- Su hep böyle güzel mi söyler sizin buralarda?
Yanımda bitiveren kadın, ten renginden koyuca dudaklarına iliştirdiği çekingen gülümseyişle oturdu. Bankta, bir insan sığacak kadar mesafeyle duruyor; ancak parmak uçlarını değdirebildiği ayaklarını çaprazlayarak bir şeyleri temizlemek ister gibi zemine ileri geri hareketlerle sürtüyordu. Yadırgar tavırla baktığımı hissetmiş olacak ki aynı gülümseyişle “Su sizce de burada çok güzel anlatmıyor mu?” dedi.
Söylediği yalana inandırmak isteyen insanlara özgü vakar ve sesine verdiği kavi tını, birazdan batacak olan güneşin ışıttığı yüzünde tanrısal bir alan oluşturuyordu. “Su ne söyleyebilir ki?” bu aklımdan geçeni yanımdakinin duyabileceği bir sesle söylediğimi neden sonra fark ettim.
- Siz de deli olduğumu düşünüyorsunuz değil mi?
- Hayır elbette, dedim utanarak.
- İnsanlar kendi türünün özelliklerinin başka varlıklara verilmesine dayanamıyorlar, kıskanıyorlar. Ağaçları, ırmakları, toprağı; kedileri, köpekleri, kuşları, bütün coğrafyayı kıskanıyorlar. Birisi kediyle muhabbete girmeye görsün “delirmiş efendim, aklını izanını kaybetmiş.” derler. Birisi kalkıp ağacın derdini dinlemesin, hemen “yahu olacak şey mi koca ağaç dile gelsin, insan mı bu? Olmaz kardeşim olmaz.” Derler. Halbuki insanlardan çok daha hisli anlatmaz mı rüzgar? Yahut insanlardan fazla anlamaz mı bir kedi? Anlar efendim anlar. Ancak buna tahammülümüz yok, olmaz da.
Önümüzde yeknesak uzanan ırmağın dalgalanımları gittikçe büyüdü. Güneşin, giderken arkasında bıraktığı ufak tefek ışık, kadınla aramdaki boşlukta tahta bankı ipildetiyordu. Muhatabını bulmuş cümleler gibi rahat ve huzurlu bir şekilde arkasına yaslanan kadın, gözlerini kapatarak ellerini göğsünde birleştirdi. Söze girmek için kelimeleri dizemiyor ya da seçemiyordum. Rüzgar, uzaktaki türkünün sesini kesik kesik getirip üstümüze seriyor. “Erzurum çarşı pazar…” zihnim, kadına cevap vermek ile türkünün yarım kalan kısmını tamamlamak arasında bocalıyor. Susuyorum. Omzuna takılı kalan saçları, kırmızı kazağının üzerine düşmek için küçücük bir esinti bekliyordu. Uzun süre hareketsiz kalan kadının yüzündeki tanrısal ifade; dönenen karanlıkla gittikçe sönüyor, yerini anaç bir hale bırakıyordu. Soluk alışını dinlerken, nefesimi onunkinin ritmiyle sürdürmekten kendimi alamıyordum. Sırtını yasladığı yerden çeken kadın heyecanla “İşte, bu doğanın şiiri. Her coğrafya kendi şiirini yaratır. Buranın şairi kesinlikle su,” dedi.
Gözlerimi kapayıp şiiri dinledim. Haklıydı. Kalabalığın içinden tek bir ses duyuluyordu. Gözlerimi açtığımda yan tarafım boştu. Su çok güzel söylüyordu.