Ben sana bağımlı aptal,
Sen ise profesyonel yalancı….
Yıllar önce sana yazdığım şu iki satırlık cümleler geldi aklıma. Üzerinden ne kadar çok zaman geçmiş ve biz hala olduğumuz yerde dönüp duruyoruz. Gitmeler ve kalmalar arasında sıkışıp kalan iki ruh. Bir filmde oynayan iki karakter olsak, dehşet ile biten bir sahnenin sonunda bulurduk kendimizi. Ama gerçek bir hayatın tam ortasında ne gidebiliyoruz birbirimizden, ne de doya doya varız tamız. Her gün aynı ritüelin olmazsa olmazı parçalarını tamamlamak için yaşıyoruz sanki.
Yalnızız ikimizde. Benim sana ‘nerdesin?’ dediğim günlerin sayısı, senin bana ‘nasılsın?’ dediğin günlerin sayısını geçtiğinden beri, ne sen varsın, ne de ben yokum. Varla yok arası orta halliyiz işte. Ay başına kadar yetmeyen maaşım kadarız. Çok isteyip alamadığım ayakkabı kadarız mesela, beni beklemeden yediğin yemekler kadarız, ben gelmeden uyuduğun uyku, içtiğin içki kadarız belki de bensiz attığın kahkaha kadarız…
Oysa ne kadar güzel başlamıştı hikayemiz. Çam ormanı kadar derindi gözlerin. Denizin en derinlerine bakmaya çalışmak gibiydi sana bakmak. Gülünce gözlerinin kenarlarında oluşan o hınzır çizgilere hayrandım mesela ben.
Birlikte ama yalnız. Tıpkı o şarkıdaki gibi şimdilerde sen ve ben iki yabancıyız. Artık yalan da söylemiyoruz birbirimize. Yalan söylemek için konuşmak gerekir. Gitmek, uzaklara gitmek seninle birlikte kurduğumuz hayalleri tek başıma gerçekleştirebilmek umudunu taşıyorum içimde hep. Küçük bir sahil kasabasında denizin kıyısındaki o tahtadan evimde şarabımı yudumlarken eski bir resmine bakıyorum mesela. İşte şimdi gerçekten yalnızız artık. Yoksun, uzaksın. Gerçek bir yalnızlığın tadını çıkarıyoruz ikimizde. Sen nerede misin bilmem….
Ben kendimle baş başa hayallerim cebimde gittikten sonra, bilmekte istemem….
Sen benim seni sevdiğim kadarsın. Yalnızlığım kadarsın belki de….