Ormana çöken sessizliğe sürüklendi…
Öyle ki kolları, kuşların kanat çırpışlarını yavaşlatırdı. Bir yüze belirir gibi güneş, parmaklarıyla kırılan ince kırık kızıl bir renkti. Parmakları arasından sızan kırık kızıl renk yerini beyaz rengin prizmaya vuruşuna bıraksaydı; renk karmaşasından eklemleri sızlardı. Güneş hep kırık kızıl geldi eklemlerine. Ayağına terk edilen ve esir düşmüş bütün izler,bir tek ayak tabanına yerleşmişti.
Çıplak ayakları buza değdikçe vücudunun her kayıp hissi canlandı. Buz ayak tabanına yapıştı, kalktı. İzler buzda kaldı. Adımının keskin bir çizgisi vardı. Aynı yolun sohbaharında yaprakların çıtırtılarıyla ayakları kan içinde kaldı. Aynı yolun ilkbaharında ayakları topraklaşıp nasır tuttu. Rüzgar isim değiştirmişti. Artık ne ayazdı ne lodos…
Bir giz başladı. Dizleri vücudundan daha ileride, büküldükçe dikeldi. Gözlerine yapışan bembeyaz güneş ışığı, kirpiklerini ıslatan ayaz ve gök mavisini ela gözlerinde parlatan laçinler… Dağ eteğine uzanmış çam ağaçlarından birinin sivri yapraklarından üçer tane kopardı. Yaprak hem sivriydi hemde buzlanmıştı. Avcunun içine sıkıştırdı. Adının ağırlığını adımlarına yükledi. Ağırlığı bedeninden ibaretti. Ruhu, duyularını bedenine terketmişti.Beden duyulardan ibaretti. Duyular sarı, kırmızı ve maviydi. Ana renklerin karışmasına az kala… Tik tak!
Zaman ayarlı ‘Tik tak’ durdu. Zelze koşmaya başladı. Sonunu bildiği bir ölüm ya da yaşamın ucuna doğru koştu. Bir adamın peşine, ayazın sözüne takıldı. Ayak tabanına yüklenen ağırlık ardında bıraktığı kırıklardı. Koştukça buz kırıldı, yüzeyini kapladığı suya parça parça düştü. Gözü kararmıştı. Onu çağıran sese koştu sadece… ‘Tik tak’… Bir ayağının buzdan kalkışıyla diğer ayağı suya düşmekten kurtuluyordu. Dizleri vücudunun daha da ilerisindeydi, öyle hızlıydı ki bir saat sarkacı gibi sağa sola gidiyordu. Sarkaç bir guguk kuşuna bir de tik taka bağlanmıştı. Tam vaktinde giderse ‘Tik tak’ duracaktı. Guguk kuşu ‘tik tak’ı öldürecekti. Vaktinden önce giderse sarkaç hızın şiddetiyle sarsılıp saatten kopacaktı. Ve tik tak ‘guguk kuşu’nu öldürecekti. Şimdi iki seçenek vardı önünde ya Guguk Kuşu ya Tik Tak.
Hangisini seçmeliydi Zelze? Peki ya seçim yapmasaydı da dursaydı? Peki, seçimi durmaktan yana olsaydı? Kırılmaya devam eden buz suya düştükçe arkasında bıraktığı akıntı… O akıntı ne olacaktı? Hızını düşürebilir miydi? Dizlerindeki ufak bir git gel bozumu ya Guguk Kuşu’nun, ya Tik Tak’ın ya da bedeninin sonu olacaktı. Koşuşuyla savrulan beyaz boydan elbisesinin bileklerine değen parçaları korkularını savuruyordu dört yana.
Zelze bir depremin ortasındaydı. Hangi sınıra esir düşecekti? Guguk kuşu? Tik tak? Su?