Telaşlı Kral / Öykü

0
100
Telaşlı Kral / Öykü
Telaşlı Kral / Öykü

Masal Kahramanım’a…

İş bu masal biraz gerçeklik, birkaç ilginç öge ve bolca fantastik unsur bulundurur. Yazan ile yazılan arasındadır. Affı vardır.

Bir varmış bir yokmuş diye başlamaz her masal. Varı da yoğu da bilen insanlarsınız. Zira bu masal sıradan insanlara göre değil lakin bir Anka kuşunu da hayal edemeyecek kadar aciz değiliz.

Zamanın birinde –ki burada yazar zamanı özgür kılmıştır- uzak sayılabilinecek bir diyarda Telaşlı Kral lakaplı bir adam yaşarmış. Adından ve lakabından anlayacağınız üzere bu adam telaş huyuyla nam salmış –nam salmasının bir diğer sebebi de kral olması olabilir- Nice savaşlarda boy göstermiş de sağ çıkmış, nice hastalığı ilaçsız ve doktorsuz alt etmiş lakin telaş huyu yüzünden ne derdi eksik olmuş ne de belası. Hatta ve hatta “ülkeme kraliçe bulamayacağım” telaşıyla bulduğu ilk kadınla evlenince, evlendiği kadını tanıyamadan kadın kralı terk etmiş. Sonuç olarak ülke yeniden kraliçesiz kalmış fakat kralın şu an daha büyük dertleri varmış. Halkının kaynaklarının yetersiz gelmesiyle birlikte krala şikâyetler yağmur olup yağıyormuş. Kral bu durur mu yerinde? Bir telaşla komşu ülkelere savaş açmış lakin telaşı yüzünden savaş açtığı cephelerin hiçbirinden olumlu sonuç alamamış aksine ülkede daha fazla can ve mal kaybı yaşanmış. Bunun üzerine halk isyanın eşiğine gelmiş. Bu sırada kral sarayında telaşından ecel terleri döküyormuş. Tek derdi ülkesi ve halkı olan kral başarısızlıkla sonuçlanan savaşlar sonrası hainlikle suçlanınca telaşının yanına korku ve üzüntü de eklenmiş. Hatta kral bir ara kendini öldürmenin ülkesi ve halkı için en iyisi olduğuna karar vermiş. Neden sonra gelmiş kralın yaveri –burada vezir demek ne kadar uygun kaçar bilmiyorum- kendinden emin ve bir o kadar da küstah, almış kralın elindeki zehri. Önce tahta oturtmuş kralı sonra tek bir el hareketiyle bin bir çeşit çayı önüne dizmiş telaştan ölmek üzere olan kralın. Bunca yıldır telaşında zerre miktarı azalma olmayan kralın bütün endişesi ve korkusu bir anda gidivermiş. Başlarda yaverin büyü yaptığını düşünüp temkinli yaklaşmış fakat bu durumdan hoşnut olduğundan hiçbir şey demeyip kendini yaverin bilinmez kollarına bırakmış. Yaver ilk olarak halkı sakinleştirerek kralın kesin güvenini kazanmış. Daha sonra krala her şeyi düzeltip eski haline getirebileceğini söylemiş fakat kraldan tek bir şart istemiş. –Kafalar kralın kızında ama hayır bu masalda ilişkiler pek önemli bir yere sahip değil- Sarayın asla girilemeyen odasına bir kez olsun giriş hakkı. Var olduğundan beri o odaya cesaret edip girebilen tek kişi sarayın mimarıymış. Zaten o da saray inşa edilirken o odanın nasıl olduğundan haberi olmadığı için girmiş fakat bir daha çıkamamış. Daha sonralardan bu odadan korkulmaya hatta yanından geçilmesine bile izin verilmemeye başlanmış. İşte bu yaver bir kez olsun bu odaya girebilmek istiyormuş. Kral düşünmek istemiş fakat düşündüğü her dakika telaşı da artıyormuş. Daha fazla telaşlanmak istemediğinden yaverin teklifini kabul etmiş. Yaver başlamış planı anlatmaya. Ülkenin çok ücra köşesinde bulunan hayat ağacının meyvesi gerekiyormuş krala. Ancak ve ancak bu meyvenin özü kralın telaş hastalığını yenebilirmiş. Kral tam askerlerine emir verecekken yaver kralın elini havada yakalayıp bunu yapamayacağını ve bu meyveyi kendi elde edip özünü kendinin çıkarması gerektiğini söylemiş. Yaverin ve askerlerin alaycı bakışları altında ezilen kral sahte bir cesaretle “elbette yapabilirim” diye atılmış ve hazırlatmış atların en iyisini. En son yola çıkmadan son bir kez dönüp bakmış sarayına. Geri döneceğine dair şüpheleri olsa da içinde belli etmemiş kimseye. –Yaverine bile- Epey bir yol almış kral. Hatta bir ara şaşırmış bile ülke sınırlarının genişliğine. –Gururunu da okşamış olmalı- Mevsimler değişmiş, kral için zaman kavramı bir hiç olmaya başlamış. Tam pes edeceği sırada tepelerin ardında kısa otların arasında neredeyse göğü yaracak olan bir ağaç görmüş. Önce zaferin sarhoşluğuyla inivermiş atından neden sonra fark etmiş o kadar yolu yürüyecek kadar gücü olmadığını. Ağacın dibine kadar geldikten sonra atını bağlayacak bir yer bulamadığından salmış atını bozkıra. Derin bir iç çekip gördüğü ilk meyveyi koparmış kral. Belindeki ufak hançerle içini açıp vahşice akıtmış özünü gırtlağından aşağıya. –Zira sarayda olmadığından yemek kurallarının pek de bir önemi yok sanırım- Başta bir şeyler hissetmemiş telaşlı kral. Sonralardan garip bir cesaretle ikinci bir meyve koparmış ağacın dalından. Havanın kararmasına yakın kral ağaçtaki son meyve için en uçtaki dala kadar tırmanmış. Artık görebildiği tek şey kara bulutlar ve tırmanan ayın lekeli yüzüymüş. Son meyvenin özünü içerken yorgunluktan mı bilinmez bir anda bayılıvermiş. Uyandığında yaverin eli kralın omzunda kral ise zor bela gözlerini açabilmekteymiş. Sarayın balkonundan halkını görmüş hepsi krala tezahüratlar eşliğinde sevgi gösterisinde bulunuyormuş. İlk başta ne olduğunu anlamasa da yaverin sırıtan yüzüne bakınca hatırlamış hazırlanacağı odaya girmeden önce yasak odanın anahtarını yavere verdiğini. Yorgun bir tebessüm çökmüş ağzına. Odasına çekilmek istemiş ve yasak odanın anahtarını sonsuza kadar kimsenin bulamayacağı bir yere saklanmasının istemiş.

Bu masalın ya da masalımsının özü meyvesinde saklıdır.

Gökten istediğin kadar hayat ağacı meyvesi düşmüş özünü çıkarabildiğince yemekte özgürsün.

PAYLAŞ
Önceki İçerikDemet Cengiz’in çok ses getiren kitabı “Aşk Seni Bulur”
Sonraki İçerikModern Zaman, Modern İnsan
Zubeyr Erkam
2 Aralık 1998 İstanbul, Fatih doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi İstanbul’da tamamladım. Üniversite eğitimime Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde devam ediyorum. Amatör olarak yazdığım birkaç dergi yanında lise yıllarında edebiyat kulübümüzün çıkardığı kitapta editörlük görevini üstlendim. Üniversite ile birlikte yazı ve çeviri işlerime hız kazandırdım. Felsefe ve sanatın tüm alt dallarıyla içli dışlı olmayı seviyorum. Nefes alır gibi okuyor, nefes verir gibi yazı yazıyorum. Hala yaşıyorum.