Varlık ile yokluğun ortasında bir yerlerde oradan oraya savrulan bir yağmur damlası gibi son adım kaybolmaktayım bu ütopyada. Bilinmezliğin bu arafında Attila İlhan söylüyor birileri üstelik.. “Ben sana mecburum bilemezsin” diyor “Adını mıh gibi aklımda tutuyorum..”
Tam bu dizelerin eşliğinde çalan şarkı, yanan bir mumun alevi gibi sönüveriyor hemencecik, tam da ona yakışan bir son gibi bitiveriyor hikaye. Ne kadar da trajik..
Oysa insanın tek gayesi gözlerini kapayacağı zamana dek algılarla kirlenmiş bu dünyada beyaz bir iz bırakmak değil miydi?
Peki ya sahi umut neydi? Belki de en çaresiz zamanlarını geçirdiğin şu günlerde seni çepeçevre saran her şeye inat, yüzünde o kocaman gülümsemeyle dimdik durabilmek miydi? Ya da defalarca dibe battığın o çukurdan hala o gökyüzünde ki maviliği yakalamayı ummak mıydı? Umudun varsa hayal kırıklığın olmaz demiş biri. Aslında her hayal kırıklığının katilinin “o” olduğunu bilmeyerek..
Hepimiz ne için yaşıyoruz, neyi sorgulayarak yön veriyoruz adımlarımıza tam bir muamma. Ellere alınan ve dakikalar sonra bir önemi kalmayarak çöpe atılan sigara izmaritleri gibi kayboluyoruz belki de o kaldırımlarda. Tıpkı unutulmaya yüz tutmuş bir şarkının akıllarda kalan o en güzel nakaratı gibi..
Neyse.. Bilirsin ya da bilmezsin bir fikrim yok.. Benim için ışıklar kapalı uyumak bile cehennemden farksız iken yanan bir mumun alevinde karanlığa karışmamak kendimle olan mücadelenin en ağır karmaşası.