“Ben gideceğim bir gün ve geride bıraktığım her şey anlamsız kalacak.“
İçimde tanımlayamadığım bir his var. Kelimeler dönüp duruyor kafamın içinde, bir şeyler beni yine yazmaya itiyor. Sanki uzaklardan tanımadığım birisi geliyor ve içimdeki bu tarifsiz hissin üzerine bir avuç toprak bırakıyor. Gözlerimde mevzilenmiş kalp yaşlarım birer ikişer o toprağın kucağına düşüyorlar. Ben yine ağlıyorum, tekrar birikiyorum hiç bilmediğim bir rotaya. Anlayacağın bu gece de içimde bir yerler çok acıyor, hislerim hiç olmadığı kadar kanıyor. Ne yapacağımı bilmeyen bir haldeyim, çaresizim. Sonra, bir sigara daha işte..
Kendi hayatıma baktığımda hep bir zamanlama hatası var. Şu an fark ettim de telefonum bile iki dakika geride kalmış. Güneşim zamansız doğup, çiçeklerim ürkekçe açıyor. Ben bu dönüp durmaktan bir an olsun yorulmayan dünyada sabit kalmış, hep bir şeylere geç kalıyorum. Ne diyeceğimi, ne düşüneceğimi bilemiyorum bazen. Aynalarım teker teker kırılmaya başlıyor, ellerim bu sefer daha bir derinden titriyor. Düş sahnemin içinde öylece bakınıyorum sadece.
Ben gideceğim bir gün ve geride bıraktığım her şey anlamsız kalacak. Sevdiklerim, dostlarım.. Birer birer küçülecekler dikiz aynasındaki arabalar gibi. Zaman öyle bir uzaklaştıracak ki bizleri, bu hissi tarif edecek tek bir kelime dahi bulamayacağım. Belki oturur biraz şiir yazarım, belki de saatlerce boş bir duvara bakarım. Ciğerimdeki o vicdansız acı hiçbir zaman dinmeyecek biliyorum. O gün geldiğinde, pişmanlıklar bir dağ olup boğazımda düğümlenecek. Ayrılık vakti gelip çattığında, yapraklar daha bir yorgun savrulduğunda, yavrusunu kaybeden bir köpek gibi çaresizce bakacağım. Benden başka kimse bu anlamsızlığı anlayamayacak. Dediğim gibi, hep bir zamanlama hatası var benim hayatımda. Yağmurlar yine zamansız yağacak, rüzgarlar fırtına olup saçlarımı savuracak..
Bakma bu kadar duygusuz göründüğüme, aldırma olaylara sessiz kalışlarıma. Ben her şeyi, herkesi öyle bir özleyeceğim ki… Bugüne kadar özlemek nedir bilmeden özledim demişim. Ben o gün öyle bir öğreneceğim ki özlemeyi, sözlüğümdeki kelimelerin anlamları değişecek. Umut, canımı acıtan bir kavram olacak. Kavuşmak, yalnızca bir hayal gibi duracak. Ben gideceğim bir gün ve geride bıraktığım her şey anlamsız kalacak. Belki bir otobüs belki bir tren götürecek beni, hızlanan soluğum ve titrek yüreğim eşlik edecek benliğime. Resmi sponsorum olan gözyaşları, daha bir saracak artık yanaklarımı. Biliyorum, ben yine yorgun ve kaybetmeyi kabullenmiş adamı oynayacağım. Daha bir çekileceğim o sert kabuğuma.
Hayaller hep hayaldi, umutlar da hep bir umut işte. Yakıverirsin acılı bir sigara, gömülen düşlerinin selasını okursun sessizce. Artık daha bir nefessiz kalacağım, daha bir tükenmiş. Bu dünyada gücümün yetmediği tek şey zamandır belki de. Ah şöyle bir kırabilseydim ağzını burnunu. Hiç tek yakalayamıyorum ki onu, yanında ya akrebi var ya yelkovanı. Bugüne kadar benden ne de çok şey çaldı. Hissediyorum, çok yakında benden alıp götüreceği değerlerin planını kuruyor yine. O vakit geldiğinde değişecek o güzel insanlar, o müthiş hatıralar. Zaman, vapurlarına birer birer bindirip uzaklaştıracak benden. Benim olan tüm güzellikler, bende kalan çirkinliklere dönüşecekler. Bir avuç hayal kırıklığına, çirkin birer kabuslara.
Diyorum ya, ben gideceğim bir gün ve geride bıraktığım her şey anlamsız kalacak…
Sevdiğim kadının gövdesi bir başka gövde ile buluşacak, elleri bir başka hayatın elleriyle huzur bulacak. Dostlarım daha bir başka çaylar içecekler, daha demli böyle. Sohbetlerde ismim, hafızalardan suretim kalkacak. Yeni binalar inşa edilecek, yeni caddeler keşfedilecek. Bir gün ben “çıkmaz sokak” olacağım. Tanıdığım kimse oraya girmeyecek sanki. Ben gideceğim bir gün ve geride bıraktığım her şey anlamsız kalacak. Öyle ihtimal vermeyen kararlı gözlerle bakma bana, zaman dediğimiz şey bunu da başaracak. Buzdolabında unutulmuş yarım limon kadar donuk ve çaresiz kalacağım. İşte o gün ne tadım ne de tuzum olacak.
Hiç bu kadar ciddi ve derinden düşünmemiştim ayrılığı. Daha şimdiden böyle hançer saplayabiliyorsa ruhuma, bir an önce gömün beni gitsin anasını satayım. Çünkü kendimi biliyorum, kendimi tanıyorum. Ben kaldırırım ulan, valla bak. İnan bana çok ağır gelir, dayanamam ben böyle şeylere. Bir koku yayılıyor ansızın ve kırıyor burnumun direklerini.
Duygusuzca harcadığım vakitlerin hesabı sorulacak benden. Söyleyemediğim bir söz, duyamadığım bir ses, beceremediğim bir sarılış kiralık katil gibi dikilecek karşımda. Gönül cephanemdeki bütün silahları bırakıp teslim olacağım o buz gibi kalıplaşmış gerçekliğe. Ah ne de çok şey var zihnimi bulandıran, ne çok hatıra. Ben gideceğim bir gün ve geride bıraktığım her şey anlamsız kalacak. Dudaklardan dökülen heceler sessizliğe, sessizlik karanlığa, karanlık bir sonsuzluğa, sonsuzluk yeni bir serüvene dönüşecek. O vakit geldiğinde, o zehir gibi kapı zili çaldığında ben çok uzaklarda olacağım. Kendimden bile uzaklarda, tanımadığım bir köşe başında. Bayağı bir ağırmış sonrasını düşünmek, katlanılmazmış. Ciğerine oksijen değil de katran karası acılar doldururmuş.
Korktuğum her şey başıma geliyor tarzı sözler vardır bilirsin. Keşke benim korktuğum şey başıma gelse ya da ben onun yanına gidebilsem. Korkmadığım, daha önce aklımın ucundan bile geçmeyen bir şey bekliyor şimdi beni. Hiç ihtimal vermediğim duygular, “ne olacak sanki” dediğim bir his bulutu açmış kollarını beni çağırıyor. Takvimler daha bir hızla tükeniyor, günler kısalıyor. Mecburiyetlere mecbur olduğumu bir kez daha anlıyorum.
Bir yandan da özlenmeyi istemiyorum biliyor musun? Çünkü özlemek kötü ulan, en kötüsü. Kimsenin sırtına bu ağırlığı, gözlerine bu yaşları yüklemek istemiyorum. Ben özlerim en şiddetlisinden, ben seve seve zehir ederim gecelerimi. Benden kilometrelerce uzakta olan sevdiklerimi inan hiç üzmek istemem. Yolunu kaybeden seyyah, bahtsız bedevi ben olurum anasını satayım. Çaylarını şekerli içsinler, yoğurtlarını kaymaklı yesinler. Ben zift gibi çayları da ekşimiş yoğurtları da kabul ederim. Yeter ki üzülmesin küçük bir tebessümüne hasret kalacağım insanlar. Mutluluğu onlar, kederleri ben tadayım. Böylesi daha iyi olacak…
Ben duygusal bir adamım, bir çocuğum. Pek belli etmesem de derinden yaşarım bu sahte hayatı. Deliler gibi ağlarım ben, hiç kimseye de çaktırmam. Topallayan bir kedi gördüğümde, bir çocuğun ayağındaki yırtık terliği fark ettiğimde içten içe hüngür hüngür ağlarım. Hal böyle iken bir de bu ayrılık çıkacak karşıma. Soğuk gözlerle belirecek karşımda. Korkuyorum ulan, korkuyorum. Böyle küçükken korktuğumuzda yorganı üzerimize çeker sessiz sessiz ağlardık ya hani. İşte tam da öyle korkuyorum. Üstelik üzerime çekecek, bana kol kanat gerecek bir yorganım bile yok. Ne yapayım ben şimdi? Ben gideceğim bir gün ve geride bıraktığım her şey anlamsız kalacak işte. Gitmediğim sahili, sevmediğim güneşi, yüzüme dokunmasından rahatsız olduğum rüzgarı bile özleyecekmişim gibi geliyor. Hiçbir şeyi bilemiyorum..
Lafı fazla uzatmayayım, o vakit bir nefes kadar yakındır artık. Habersiz çekilen fotoğraflar daha doğal olur her zaman. Diğer türlü sahte bir poz verirsin objektiflere. Keşke habersiz ve masum bir fotoğraf gibi olsaydı bu ayrılık. Bugüne kadar girdiğim o “aman ne olacak sanki, herkes gidecek oğlum” pozları bu kadar acıtmazdı yüreğimi. Bilmiyorum ya, belki o kadar da kötü olmaz. Belki düşüncelerim indirip pantolonunu beynime tecavüz ediyordur yine. Psikoloji meselesi bu, insanın en mahremi olan hani. Yine de her şeye rağmen yüzleşmek çok ağırmış ben onu anladım. Öyle artist artist cümleler kurmakla, boyundan büyük laflar etmekle olmuyormuş bu iş. Keskin bir manevrayla çiziyormuş adamın karizmasını işte.
Sonrasında ne olur bilemem, bildiğim tek şey dev bir kapana kısıldığım. Her zaman ikinci bir yol, cepte kalan bir B planı vardır. Ama şimdi hiçbir şey yok, valla bak yapacak hiçbir şeyim yok. Otobüs kaçtı bir kere, peşinden kendini yırtarak koşsan ne fayda. Şimdi dudaklarımda bir sigara, önümde mevzilenmiş ağzına kadar dolu bir küllük ve kafamın içinde dönüp duran düşünceler eşliğinde anlamsızca bakıyorum 30W sarı renkli ampüle. Bir yandan korkuyor bir yandan hala rol kesmeye çalışıyorum. İyice kafayı yedim anlayacağın. Bu ağır yüzleşme inan çok yordu beni. Şu an halimi görsen güzel bir yemek ısmarlar, cebime harçlığımı koyar iyi dileklerini sunarsın. Bildiğin balıkçı oltasına takılmış az sonra plastik kovaya koyulmayı bekleyen ve ne olduğunu hiçbir zaman anlamayacak olan bir palamut gibi hissediyorum kendimi. Hem o çok sevdiğim denizimden ayrılıyor hem de nefessiz kalıyorum.
Bir sonraki kelimeye kadar kocaman bir virgül koyuyorum hayatıma..
Hani bir kitap alırsın da sıkılıp yarıda bırakırsın böyle. Zaman geçtikçe tozlu raflar sarartır sayfalarını. Bir gün ansızın aklına geldiğinde kaldığın yerden devam etmek istersin. Tuhaf ve içini ürperten hoş bir koku yayılır oradan. Ben gideceğim bir gün ve geride bıraktığım her şey anlamsız kalacak.
Herkes ne kadar da güzel kokacak öyle, ne kadar acıklı…
Merhabalar. Bir düzen oturtturmuşsunuz aklı dengenizde. Çıldırışınızı yazı diline tercüme ederek. Virgülden bahsetmişsiniz. Kocaman bir virgülden. Virgülün büyüğü olmaz aslında. Virgül hep küçüktür ama seni yüklemden ayırmaya yetecek kadarda şiddetlidir. Virgül, uzun cümlelerde yüklemden uzak düşmüş özneyi belirtmek için kullanılır. Henüz yüklemi bile bilmiyorken özneye anlam yükleme çabasıdır. Virgül, eş görevli kelimeleri birbirinden ayırmak içinde kullanılır. Özne, özel, özen, özlem… Eşini bulmuş kelimeleri bile birbirinden ayırabilecek kadar canidir. İmlası bozuk cümlelerde tek bir şeyi vurgulamak içinde kullanılır. Özverilidir aynı zamanda. Genellikle hıçkırık tadındadır bir virgül. Çözümünü bilmiyorsan geçmesi için diyaframın patlayana kadar beklersin. Biliyorsan ağzına bir avuç limon suyu sıkar ve hayatına devam edersin.