İşten erken çıkmıştı. Doktor randevusu vardı. Oldum olası sevmezdi hastane koridorlarını. Aldığı haberin etkisiyle olsa gerek ağır adımlarla ilerledi o can sıkıcı koridorlarda. Kendini hastanenin dışına atınca afalladı önce, yutkundu ve gökyüzüne ilişti gözleri. Çaresizliğini yürüyüşlere döküp, adımlarıyla kalabalığa karıştı.
Kasım ayının güneşle buluştuğu nadir günlerden birine denk gelmişti. Sokakta etrafındakilerle iletişimi kesmek isteyen herkes gibi takmıştı kulaklıklarını. Kulağında çalan ecnebi şarkının ritmine kaptırmıştı ruhunu. Sonbahara rağmen yeşildi çimenler, belediyenin çalıştığı anlaşılıyordu çiçeklerden. İçindeki çocuk koşup çimenlerde yuvarlanmayı ne kadar çok arzuluyordu. Buna mani olan etrafındakilerin bakışlarının ona çevrilmesiydi. Ayıplanma tedirginliği sarmıştı vücudunu. Yaptığı tek şey, sonbaharın göstergesi, kuru yaprakların hışırtı çıkarmasını sağlayıp, uyutmaya çalıştı içindeki çocuğu.
Hayatı boyunca kendinden çok etrafındakileri dinlemişti. İç sesini susturup etrafına kulak kabartırdı hep. Sırf bu yüzden istemediği bölümü okumak zorunda kalmıştı. Bu yetmezmiş gibi, bu ses evliliğine bile dil uzatır korkusuyla, affetmişti kendini aldatan eşini. Onun hayatını kendisinden çok etrafı yaşamıştı. O sadece etrafın cisme dökülmüş haliydi.
Çevresindekilerin çizdiği hayat yavaş yavaş sona
yaklaşıyordu. Bütün hayatını gözden
geçirdi ve kendisine sadece pişmanlık kalmıştı. Şimdi bu kadar az kalmışken
tekrar başlama fikri sadece kendini avutmak için ortaya attığı bir şeydi ama bir
yerden başlamalıydı, nihai son gelip çatmadan. Bu düşüncelerle devam etti
yalnızlık yürüyüşüne. Yakın zamanda gerçekleştiği belli olan kazanın etkisiyle
kırılan bariyerlerin yanından geçti sessizce. Eğilip sonbaharın simgesi kuru
bir dalı aldı, attı çantasına. Bir çılgınlık yapıp bineceği dolmuş gelene kadar
yüksek kaldırım taşına sekerek boylu boyunca zıpladı. Bu sefer etrafı
umursamamış kendi olmuştu.
Gelen dolmuşa bindi ve sonuna yaklaştığı yeni hayatına doğru kayboldu…