Kargalar henüz kahvaltıya başlamamıştı ama ben işyerine gitmek için önce bir tramvay yaptım, sonra metro…
Kolay olmadı tabi. Bu devirde alet edevat olmadan koca bir tramvayı yapmak ancak bana yakışır. Neyse tramvaydan sonra hadi bir de metro yapayım dedim. Birkaç dolmuş, birkaç otobüs de yapıp İstanbul Büyükşehir Belediyesinin araç filosunu genişletecektim ama şimdilik İstanbul Kart basarak da gelirlerini arttırabilirim diye düşündüm. Bu arada ben çok iyi düşünürüm!
Tıkış tıkış olduğumuz metroda üç hanım kızımız geniş geniş muhabbet ediyordu. Hani muhabbet deyince siz de dedikodu yaptıklarını, sevgililerini çekiştirdiklerini falan sanmayın. Bu hanım kızlarımız dersten bahsediyordu.
Gece saat bir de yatmıştı birisi, sabah beşte kalkmış, arkadaşıyla ders çalışmışlardı.
4 saatlik uyku sonrası çalışmayı anladım da, o vakitte çalışacak arkadaşı nereden buldu onu anlamadım.
Neyse ne canım, bize ne…
Bugün sınav varmış, “ben çalışamadım” dedi. Çantasından bir deste küçücük not kâğıtları çıkarttı, inci gibi yazılıydı. Bazısı kırmızı kalemle, bazısı mavi kalemle, bazısı da siyah kalemle yazılmıştı. Önce bunun bir renk şifresi olduğunu düşündüm ama sonra kalemin bitmiş olma ihtimali üzerinde derin bir analiz yaptım, kararım kalemin bitmiş olmasıydı ve bu karar, kesin kararımdı.
Hikâyemizin ikinci kahramanı notları birinci kahramanımıza yani sabahın beşinde uyanıp, arkadaşıyla ders çalışan hanım kızımıza uzattı. O da barkod okuyucu gibi nota bakar bakmaz o konuyla ilgili en az bir dakika yorum yaptı. Düşünün… düşündünüz mü, öyleyse o kadar not kağıdı için, ne kadar yorum dinlediğimi de anladınız.
Tabi hemen yanı başımda geçen bu konuşmayı dinlememek gibi bir şansım yoktu ama iyi oldu, bu arada birkaç tıp fakültesi bitirdim, artık ameliyata bile başlayabilirim.
Hanım kızlarımızın dersi duygu durumla ilgiliydi, daha başka da vardı ama siz de tıp fakültesinden mezun olup, hastaneleri doldurmayasınız diye doktorluğu kendime saklayayım.
Birinci hanım kızımız notlara bakarak ikinci hanım kızımıza tıp dersini verdi, hem de sular seller gibi.
Bak kızım dedi, kızı oluyormuş demek ki…
Şimdi korkuyorsun ya, korkmuyordu.
Yani temsil bir olay oluyor korkuyorsun, eee, sonra kalbin küt küt atıyor. Belki kızın kalbi tak tak atıyordur sana ne?
Neyse ne, bunun iki türlü duygu durumu varmış. Birincisinde bir saniyelik bir fark varmış, önce korkarmışsın, sonra kalbin küt küt atarmış, diğerinde hem kalbin hem de korkun aynı anda gelirmiş. Topu topu bir saniyelik fark için iki farklı duygu durumu birkaç dakika anlattı. Sadece bu değil, bunun için iki farklı konu varmış, toplam 8 çeşit durum oluyormuş ve bunlar da şöyle oluyormuş, böyle oluyormuş deyip geçiştirmek olmaz. Hepsinin üzerinde durmak gerekir.
Mesela diyelim bir soygun oldu, mesela dedik ya hemen niye korkuyorsunuz, temsil yani, örnek babından.
Soygun ani oldu, ne yaparsınız, irkilirsiniz, korkarsınız. Göz kapaklarınız açılır, sonra kapanır, açılır, sonra kapanır…
Başınız öne eğilir, omuzlarınız kasılır, vücudunuz öne eğilir, karın düzleşir, dizlerinizin bağı çözülür.
Betiniz benziniz sararır, burnunuz bembeyaz olur. Sonra yüzünüz de kireç gibi beyazlaşır.
Sonra ter bezleriniz çalışır ve soğuk soğuk ter dökersiniz, mübarek sanki İSKİ bedava su dağıtmaya başlamış da, siz de bir koşu gidip bütün suyu almaya çalışmışsınız gibi bir hale bürünürsünüz.
Birinci hanım kızımız, elindeki notlarla nutuk atmayı sürdürüyor, ben de onun anlatımından kişinin bürüneceği ruh hali ve dışa yansıyan görünümünü tahayyül etmeye, bu tahayyülümü de sizlere aktarmaya çalışıyorum.
Meğer sadece sizlere değil, üç hanım kızımıza da aktarmışım, “Yani delirmiş diyorsun..” sözünü sesli söylemişim. Üç hanım kızımız önce sözümü duydu, sonra bu sözü söyleyene doğru bir bakış attılar, şaşırdı, gerildi, sonra bir gevşeyip, bastılar kahkahayı.
Neden kahkaha attılar anlamadım; benim analizime mi, yoksa delirdiğimi düşündüklerinden mi, yoksa üçü birden delirdiğinden mi…
Neyse de ne, ben tıp tahsilimi insan davranışları üzerine tamamlamayı sürdürüyorum. Belki yakında psikolog olurum, belki de psikiyatrist, ya da psikopat, ne fark eder ki, hepsinde de pisi pisi bir şeyler var.
Birinci hanım kızımız elindeki notlardan ikinci hanım kızımıza ders anlatmayı sürdürdü, hem de öyle böyle değil, sabah sabah birkaç yumurta içmiş, birkaç litre de zeytin yağıyı üstüne boca etmiş gibi gür bir sesle. Garibim üçüncü hanım kızımız da benim gibi sessiz sedasız durup, yine benim gibi garip garip onlara bakıyordu.
Şansa bak ki onların ineceği durak geldi ve indiler, yoksa ben şimdiye tıp fakültesi diplomasını cebe indirmiştim bile!
Acaba peşlerinden mi gitsem, bu diplomayı almam lazım, şunun şurasında ne kaldı ki…