Hiç anlam veremediğim durumlar var. Yaşıyorum yani. Hiç anlam veremediğim insanlar. Hiç anlam veremediğim duygular. Hisler böyle.
Yani ne konuşabiliyorum böyle ne de susmak iyi hissettiriyor. Ne gidebiliyorum mesela ne de kaldığımda dinginim. Anlayamıyorum.
Katlanamıyorum.
Sanki sürekli derine ittiğim pimi çekilmiş bomba.
Zihnim susmuyor. En çok bu deli ediyor. Benim yanımda ol. Karşımda değil. Tartışma benimle. Kavga etme.
Kafamın içinde sürekli aynı ses. Tek bir cümle.
İstediğin bu mu?
Hayır değil. Ama ne yapabilirim?
İçim rahat.
Kalman için elimden gelen her şeyi yaptım. Yine de gitmekten vazgeçmedin. Bende bıraktım o yüzden.
Kendimi sana adanmış bir ömürle oradan oraya atıyorum. Artık hiçbir şeyin seni geri getirmeyeceğinin farkındayım. Bu günler geride kalsın istiyorum.
Yeni bir başlangıca hazırım. Göğüs kafesimdeki seni elime aldım. Sonra onu bir kutuya koydum. Bir daha açılmayacak o kutu. Rahat bir uyku istiyorum. Dinlendiren bir uyku. Bu mümkün mü? Dinlendiren uykular var mı? Aklıma kuş uykusu geliyor yine. Seni düşündükçe zihnime batan bir gerçeklik var. Uyumama engel oluyor.
Olağan durumları duvarlarla örüyorlar. Yapamıyorum. Nefes alamıyorum. Elimde kalan tek şey alışkanlıklarım. Elmalı çaylar. Aynı şiirin aynı mısrasını tekrar tekrar okudum.
Şair yanılıyor.
“ bütün acılar zamanla geçmez. “
Yinede benim için çektiği tüm acılara minnettarım.
“ Keşke kaçabilsem. Bildiğim, bana ait olan, sevdiğim şeylerden kaçabilsem. Keşke gidebilsem burası olmayan herhangi bir yere. Bu yüzleri, bu alışkanlıkları, bu günleri görmek istemiyorum artık. Başka biri olmalı, hücrelerime sinmiş bu rol yapma saplantısının yorgunluğunu atmalıyım. Uyku huzurla değil, hayatla çöksün üstüme. Deniz kenarında bir kulübe, hatta dağların sarp eteklerinde bir mağara yeter bana. Ne yazık ki istemekle olmuyor. “
( Pessoa / huzursuzluğun kitabı )