Son günlerde ünlü sokak sanatçısı Bansky’nin eserlerinin İstanbul’da sergilenmesi ile gündeme gelen (serginin beraberinde getirdiği tartışmalar ile beraber), her gün karşımıza çıkan, kimine göre bir talan, kime göre geleceğin sanatını oluşturan sokak sanatı günümüzde kültürün önemli bir parçası haline gelmeye başladı.
Sokak sanatı denilince akla ilk olarak graffitiler geliyor tabii ki… Graffitinin kaynağı farklı algılanışlarına göre değişmekle birlikte ilk örnekleri için Eski Mısır’a kadar gidilebilir. Yapılan arkeolojik kazılarda piramit yapımında çalışan işçilerin kral mezarlarının gizli yerlerine kendi adlarını, lakaplarını veya küçük mesajlarını yazdıkları görülmüş. Daha sonra birçok tarihe esere ve ören yerlerine farklı zamanlarda benzer izler bırakılmış (Ihlara vadisindeki antik kiliseler, vb.).
Bugünkü anlamda ilk grafittiler ise 1940’ladan sonra özellikle Almanya’da Berlin Duvarı’nın inşaası ile ortaya çıkmaya başlamış. Bu tarihten itibaren kişilerin renkler, şekiller ve yazılar yardımıyla kendilerini özgürce ifade ettikleri, gizli, yasadışı, anarşist ancak içtenlikli bir görünüme bürünmüş. 1960’larda Amerika’da da bu akım yaygınlaşmış ve günümüzde bütün dünyaya yayılmış halde.
Ancak zaman içinde graffiti olarak başlayan bu akım başka bir kimlik edinmiş gibi görünüyor ve protest bir sanat akımı haline geliyor. Bu açıdan bakılacak olursa sokak sanatı, resmi veya ekonomik olan sanatın dışında bir anlayış olarak karşımıza çıkıyor. Galerilerde ya da müzelerde sergilenen, alınıp satılan bir ekonomik unsur olmanın ötesine geçiyor.
Bazılarına göre toplumsal alanların vandalizm ile yıkımı olarak görülüyor, bazılarına göre ise sanatın topluma inmesini sağlıyor.
Hep gözümüzün önünde olan, en gizemli kişilerce ortaya çıkan bir sanat…
Tabii bu gizli ve yasadışı yanı nedeniyle de uzun bir süre dışlanmış ve değersizleştirilmiş sokak sanatı. Ortaya çıkarılan eserler basit bulunarak devlet güçleri tarafında silinmiş hatta bazı sokak sanatçıları tutuklanmış.
Ancak bu durum bazı sokak sanatçılarının daha da ünlü olmasını sağlamış. Gizli kimlikleri ve takma adları ile birlikte bu sanatçılar artık birer fenomen haline gelmiş durumda.
Hatta bazı grafiti sanatçılarının kurumsal firmalarla çalıştığını, kendilerine ait grafiti tasarım objelerini gerek kendi sitelerinden gerekse bazı markaların bünyesinden satışa çıkardıklarını bile görüyoruz.
Tüm bunlar göz önüne alındığında gerçek anlamda sokak sanatının ne olduğunu sorgulamak gerekiyor. Belki burada iki ayrıma gidilebilir;
Birincisi; Tarz olarak sokak sanatı ve ikincisi gerçekten halk ile kaynaşan sokak sanatı. Tarz olarak sokak sanatı kendini yavaş yavaş objeleştirerek iş haline dönüşürken halkla birleşen sanat ilk ortaya çıkışındaki özelliklerini daha çok barındırıyor.
Örneğin; İtalyada Grottaglie Manastırı’ndaki performanslar gerçekten etkileyici. Nespoon lakaplı sanatçının manastıra inşa ettiği örümcek ağı görünümlü dantel işlemeleri, mastırın terk edilmişliği ile kadınsallığın ve kırılganlığın simgesi olan dantelin aynı mekanda bir araya getirilmesi mükemmel bir birlik oluştuyor. Güney Amerika’da Martin Ron Buenos Aires’te gerçeklik algısını değiştirecek şaşırtıcı çalışmalarını sergiliyor. Aynı şekilde Çin doğumlu sanatçı Daleast, Miami, Londra ve Newyork’a uzanarak dünyanın farklı yerlerinde kendi imzasını atıyor.
Ülkemizde ise sokak sanatı hala duvar yazıları olarak daha çok görünüyor. Ancak Türk toplumunun bu çeşit sanata daha yakın olduğunu ve önümüzdeki günlerde bu alanda uluslararası sanatçılar çıkabileceğini düşünüyorum.
Sanat artık müze ve galerilerden çıkarak halkla bütünleşiyor. Alınan, satılan veya biriktirilen bir şey olmaktan çıkıp geniş bir alana yayılıyor…