Adam kadının belini sıkıca kavradı, bırakmak istemezcesine. Kadın yavaş bir şekilde adamın gömleğinin düğmelerine yöneltti narin parmaklarını. Ayrılık vakti gelmişti, bir ilişkinin daha sonuna geliniyordu. Yönlerini yatağa doğru çevirdiler. Kadın ve adamın istekleri bir kere daha uyuşmuyordu. Kadın adamın bedenine son bir kez daha sahip olma niyetindeyken, adam kadının kalbinde sonsuza dek yer etme isteğindeydi. Bütün geceyi birlikte geçirdikten sonra uykuya daldılar, belki de ilişkileri boyunca uzun süredir bu denli yakın uyumamışlardı birbirlerine. Adam açtı gözlerini sabahın ilk ışıklarıyla, yanında duran ve belki de kendisinden bile daha çok sevdiği kadına çevirdi gözlerini. Boğazında farklı bir acı hissetti ve yavaşça kalktı kadının yanından su içmek için, suyunu alıp yatağın tam karşısındaki koltuğa yerleşti ve yatakta usulca uyuyan kadına baktı. Bir süre sonra kadın, gözlerini açmadan adama neden yatağa geri dönmediğini sordu ve yorganın havaya kaldırarak adamın yatağa gelmesini bekledi. İşte en zor kısmı da buydu adam için. O yatağı bir kere terk etmişti çoktan. Geri dönmeli miydi? Sonuçta tekrar çıkmak zorunda kalacaktı o yataktan hatta belki bu sefer daha da zor, daha da acılı olacaktı o çıkış. Adamın vücudu beyninin verdiği komutları reddederek adamı yatağa yönlendirdi. Kadın sakin bir şekilde kafasını adamın göğsüne koydu. İşte adam yaptığı hatayı fark etmişti o an. Artık iki kat zorlaşmıştı o yataktan çıkmak. En fazla bir saat daha sürecekti birliktelikleri işin kötüsü adamın bunun farkında olduğu kadar kadının da bunun farkında olmasıydı hatta daha da kötüsü; ikisi de vaziyeti değiştirmek için hiçbir gayrette bulunmuyorlardı. Kadına belli etmek istemiyordu ama o an tek başına olsa hıçkıra hıçkıra ağlayacak kadar çaresiz hissediyordu kendisini adam. Gözü duvarda duran saate takıldı, bir süre boyunca baktı saate. Sonra tekrardan kafasını kadına çevirdi ve sanki her ince detayını kaydetmek istercesine suratını incelemeye başladı. Önce çekik kahverengi gözlerini, hani şu gülünce kaybolan, sonra küçücük olan burnunu, öpmeyi ne de çok severdi burnunu adam, gerçi kadın bu durumdan çok memnun kalmazdı, sanki üzerine özenle yerleştirilmişti o çiller, bembeyaz tenine ne kadar da çok yakıştığını düşündü bir kez daha en son da dudaklarını, öpmeye kıyamadığı için doyamadığı dudaklardı bu dudaklar. Kadın adamın acısını ve çaresizliğini fark edip de umursamaz bir tavır takınarak “Sen bu dudaklara karşı koyamazsın.” dedi adama çevirerek gözlerini. Adam usulca kadına yaklaştı ve boğazında ki ağrının da yarattığı etki sebebiyle kısık bir sesle cevap verdi kadına “Sen beni hiç tanıyamamışsın.”. Gerçekten de tanıyamamıştı kadın adamı hiç belki de tanımaya gayret etmemişti kim bilir? Adam belki de hiç o yatağa dönmeyeceğinin bilincinde bir kez daha çıktı o yataktan. Henüz kadın yataktan çıkmadan adam ayakkabılarını giymek üzere kapıya yönelmişti bile. Kadın da durumun şaşkınlığındaydı, adamın bu denli kolay bırakabileceğini beklemiyordu kendisini, ama en az adam kadar o da gurur yapıyordu. Adamın aklına bir şiir gelmişti “Gittin mi büyük gideceksin! Ayrılık bile gurur duyacak seninle.” Devamını hatırlamaya çalıştı bir süre. Bu süre zarfında da bir yandan ayakkabılarını giyiyordu. Kadına döndü ve sadece tek bir kelime söyleyebilecek kadar hâkim olabilirdi göz yaşlarına. Tiz ve cılız bir sesle hafif de detone olarak “Hoşça kal” diyebildi ve arkasını döndü. Sanki bir şey eksilmişti adamdan. Evet eksikti de, adam kalbini komodinde unutmuştu. Geri kapıya yöneldiği sırada şiirin devamını hatırladı “Gittiysen onurunla gideceksin. Haklıysan gidecek, gittiysen geri dönmeyeceksin.” Adam yönünü tekrardan loş koridorlu apartmanın çıkışına doğru çevirdi. Kalbi orada kalabilirdi ama o geri dönemezdi. Gururu ve onuru için kalbini feda etmişti adam. Bu adam bir gün o kadının kalbini orada unuttuğunu fark edip geri getirmesi için hala bekliyor, kadının asla getirmeyeceğinin bilincinde…