ona. Göğsünün ardında hala atan bir kalp vardı; biliyordum. Burası, akarsuyun öteki tarafıydı. Gözlerim öylece bakıyor iken dudaklarımda bir tohum filizlendi. Çiçek oldu sonra. Ne varsa sildi attı içimden. Geriye kalan güzel hayaller ve yakalanmayı bekleyen umutlar… Sulamak için suyum yoktu; o da soluverdi.  Üç adım attım; huzur doldu vücudumun en ücra noktalarına; hissediyordum. Ellerimde güç bulana kadar bekledim ve araladım göğsünün sol tarafından. Güzelliğe dair ne varsa buradaydı; hissediyordum.



PAYLAŞ
Önceki İçerikYaprak Ağaçtan Sıkılmıştı
Sonraki İçerikAtika Müzayede’den Madalyalı Paşalar Sergisi
Ömer Okatali
1997 İstanbul - Kadıköy'de doğdu. Sakarya Üniversitesi - Siyasal Bilgiler Fakültesi - İktisat Bölümü ikinci sınıf öğrencisidir. Üsküdar'da ikamet ediyor. Okumayı yazmayı öğrendiğinden beri eline kalem alır kendi kendine yazar. Yaşadığı bazı duygusal ve özel durumlar kalemi eline aldığı zaman değer bulurlar. Bu yüzden yazıyor.