Geçtiğimiz haftalarda vizyona giren, bir kulağının kesik olmasıyla ün yapmış empresyonist ressam Van Gogh’un hayatından kesitler sunan “Loving Vincent” filmini izleme şansına eriştim. Her şeyden önce film 10 yıllık bir emeğin ürünü olarak izleyiciye sunuluyor. 125 ressamın Van Gogh’un tablolarını yeniden resmetmesiyle birlikte filmde, bu tabloların animasyonlar aracılığıyla canlandığına şahit oluyorsunuz…
MASALSI GÖRSEL BİR ANLATIM…
Van Gogh’un eserlerinin animasyonlarla canlanması filmi farklı kılan etkenlerin başında geliyor. Her sahne geçişinde farklı bir Van Gogh tablosuyla karşılaşıyorsunuz. Eğer ressamla ilgili bilgilere sahipseniz bu “Teras Cafe” tablosu diye anımsayabiliyorsunuz. Ayrıca, teras cafe tablosunda yer alan cafede oturan kişilerin oturup sohbet etmesine ya da önünden geçen kişilerin yürüyüşlerine şahit oluyorsunuz. En etkileyici sahnelerden bir tanesinin de yıldızlı gece tablosunun geçiş sahnesi olduğunu söyleyebilirim. Gece olurken birden yıldızlar ekrana geliyor ve akabinde o yıldızların, yıldızlı gece tablosunu oynattığını görüyorsunuz. O tablolardaki hayatın hareketlenmesi de sizi de ister istemez o yüzyıllara götürüyor. Ressamın hemen hemen tüm yapıtları insanın yüreğini ısıtan bahçelerle, manzaralarla dolu olması nedeniyle, kişide filmin içine girme isteği uyanabiliyor. Van Gogh’un hayatında önemli rol oynayan kişileri o döneme ait kostümlerle ressamın tablolarında canlı bir şekilde görüyorsunuz. Konuşuyorlar, geziyorlar, oturuyorlar, çay kahve içiyorlar. Tablolar adeta karşınızda canlı bir şekilde tüm renk ve detaylarıyla hareketleniyor. Loving Vincent’in bu yönüyle görsel açıdan biraz masalsı ancak konu bakımından oldukça etkileyici ve de kafa karıştırıcı olduğunu söyleyebilirim…
KAFANIZDA SORU İŞARETLERİ OLUŞUYOR…
Filmin konusuna geldiğimizde, Van Gogh’un ölümünden bir yıl sonrasına gidiyorsunuz. Van Gogh ile yakın arkadaş olan bir postacı taziye mektubunu oğlu Armand Roulin ile birlikte ressamın kardeşi Theo’ya göndermesi yapıtın ana konusunu oluşturuyor. Ancak ressamdan kısa bir süre sonra kardeşinin de öldüğünü öğrenen Armand bu süreçte kendini bambaşka bir maceranın ortasında buluyor. Mektubu verebileceği başka bir yakın akraba ya da arkadaş ararken ister istemez Van Gogh’un hayatının içine giriyor. Ressamın yaşamında yer almış kişilerle konuşuyor. Geçmişini, resme başlama serüvenini, çocukluk travmalarını ve intihara kadar geçen zaman zarfında yaşadıklarını öğreniyor. Ressamın intiharı ve yatakta geçen son günleri üzerinde oldukça fazla duruluyor. İzlerken sizinde kafanızda bildiklerinize dair bir takım soru işaretleri oluşabiliyor. Van Gogh gerçekten intihar mı etti yoksa öldürüldü mü diye düşünüyorsunuz….
SÜRÜKLEYİCİ BİR YAPIT…
“Loving Vincent” görsel anlatımıyla da kurgusuyla da oldukça akıcı bir yapıt olarak sergileniyor. Filmi izlerken sıkılma ihtimaliniz oldukça az gözüküyor. Çünkü o tabloların canlanması, tablolarda insanların hareketlenmesi, konuşması filmi farklı kılıyor. İzleyiciyi de içine çekiyor. Filmi izlerken de her bir sahnede devamını merak ediyorsunuz. Sanatsal bir yapıt olmasına rağmen, sürükleyiciliğinden hiçbir şey kaybetmediğini gösteriyor…İzlemenizi tavsiye ederim.