Zor zamanlardı. Konuşmaktan çok yazıyordu herkes. Kelimeler hürdü lakin satırlarda, isimsiz ve yetim. Mimlenmişti adamlar ve kadınlar, geceden farksız riyakâr bir sessizlik… Huzur mu? Evet. Tehlike mi? Daniskası.
Korkunun eşiğinde söylenmişti… Kimseler duymadan bütün âleme anlatılmıştı isyanın ilk sözcükleri. Küçük bir dünya da daha nasıl olabilirdi. Şu kırılgan satırlara gizlenmiş, baktıkça derinlerde gördüğümüz o titrek dalgaları, yeşil ve eladan bozma denizlerin. Kaybedilmiş son şehir, adın düşmeyecek dudaklardan, en şanlı direniş, en hazin son.
Sokak lambasının aciz ışığından mahrum, kendi karanlığında boğduğun o bankta, gölgenin nezaretinde bekliyorsun sabahı. Kırışmış yüzünde biriken çatlakları sayan bir çocuk soruyor:
- Amca, nasıl eskidin böyle?
- Seni sevebilir miyim, Babamın antikası kıymetinde.
Ruhundaki sonsuzluk yüklenmiş esareti, tenindeki sona doğru taşıyor. Sen! Kendi dünyasına mahkûm aciz adam. Ne olacak son sözcüklerin?
- Varlık tükenir, sözcükler baki, sonsuzluk, özlemin nihayeti.