Vedalar bu dünyadaki en çirkin şeydir belki de. O buz gibi otogarda, cam kenarında son kez gördüğün bir surat, son kez sarıldığın bir gövde.. Bununla yüzleşmesi çok zor. Şu an hüngür hüngür ağlıyorum, başıma şiddetli bir ağrı saplandı. Öyle bir an gelir ki, otobüsün arkasından ağlayarak salladığın ellerini kesip atmak istersin. Öyle bir vakit gelir ki, otobüs ayrı sen ayrı rotaları izlersin, adımlarınla birlikte soluğun da kesilir, ayakların kırılsın istersin.
Vedalarda bir koku yayılır her zaman, öyle bir koku düşün ki içine dolduğu anda ciğerlerini yakmaya başlayan. Öyle bir koku düşün ki, burnunun da kalbinin de direklerini kıran. Vedalar, vedalar.. Yüreğinin derinliklerinde dans eden o müthiş hatıralar..
Bazen kendimi bir durak gibi hissediyorum. Geceleri sarhoşların sızdığı, gündüzleri umutların yeşerdiği bir durak. Sürekli otobüsler kalkıp duruyor, tekerlekler dönmeye başlıyor, ne bana geliyorlar ne de benden gidiyorlar aslında. Aslında, hayat bizlere hep farklı rotalar sunuyor, başkalaştırıyor. Gün gelir yağmurda sığınak, gün gelir rüzgarda kalkan olurum ben. Sevdiklerim, özlediklerim hep o soğuk otobüslere binip giderler. Kalpsel yalnızlığı son zerresine kadar hissederim, üşümeye başlar ellerim..
Birileri hayatta bize tesadüf ederler, misafirlik bittiğinde kader oluverirler. Birileri bizlere merhaba diye seslenir her zaman, bir sonraki elvedaya kadar. Veda dediğimiz, boğazımızda düğümlenen o hain yumruk değil midir? Veda dediğimiz, yanaklarımızdan süzülen o masum yaşlar değil midir? Çok tuhaf ve anlamsız ya, şu an ben yazıyorum sen okuyorsun. Sen kimsin, ben seni tanımıyorum. Ama eminim senin de vedaların olmuştur, sönmüştür umutların. Sen de benim gibi söz vermişsindir gözlerine, bu kez ağlamak yoktur diye. Ama vedalar ağlatır, vedalar çürütür. Otobüsün hareket edişi, trenin kalkışı, uçağın süzülüşü ya da bir vapurun dalgalara sarılışı..
Ne fark eder ki, götürür vedalar sevdiklerimizi.
Daha o yanındayken bile kendini hazırlamaya çalışıyorsun gelip çatacak hain veda zamanına. Gözlerin doluyor arkanı dönüyorsun, göğüs kafesine bir avuç zehir bırakıyorlar sanki. Bilmem kaç dakika sonra ayrılacak olmanın verdiği tarifsiz acı ile çalkalanıyorsun ya. Son kez yediği bir yemek, birlikte ettiğiniz o son sohbetler.. Vallahi çok kötü be, vallahi dayanılmaz bir şey bu. Şimdi bu koca şehirde ne yapacaksın ki? Nerede o gözyaşlarını silen parmaklar? Nerede sevda kokan o saçlar? Ulan bu dünya hep bir şeyleri alıp götürüyor. Belki otobüsün lastiği patlar da biraz daha yanında kalır diye dualar ettiğin bile oluyor, bütün seferler iptal olsun diye yalvarıyorsun. Ama gidiyorlar ulan işte, o otobüse binip yavaş yavaş kayboluyorlar. Bir biz gidemedik şöyle, bu kadar yüreksiz olamadık.
Hani kahve yapmak için cezvede ısıttığın su bir süre sonra buharlaşmaya başlıyor ya, işte tam da öyle bir şey oluyor bu içine tükürdüğümün vedalarında. Vedalaştığın insan otobüse binmiş ve gidiyor ya hani, işte o an kalbinin çığlıkları gözlerinden okunuyor. O kadar çaresiz ve ıslak bir adam oluyorsun ki sorma, bağdaş kurup oturuveriyorsun öylece. Titriyor dizlerin, saçların adeta hüzün kokuyor. En acısı da ne biliyor musun, “onlar” bunu hiçbir zaman bilmiyorlar. Onlar bu duyguyu bilmiyorlar. Bir de son kez gözlerinin çarpıştığı anda, üzülmesin diye sahte bir gülücük konduruyorsun ya dudaklarına. İşte bunun bir açıklaması yok, bu tünelin bir çıkışı yok. Belki bir deniz kenarında dalgalara anlatırsın, belki dağlara taşlara haykırırsın derdini. Belki de benim gibi sararmış kağıtlara dökersin hislerini. Veda peronundan kalkan otobüsler yalnızca sevdiklerini değil, kocaman bir umudu da götürüyorlar..
Beyninin içinde yankılanan acı keman sololarıyla birlikte ayrılıyorsun oradan, sokaklarda kimsesiz gibi yürüyorsun. Bu dakikadan sonra yapacak çok da bir şeyin kalmıyor. Ne yapabilirsin ki, umudunu kaybetmiş ve çaresiz kalmış bir adamsın artık. Önce, onu senden koparan otobüs firmasına nefret duyuyorsun, ofislerini basıp cam çerçeve indiresin geliyor. Hava kararınca oturup bir güzel ağlıyorsun, ama en derininden böyle. O veda sahnesi kafanın içinde dönüp duruyor, uyumak istiyorsun sadece. Ertesi gün kalktığında becerebilirsen üç-beş saniye düşüncesiz kalıyorsun. Sonra, yeniden başlıyor altın portakal ödüllü dram sahneleri. Kafanı dağıtmak için bir arkadaşınla mı buluşursun, kendini işine gücüne mi verirsin bilemem. Ne yaparsan yap geçmiyor ama haberin olsun, yalnız kaldığın anda bir ayrılık türküsü fısıldıyor dudakların. Bu arada takvim yaprakları birer birer dökülmeye başlıyor. Hafta ve ay dönümlerinde iç geçiriyorsun kendi kendine, acını paylaşmak istedikçe kimsenin seni anlamayacağı duygusu yıpratıyor yüreğini. Sonra ne mi oluyor?
Sonra, unutmaya başlıyorsun, aslında sana öyle geliyor. Zaman, her zaman olduğu gibi uyuşturuyor seni. Merhaba artık sen de bir bağımlısın, her geçen dakika daha fazla uyuşuyorsun. İnce bir yaş süzülüyor gözlerinden ve ona ithaf ettiğin bir sigara ateşliyorsun. Vedalar, senden birçok şeyini almış götürmüş aslında, ama inan bana ruhun bile duymuyor. Güneşinin ısısı, yıldızının ışığı eskisi gibi olmuyor ne yazık ki. Gülüşlerin biraz daha sönüyor, yağmurun sağanağa, rüzgarın kasırgaya dönüşüyor. Anlayacağın hiç de hoş olmuyor be, bu ceket sana hiç yakışmıyor..
Ben, yolu sevgiden geçenlerin durağıyım diyorum kendime. Şu depresif çocuk var ya hani, işte o hiç usanmıyor duygulanmaktan. Korkmuyor acılarının üstüne üstüne gitmekten. Bir de biliyor musun, ben hala ara sıra otogara giderim. Belki acım durulur diye, belki birisi kendini yalnız hissediyordur diye, belki veda edeni olmayan birisi vardır diye. Tanımadığım hayatların arkasından el sallarım, otobüslerin ilerleyişlerine bakarım. Gözlerin bağışıklık kazanıyor bir süre sonra, alışıyorsun kaybolan umutlarına. Bir girdap oluşuyor zihninde, düş sahnelerinde şiirler okuyorsun durmadan. Ama inan bana, yüreğin yaşlar dökmeye devam ediyor, bir sigara yakıyorsun ve seyrediyorsun öylece..
Bildiğim tek şey vedalara asla veda edemeyecek olmamız, onlar hep içimizde kalacak…