“Merhaba sevgilim,
Keşke her şey mutlulukla biten aşk hikayeleri gibi olsa. İzimizi ayakkabımızdan bulsa özlemeni duyduğumuz bir yakışıklı ya da öpücüğünle mühürlese gözlerimizi prens. İşte hayat göründüğü gibi basit değil. İlk taze günlerde, yüreğimizde mutluluk kelimeleri uçuşurken ayaklarımızı yerden kesen duyguyla hareket ediyorduk çoğu zaman. Kalbimiz bir kelebek misali yığınla pembe toz bulutlarının içine hapsolmuştu. Gerçekleri görmekten o kadar çok uzaklaşmıştık ki, hayat hep sevimli yüzünü gösteriyordu sanki. Kişi karşısındakini kendileştirdiği zaman o ilişki yorgun düşüyor. Yorulmuştuk… Kendileştirmiştin beni.”
Döndü, bir kez daha baktı arkasına. Oda ilk defa gözüne bu denli boş geldi. Tüm eşyalarını almıştı giderken. Kendisini hatırlatan tüm eşyaları almalıydı zaten birer birer. O geldiğinde evi boş görmeliydi. Canını yakmalıydı onun. Farkında değildi gidenler eşyalarınla hatırlanmazdı ki zaten, anılar yeterdi bunun için. Tek bir hamleyle sildi sicim gibi akan damlaları. ‘ Boş ver. ‘ dedi içinden biri. ‘ O, bunu hak ediyor, boş ver. ‘ Yankılandı sessiz çığlıkları odada.
“Yürürken sendeleyen bir ilişki kalmıştı elimizde. Etrafımızdaki pembe toz bulutları dağıldığında, ayağımız yere basmaya başlayınca gerçekleri görmeye başlamıştık. Ben bir şeylerin mücadelesini verirken, karmaşık bir düzenin içinde yapayalnızdım. Yalnız, yorgun, çaresiz… “
Bir adım atmıştı ki tekrar döndü, baktı odaya boş, soğuk gözlerle. Gözü yerde serili olan beyaz halıya takıldı. Çıplak ayaklarınla bası verdi. Uzun uzun gezdi halıda. Binlerce kez geçmişti bu halının üzerinden, çok kez de sevişmişlerdi. Peki ya şimdi? Sevdiği adam, canı her istediğinde terk eden bir adama dönüşüvermişti. Çabuk kızan, kırılan, yorulan… Unutmuşlardı bile birbirinin tenini. En son ne zaman sevişmişlerdi?
“Her sorun karşısında kaçıp gitmen, sorunlarla sadece benim mücadele etmemi bekleyen edalarındı yeni sandığın beni ortaya çıkaran. Her terkedişlerinde üşüdüğümü sanırdım aniden, hele aysız gecelerde ağlardım hıçkırarak sessizce… Yüzümden süzülen binlerce damlada senin adın yazılıyordu. Uzun terkedişler yaşattın bana, kısa mutluluklara bedel. Yağmurda ıslanan kaldırımlarda tanımadığım kişilere benzetirdim seni. Gelmeyeceğini bilerek saatlerce beklerdim camda. Neden insanlar bu kadar çaresiz olabiliyor?”
Eve geldiği ilk günü hatırladı. Yüzüne bir gülümseme yerleşti. ‘ Ne o, pes mi ediyorsun? ‘ dedi içinden aynı ses. Yüzündeki gülümseme çizgisi kaybolmadı. Seviyordu ki onu peki ya o?
“Çok mu önemsemiştim acaba seni? Her şey zor gelmişti sana, sevmek bile… Güneşin doğuşunda başlayan kırgınlıklarımız, güneşin batışında da devam ediyordu. Gizleniyordum karanlığa, küçülüyordum gözünde tıpkı eriyen bir kar tanesi gibi. Hiçbir dua geceyi sabaha dikmiyordu. Kan kaybediyordu dualar, ağlıyordum…”
Onun nefesini hatırladı birden. İnce bir dantel gibi işliyordu nefesi ruhunu, bedenini… ‘Unutma, kaç kez bırakıp gitti o seni.’ dedi içinden bir ses. Adımları sıklaştı birden ama bu defa dönüp bakmayacaktı yaşanılanlara.
“Bugün bir şeyler kanıyor şuramda sevgilim, sol yanımda. Bir şeyler acıtıyor canımı… Artık konuşmak da yaşam gibi çok gereksiz, anlamsız… Bu sefer konuşmalıyım, ama ne var ne yok dökmeliyim içimi. Kan kusan yalnızlığımı bir de sana anlatmalıyım. Yanımda olmana rağmen yalnız olmaktan, iki kişilik ilişkiyi tek başıma yürütmekten yoruldum artık. Gitmek ve kalmak… Bu iki kelimenin arasına sıkışmış bir hayatı bana yaşattığın için konuşmalıyım bu defa. Sessiz çığlıklarım, yağan yağmurda gök gürültüsüne dönüşmeli bu gece.”
Gök gürültüsü yerinden sıçramasına sebep oldu. Ürktü, ağlamaya başladı. Onunlayken, yağmurdan, gök gürültüsünden korkmuyordu. Ona huzur dolu kucağında korku kalır mıydı hiç? ‘ O seni yağmurlu günde terk etti, unutma. ‘ dedi içinden aynı ses. Yağmur daha da şiddetli yağıyordu. Her gök gürültüsünde eski güzel hatıralarının bedelini ödüyordu ürkerek, korkarak.
“Sokaklarda yorgun artık, bu gece akıp gitmeliyim yere düşen her damlayla. Ellerinin sıcaklığını yüreğime bastırıp yok olmalıyım karanlıkta. Gülen gözlerini ezberimden silip, sevdiğin şarkıyı fısıldayarak… Saç telimden, ayak parmaklarıma kadar her hücrem kimsesiz artık, üşüyen yanaklarım da, tırnaklarım gibi kimsesiz artık.”
“Ellerim yukarıda peşimi bırak artık sevgilim. Her şeyimi aldın, şimdi gitme sırası bende. Bundan sonra geri dönmem imkansız. Şimdi hayatla yüzleşmeye gidiyorum. HOŞÇA – KAL…”
Her şey tamamdı artık, gitme vakti gelmişti. Cebinden usulca çıkardı zarfı. Yerde duran beyaz halının üzerine bıraktı. Gözyaşları daha da derinleşti. Hızlı adımlarla ardına bakmadan uzaklaştı odadan. Caddeye çıktığında soğuk, ıslak kaldırımlar karşıladı onu. İliklerine kadar acıyı duyumsadı. Dudaklarında bir fısıltı, gözlerinde acı hatıralar gece karanlığında git gide kayboldu.