(Spoiler İçerir)
Sinemada hiç bu aralar olduğu kadar yoğunluk yaşandığına bizzat tanık olmamıştım. Bugünlerde vizyonda aynı anda farklı yaş gruplarından ve zevklerden herkesi cezbeden birden farklı film seçenekleri mevcut. Hele bir de bunlar ; Ayla, Yol Ayrımı, Sen Kiminle Dans Ediyorsun, Mutluluk Zamanı, Yol Arkadaşım gibi aynı anda vizyona giren başarılı Türk filmleri olunca ve bir de fantastik macera tutkunlarını ve takipçilerini de kararsızlığa sürükleyen Adalet Birliği, Thor 3 gibi filmlerin öne çıkması bu coşkulu kalabalığa yol açmış olsa gerek.
Tabi biz de Pazar sinemacıları olarak bunca seçenek arasında bir kaç farklı görüşle yola çıktık; birisi Ayla dedi, diğeri Adalet Birliği, öteki Mutluluk Zamanı, birimiz de daha kısık bir sesle “Thor da çok iyi film aslında” dedi ama kimse bu filmi daha önce seyretmemişti. Böylece ayrı salonlara dağılacağımıza karar vermiş halde sinemaya geldiğimizde izlemeyi düşündüğümüz tüm filmlerin salonlarının çoktan dolduğu süpriziyle karşılaştık. İleri saatlerdeki seanslarsa hepimizin evlerine ulaşmasında sorun çıkaracaktı. Bizim kararlaştırdğımız saatte bir tek film kalmıştı o da Thor 3: Ragnarok.
İçimizde Marvel çizgi roman serileri takipçisi biri yoktu. Thor bakireleri olarak bildiğimiz tek tük şeyler atınca geri gelen bir çekiç olayı, bir de keçilerini filan yiyen bir adama dair Antik Yunan efsanesi.
Böylece küçük grubumuzun yalnızca bir kişi hariç tüm diğer üyelerinden çıkan “Thor de fena olmaz aslında”, “Marvel filmi ne de olsa”, “Ben de hiç izlememiştim görmek iyi olur” sesler eşliğinde Thor 3 salonuna bu sefer ‘hep birlikte’ geçtik.
Sinemanın en küçük salonuydu burası. Yine de malum, esas kalabalık öteki filmlere kaydığından, pek dolu değildi. Film başladıktan sonra dahi açık olan kapısından içeriye bir ciddiyetsizlik akıyordu. Biz de içecekler ve atıştırmalıklarla doldurup ellerimizi aynı gürültücü kayıtsızlıkla koltuklara yerleşmelerimizi tamamladıktan sonra sohbetimizi son ana kadar sürdürdük ve nihayet beklentisizlik içinde seslerimizi kestik. Ve film başladı.
Filmin başlangıcında beni yakalayan ilk şey kısa bir özet sahnesinden sonra gelen yüksek voltajlı müzik oldu, sanırım arkadaşlarım için de böyleydi. Çünkü arada birbirimize bakış atıp tuhaf dans hareketleri yaparak ciddiyetsiz iletişimimize devam ediyorduk. Ancak esas olarak film tarafından yakalandığım an Thor’un gerçek olmayan hikayesinin sahnelendiği Antik Yunan Tiyatrosu gösterimi oldu. Bu sahnenin gelişiyle aniden ilgiyle izleme başladım. Müzemsi dekor görseli, anlatıcı oyunculuk tarzı ve arka plan korosuyla Antik Yunan tiyatrosunun tüm detaylarını hızlıca takip etmeye çalışırken buldum kendimi bir an. Ancak bundan sonra filmde herşey oldukça hızla değişmeye başlamıştı ve ben benzer şeyler bulur muyum diye çoktan perdeye konsantre olmuştum.
Evet zamanlar ve evrenler arası geçişler çok hızlıydı ki bunu diğer serileri bilsem belki de süprizle karşılamayacaktım. Öte yandan film içerisinde hem karakterin ait olduğu ilk mekana bağlı kalması; hem de bir nevi uzay çağına uzanması ve arada kahramanların günümüz dünyasına çakılmaları filan oldukça akıllıca işlenmiş geçişlerdi. Normalde böylesi film türlerinin yapay dünyası sıkıcı gelebiliyor ama bu geçişler ve tabi ki karakterlerin samimi, yer yer komedi filmine mi geldik dedirten diyalogları filmi zamansız ve doğal bir havaya sokmuş. Bu sahneler toplu halde eğlenme fikrini çoktan bir kenara atmış ve ayrı salonlara dağılma planıyla gelmiş olan bizleri hem şaşırttı hem de oldukça keyiflendirdi doğrusu. Sonlara doğru filmin enerjisi gittikçe yükseliyor ve küçük salonun içinde film boyunca süren sesli konuşmalar, yorumlar, tahminler ve dalga geçmelerle yoğunlaşan atmosfer de ayrı bir keyif veriyordu. Tanımadığımız ve çıkışta doğru dürüst yüzlerini bile seçemediğimiz insanlarla aynı anda bu küçük salonda oturup ortak bir sohbet havasında film izliyor gibiydik. İçlerinden hiç kimse de homurdanan, şikayetlenen bir tip çıkmadı. Ya da içimizdeki o kişi bir geceliğine salonun atmosferine kapıldı.
Filmin bir noktada yavaşlayıp ki buna yavaşlamak denmesi tam doğru olmaz ancak insani bir çizgiye geçiş yapan bölümü; Thor’un bir tür kaybedenler gezegeni diye adlandırılabilecek olan ve geldiğin yerde “hiç kimse” iken burada “herşey” olmaktan bahseden bir dinleti eşliğinde bu tuhaf evrene girdiği sahne idi. Tessa Thomson’un sevimli ve etkili girişiyle başlayan ve türlü garipliklerle devam eden bu süreç içerisinde Thor’un kendisine yeni bir takım oluşturma çabası; farklı deneyimlere yol almanın ve tuhaf olmanın güzelliklerini çağrıştıran keyifli ve eğlencenin en yüksek dozda olduğu sahnelerdi. Aynı zamanda Hulk ile yapılan diyalogların içerisinde kontrol edemediğimiz gücün bizi yalnızlaştıran yönüne incelikle değinildi.
Kardeş Loki ise benim için filmin başından itibaren en etkileyici kişilikti; tabi ki burada da serinin önceki filmlerini izlememiş olmaktan gelen nötr bir bakış açısı etkili olabilir. Tom Hiddleston’un zayıf ve ince yapısına Loki karakterinin zekası ve az zahmetiyle işleri halletme özelliği tam oturuyor. Geriye kalan zahmetli ve kaba kısımları ise Thor’un üstlenmesiyle beraber bu ikili tüm seri boyunca her ne kadar belirgin bir çatışma içerisinde gözükseler de iki kardeşin farklı güçlerinin birbirini tamamlamasıyla filmin sona ermesi oldukça sevindirici ve inandırıcı bir bütünleşmeydi. Bu karakterin en etkin yönü; “iyi” ve “kötü” gibi tanımların gülünçlüğünü yüzümüze yeniden çarpmak oldu. Belki de bunların yerine sadece “beraberlik ve yalnızlık” vardır.
Nihayet filmin en etkileyici mesajını aldığımız sonuna gelirken, Yıldırım Tanrısı Thor’un babasıyla yeniden yüzleştiği sahnede “Asgaard bir yer değil, halkımızdır” ifadesi aklıma kazınacak tek şey oldu. Ragnarok’u, yani kendi uygarlıklarının temeli olan tanrıların ölümü ve Asgard’ın çöküşü anlamına gelen kehaneti durdurmak için çıktığı bu yolda Thor halkını kurtarmak amacıyla bu kehaneti kendi elleriyle gerçekleştirir.
Tüm mücadelelere rağmen hırslı ve yenilmez olan ablası Hela’nın elinden kurtaramadığı kenti tamamen yakarak, kardeşi Loki’nin kaybedenler gezegeninden çaldığı gemiye halkın yüklenmesi sahnesi bana aniden Suriye savaşını, botlara binerek ülkesini terk etmek zorunda kalan mültecileri ve bugün iç savaşta gelinen son durumu anımsattı. Filmdekine benzer bir biçimde gücünü yok edicilikten alan süper güçlerin zaferleri gibi; –yıkıcılık zaferse, kan dökmek zaferse ve ülkeye hayat veren halkı kaybetmek zaferse– …
Oysa ki dünya; her şeye rağmen hala yeniden “var etmek”, “yapmak” ve “yaratmak” için çok büyük.
Kim bilir, belki de bir çok kişinin aklından aynı şey geçmişti.