Ard izlenimci (post empresyonist) olan Van Gogh hakkında çok da tatmin edici sağlıklı bilgilerimiz yoktur aslında. Kendisi hakkında en doğru bilgiyi bir sanat simsarı olan kardeşi Theo Van Gogh’a yazdığı mektuplardan elde ederiz. Ancak gene de iki kardeşin 1872 ila 1890 yılları arasında birbirlerine gönderdikleri yüzlerce mektup da kaydolmuştur: 600’den fazla mektup Vincent’tan Theo’ya, 40 adet mektup Theo’dan Vincent’a.
Arles’de yaşadığı dönemde arkadaşlarına Flemenkçe, Fransızca ve İngilizce yaklaşık 200 mektup yazmasına rağmen Van Gogh’un Arles ve Paris’teki yaşantısı hakkında doğru bir bilgiye de sahip değiliz. Onun hakkında edindiğimiz diğer kaynaklar da Theo’nun eşine, Van Gogh’un kızkardeşine ve Anthon van Rappard, Émile Bernard’a gelen mektuplardan edinmekteyiz.
Tüm bunların nedeni sanatçının karakterinden ileri gelmektedir. Zira Van Gogh sanatçı kariyerinde uzun yıllar yalnız çalışmıştı. Ancak bu tecrit sanatçının bilinçli olarak kendi kendine uyguladığı bir tecrit değildi. O, akademinin resmi organlarından ve kliklerden hoşlanmamıştı. Buna rağmen o daima yakın ilişkilere dikkat etmişti.
Onun gerçekten yaptığı çalışmalara karşı olan sanatçılarla sorunları tartışmaya, üzerinde düşünmeğe ihtiyacı vardı. Eğer onlarla yüz yüze konuşabilseydi kesinlikle kardeşine ve arkadaşlarına uzun mektuplar yazmaya ihtiyacı olmayacaktı. Sanırım yalnız kalmasının aşkta kayıplar yaşamasından ziyade çocukluk yıllarının kendi değimiyle “kasvetli, soğuk ve kısır” betimlemesi ve ölen kardeşinin adını almasıyla kişilik kaybı neden olmuştur diyebiliriz.
O, Paris’te Theo ile yaşadığı dönemde çevresi konuşabileceği, tartışabileceği sanatçılarla çevriliydi de ama yine yalnızdı ve o Theo’ya iki ay boyunca az ve öz de olsa mektuplar yazmaya devam etti. Bu mektuplardan birinde Arles’de Gauguin ile çalıştığını belirtti. Sadece üç arkadaşı olan Van Gogh’un hayatında Paul Gauguin’nin etkisi büyüktür.
P. Gauguin narsistik kişilik bozukluğundan muzdarip bir sanatçıdır. Gauguin’nin bu psikolojisi onun sanatını da etkilemiştir; anksiyetelerini, depresyonlarını resimlerinde rahatlıkla görebiliriz. Sanatında, doğum, ölüm gibi temaları kendini doğanın görkemli fantezileri eğilimli bir narsist tipik yansımalar gösterir. Gauguin, Van Gogh’dan fırça darbelerinden etkilenmiş ve “Mavi Periyod” dönemini birlikte yaşamışlardır. Mavi, resimde melankoli rengidir ve bu gökyüzü, deniz tasvirlerinde ikisini de etkilemiştir. Mavi, hastalığı, ölümü ve mezarlığı temsil eder. İkisinin de ruhsal durum iyi olmadığı için eserlerinde mavi rengi sıklıkla görürüz.
Van Gogh, Arles’de bir ev satın alır. Burayı sanatçılarla koloni kurmak için tasarlar. Misafirleri için odalar hazırlar. Bunlardan biri de Paul Gauguin’dir.
Van Gogh, Gauguin’nin misafiri olmasını çok istiyordu. Kasımda Paris’te tanıştılar. Theo ve Van Gogh, sanatçının atölyesine gittiler. İki kardeş sanatçının eserlerinden çok etkilendi. Van Gogh, Gauguin’i geleceğin sanatçısı olarak gördü ve iki sanatçı eserlerini birbirlerine hediye ettiler.
Van Gogh, Gauguin’e “Two Sunflowers” (1887) eserini, Gauguin ise Van Gogh’a “On the Shore of the Lake” (1887) adlı eserini verdi.
Bu değişim onların dostluklarını pekiştirdi ve bu Fransa’da Arles’de “Güney Stüdyoları” nın doğmasına neden oldu.
Sonunda Van Gogh, Gauguin’e Sarı Ev’e gelmesi ve misafiri olması için bir bilet gönderdi. Fakat Gauguin onun biletini kabul etmeyip geri gönderdi ve davetini kabul etmedi. Çünkü Van Gogh’un karakteri onu düşündürüyordu. Ancak bu sefer Van Gogh hızla, onun odasını modern mobilyalarla döşeyip, duvarına “Ay Çiçekleri” adlı eserini koyarak geleceğini düşünerek hazırladı. Bu arada ikisi de ağustostan beri mektuplaşmaya devam ederek fikirlerini paylaştılar. Ekimin sonunda Gauguin, Van Gogh’un davetini kabul ederek Arles’e geldi.
İlk başlarda Gauguin, ev işlerini yaptı, yemek pişirdi, denizlerde yaptığı seyahatleri anlattı. Günleri sakin ve huzurlu geçiyordu. Ancak Van Gogh Hollandalı bir sanatçıydı ve o dönemde Hollandalı sanatçılar dışarı çıkar, resimlerini doğada, bakarak yapardı. Tabii ki Van Gogh’da resimlerini dışarıda yapıyordu. Oysa Gauguin resimlerini içerde yapıyordu. Gauguin anılarına, hayal gücüne güveniyor ve Van Gogh’unda öyle olmasını istiyor, baskı yapıyordu… Bu da aralarında ateşli uzun tartışmalara yol açıyordu.
Van Gogh, kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplarda Gauguin’nin bu tarzından bahsetmişti. Gauguin ise arkadaşı Fransız ressam E. Bernard’la yazıştığı mektuplarda bu konuda daha dar düşünceliydi; Arles beklentilerini karşılamamıştı ve Van Gogh, Gauguin’nin bu düşüncelerini, duygularını fark etmemişti.
Aralık ayında Gauguin, Van Gogh’un kendisine yaptığı “Ay Çiçekleri” adlı tablosunu boyarken ki halini gösteren bir resim yaptı.
Ancak Van Gogh bir müddet sonra Gauguin’nin evi terk edeceğini anlamış, bunu sıkıntısını yaşıyordu. Ve birgün ona bunu sordu. Aralarında şiddetli bir kavga çıktı. Gauguin, Van Gogh’un ruhsal durumundan oldukça kaygılıydı… Bipolar bozukluk yaşayan Gogh’un şiddetli manik-depresif dönemleri Gauguin’i endişelendiriyordu. Gauguin’nin narsistik kişilik bozukluğu ikisinin de kavgalarını şiddetli yapıyordu. 23 Aralık 1888’de çıkan büyük kavgada Gauguin evi terk ederek geceyi bir otelde geçirdi. Bunun üzerine Van Gogh geçirdiği krizle sol kulağını keser. Ertesi sabah, Gauguin Sarı Ev’e döndüğünde durumu öğrenince dehşet ve korku içinde kalır. Theo’ya mektupla Van Gogh’un kulağını kestiğini, hastaneye kaldırıldığını bildirerek Arles’i terk eder.
Van Gogh bir daha asla onu görmez.
Van Gogh gerçekten bir dahi. Onun çılgına dönmüşçesine tutkuyla yaptığı resimlere hayran olmamak elde değil. Van Gogh ile Gauguin arasındaki ilişkiye değinmiş olmanız çok iyi olsu. Pek fazla bilmediğim bir noktaya değinilmiş oldu. Aydınlattığınız için çok teşekkürler.
Rica ederim.Van Gogh benim de sevdiğim bir ressam..O’nun hikayesi bana daima ilginç ve dokunaklı gelmiştir.
Saygılar.
makale için teşekkür ederim, tüm mektupları okuyasım geldi