Güneşli bir günde, deniz kenarındaki bir bankta gelip geçene zoraki bir gülümsemeyle bakıyordu genç kadın. Gerçek bir gülümseme nasıl olur unutmuştu çünkü çoktandır. Şu aralar onu güldürecek tek bir mutlu anı olmamıştı. Artık o çok sevdiği yazmak eylemi de ona çok cazip gelmemeye başlamıştı. Yazacak kadar huzuru olmadığına inanıyordu. Şimdiye kadar hep yazarak, benliğini satırlara kazıyarak anlatmıştı kendini. Fakat sesini duyan olmamıştı.

Elinde çocukluğundan kalma bir anı defteri tutuyordu. Belki yüz belki de bin defa okumuştu anılarını. Geçmişle yaşamak yıllarını heba etmekten başka bir şeye yaramamıştı oysaki. O anı defterindeki her şeyin zaten kalbine çoktan saplanmış birer hançer olduğunun farkına varmıştı. Şimdiye kadar hep güvenmek istemişti insanlara. Fakat her seferinde daha fazla darbe almış ve her savaştan yenik ayrılmıştı. En büyük kavgası da hayatla olandı aslında. Tek dostu anı defteriydi; fakat içinde kopan fırtınaları anı defteri de bilmiyordu ne yazık ki. Çünkü bunları kaydedebilecek ne kalem vardı ne defter. Keşke bir mucize olsaydı ve aklındaki her şey bir silgiyle silinebilseydi şu defterdekiler gibi. Yıkılan hayallerini hiç silinmeyecek şekilde yazabilen bir kalem de olsaydı fena olmazdı ki. İnsanoğlu işte, yıkılan hayallerinin yerine yenisini kurarak telafi ediyor yüreğindeki çatlakları. Halbuki zamanla o çatlaklar kocaman olup insanı içten içe yok ediyor farkında olmadan. Kalpteki her çatlak her an daha fazla onarılamaz oluyor, acı büyüdükçe nefes alamaz oluyordu insan.

Hayatı boyunca nasıl mutlu olunabileceğini sormuştu hep kendi kendine. Fakat hep cevap alacağı sırada başkaları ağzının payını vermişti. Beklemediği insanlardan aldığı yenilgiler güvenin pahalı bir şey olduğunu acı bir şekilde öğretmişti genç kadına. Bir zamanlar kalem tutmadığı zaman kaleme özlem duyan kadın, şimdilerde mutsuzluğun esiri olmuş ruhunu bir türlü teskin edemiyordu. Kaleme küsmüş, kağıda küsmüştü. En önemlisi de insanlara küsmüştü. Çünkü hayallerinde kurduğu dünya, canlandırdığı insanlar bambaşkaydı. En büyük darbeyi de hep çok güvendiğinde almıştı. Herkesi kendi gibi zannetmesindendi belki de bu zaafı. Evet, bir zamanlar çok seviyordu insanları, doğayı, her şeyi. Fakat şimdi her şey tatsız ve sevimsiz geliyordu gözüne. Dışarı çıkıp o bankta oturup sonsuz maviyi sevmesindeki tek neden sadece alışkanlıktan ibaretti. Gönül gözü kapanmıştı bir kere. Bedenindeki bu gözler dünyaya çoktan kapanmıştı artık. Tek bir şey için çabalıyordu:’Başkalarının mutluluğuydu.’ Zaten bugüne kadar da hep öyle düşünmüştü. Gülmese bile güldürmeyi sevmişti, kendi ağlasa da sevdikleri hep gülsün istiyordu. Zaten dünyada sevdiği kaç insan vardı ki elinde kalan. Hayattaki mağlubiyetlerinde kendi payı da vardı aslında. Çok fazla değer vermiş, değersizlikle karşılık bulmuştu. Çok güven vermiş, cevap olarak aldatılma verilmişti. Bunları düşünürken gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Üzülmemeye söz vereli ne çok zaman olmuştu halbuki. Artık bu beynini kemiren , kalbine vesvese veren bu düşüncelerden uzaklaşması gerekiyordu.

Dizlerinin üstüne yerleştirdiği deftere baktı göz ucuyla. Vedalaşmayı bekleyen iki insan gibi bakıştılar uzun süre. Fakat ayrılık vakti gelmişti. Bu defter ona bir sevgiliden, bir dosttan daha yakın olmuştu hep. Dertlerini hiç sesini çıkarmadan, sözünü kesmeden dinlemiş, gözyaşlarını mürekkebe karıştırıp saklamıştı. Çok sırrını biliyordu; fakat susmayı da biliyordu. Birçok insandan daha güvenilir ve sağlamdı. Yaprakları gördüğü, şahit olduğu onca acıya rağmen hala eskimemişti. Onca yıl yıpranan kalbine inat, o hep diri kalmıştı.

Aslında öfkesi ailesinden hiç göremediği sevgiyle başlamıştı. Öfkeyle büyüyen kalbi hiçbir zaman huzur bulamamıştı. Hep bir yuvası olsun istemiş, fakat kuru bir evi ve yalnızlıkla dolu bir hayatından başka bir şeyi olmamıştı. Evet, işinde başarılıydı hem de parmak ısırtacak kadar. Fakat bunlar gelip geçiciydi onun için. Günden güne artan öfkesi hiçbir zaman dinmiyordu. Başını okşayacak bir el bulsaydı belki biraz iyileşecekti. Bir gün gerçekten sevdi kadın. Hem de öyle sevdi ki, bir gün gider korkusuyla her gün daha bir merhametle sevdi,  üzerine titredi sevdiğinin. Hasta olduğunda ilk onun canı yandı; fakat sevdiği onu anlamadı. Belki de bir daha hiç böyle sevmeyecekti. Onun gözlerine baktığında dinen öfkesi bir daha hiç dinmeyecekti. Bunu o deftere yazmamıştı. Çünkü kalbindeki acıyı anlatacak kelime bulamamıştı. Değer vermişti ama karşılığı yoktu. Karşılığı, kalp kırıklığıydı sadece. Dönüp ardına bile bakmadı adam. Yakıp yıktıkları küle dönerken o sadece seyirci olmuştu olanlara. Ya gözlerini sonsuza dek yummuştu adam ya da sevgisine kördü artık kadının. Bunu hiçbir zaman bilemeyecekti kadın. Adam ona koca bir belirsizlik bırakmıştı.

Kadın sadece yaralıydı. Çünkü bir zamanlar bir an bile susmasını istemediği genç adam, kadını sonsuza dek susturmuştu. Vicdanının azapla dolacağını bilse de çekip gitmiş ve kadını kucak dolusu bir umutla ortada bırakmıştı. Yaktığı onca gemiden sonra bu anı defterinin de bir önemi kalmamıştı artık kadın için.

Kalkmak için doğruldu elinde defteriyle. Ceketinin cebine iliştirdiği kalemi son kez bu deftere yazmak için çıkarttı ve sadece “umuda elveda” yazabildi.  Bu vedalaştığı sadece anıları değildi, kalbinde yer eden üzüntülerle de onu üzenlerle de vedalaşmıştı. Artık yepyeni bir insan olacaktı. Umut edip üzülmek yoktu. Sadece “hayırlısı” vardı. Her şeyde bir hayır…

PAYLAŞ
Önceki İçerikBir Adam Vardı
Sonraki İçerikSoğukkanlı Günlük
Büşra Gümüşalan
23 yaşındadır. Oldum olası kitaplara sevdalı bir insandır. Yazmayı da en az okumak kadar seviyor. Gazi Üniversitesi Seyahat İşletmeciliği ve Turizm Rehberliği mezunudur. Konuşarak ifade edemediğimiz duyguların daha etkili olduğuna inanıyor.