Her gecenin bir sabahı oluyor kaderin sahibi izin kıldıysa. Güneş bizi terk ettiği için üzülüyor ertesi gün seviniyor yerini geri almaya başladığında. Arş izliyor tepeden insanları gün aydınlanınca. Gökyüzü gülmeye başlıyor yeni umutlar budaklandığında. Toprağa, ağaca, büyük iş düşüyor. İnsana, kurda kuşa yol gösteriyor imkânsızı imkân kılınca. ‘Umudu duyan yok mu?’ diye esen rüzgâr eşlik ediyor masum tenlerin bedenlerinde. Gamzeler saçılıyor ağaçlardan kuşlar mırıldandığında. Bir kış sabahı, Üsküdar sahilinde atılan voltaları izliyor Galata’nın her şeye rağmen ayakta kalışı. Üzülüyorum Kız Kulesi’nin yediği dalga darbelerine; dört bir yanı âşıklar ile dolu olmasına rağmen, bir tokat gibi şaplatıyor denizin hırçın dalgaları ensesine. Denizi izlemek de böyledir işte, güzel şeylere inandırır. Üzerine kara bulutlar çöktüğünde ise kandırır, insanlar gibi…
Anladım ki;
Hayal kırıklıkların üzerinde yürümeye çalışmaktansa yalnızlığın tokadına razı olmak gerekiyor. Olurun olduramadığı sorunlar üzerine sindiği zaman, hiçbir parfüm kokusunun üzerini kapatmaya gücü yetmiyor. Gönlün bir başkasının gönlüne misafir iken, girdiğin kapının yolunu unutmamak gerekiyor. Mutlaka ama mutlaka girdiğin, açılması zor, pas tutan kalbin anahtarını çocukların ellerine vermemek gerekiyor. Sormak zorunda kalırsın kendine; Bu gerçekten ben miyim? Ben isem, geçmişte ki insan kim? Şimdi kime kızmalıyım. Kendime mi? Yoksa beni kandıran gönüle mi? Zor olmalı. Kırılan cam parçalarını karanlık bir odadan toplamak… Bu kadar basit olmamalı, paramparça edilen bir diyara taht kurmak. Yapamam deme, yaptın bir kere. Onar tekrardan tırnaklarınla ihanet ettiğin duvarlarını, müsaade etme kaderin sesini duymadan kapını açmalarını. Daha sıkı sarıl kendine. Bak aynaya ve kendinden özür dile. İyi geceler benliğim… İyi geceler nefesim kesilene kadar taşımak zorunda olduğum ceset.