Şeker şerbet hanım ile kızı Zilli Pakize’nin Maceraları
Milli Mücadelenin ardından bir asır gelip geçse de Münih sokaklarında dolaşırken Enver Paşa’nın adının verildiği caddeye revan olmamak olmazdı.
Enver Paşa, batı hayranlığı ile bilinen bir Osmanlı devlet adamıydı. İttihat ve Terakki Yönetiminin ileri gelenlerinden olup; Osmanlı’nın 1914 yılında Almanya’nın yanında savaşa girmesini çok arzu eden en önemli ismiydi. Bu isim, yanlış ve aceleci bir dış politika sergilediği için; doğu cephesinde Sarıkamış’ta hiç savaşa tutuşmadan soğuktan on binlerce askerimizin şehadetine sebep olmuştu. Sarıkamış şehitlerini anarken bir adamın politikada akla getirilmeyen korkunç hatalarının bedellerini düşündü, bizim Şeker Şerbet Hanım. “Mazi kalbimde yara” diyen şair gibi mazi ve ati arasında gidip geldi. Ati, yani gelecek de zaten mazi ile şekillenmiyor muydu?
Dün öyleydi de ya bugün çok mu farklıydı? Şam’da Emevi Cami’inde Cuma namazı kılma hayalleri uğruna nice yiğit gök ekini misali biçilmemiş miydi? Yıllarca çözüm süreci adı altında PKK’ya göz yumanlar sokaklardaki hendeklere ses çıkarmayanlar bugün kendi gibi düşünmeyenlere çok kolaylıkla vatan haini diyebiliyordu.
Sorgulanmayan, üzerinde düşünülmeden yaşanılan hayat sahi gerçekten bizim diyebileceğimiz yaşantının adı olabilir mi? diye eseflendi.
Yüreğinde söze dökülemeyen; ancak kalpten kalbe hissedilecek olan bu kederli duyguyu Hans hissetmişti. Şeker şerbet, seni anlıyorum diyebildi. Türkiye ile Almanya birbirinden bambaşka renklere sahip iki ülke… Bu iki ülkenin birbirinden yabancı kişileri nasıl oldu da duygudaş olabilmişti. Kendi ülkesinde de keşke bu duygudaşlık hakim olabilseydi…Örgütlerin , partilerin , hatta dindarların bile mikro örgütlere ayrımlaştırıldığı çok enterasan bir atmosfer toplumu şekillendiriyordu.
Dilleri, dinleri, kültürel zenginlikleri farklı olsa da tarihi planda ortak değerleri vardı.
Enver Paşa, kimileri için kahraman kimileri için vatan hainiydi.
Münih’te Enver Paşa Caddesinde dolaşırken Sarıkamış şehitlerini bir an olsun aklından çıkaramadı, Şerbet Hanım. Bir heves uğruna yitip giden canlar…Sarıkamış Münih arasında tarihi bir seyr-ü sefer yaparken;
Telefonunun sesi ile irkildi. Ruhu henüz bedenine yeni ışınlanmış bir sersemlikte “halo” dedi.
Kızı zilli Pakize telefonun öbür ucundaydı. Zilli, “basından takip etmedin galiba babam metresi ile basılmış, boydan fotoğraflarıyla gazetelerde pişmiş kelle gibi sırıtıyor, sen halen kültürlenmelerdesin, ayol kocan elden gidiyor şaşkın kadın” nidasıyla konuşmayı sonlandırdı.
Şeker şerbet, için bu yeni bir durum değildi. Aldatılmalara şerbetliydi. Eh suçun yarısı da elhak kendisine aitti. Cazgırlık yapmanın , kapris edip şişinmenin bir anlamı olmadığını gece yarısı kızı zilli Pakize’ye açıkladı. “Amaa anne” sözüne şöyle devam etti,” kızım belki babanla ben birbirimize iyi eş olamadık; ama senin için iyi bir anne ve baba olmak için çırpınıyoruz. Rolleri karıştırıp, benim sergilemem gereken hırçınlığı sen babana yansıtırsan çok yanlış yaparsın. O senin baban ve sonsuza kadar öyle kalacak…”
” Peki, onu affedecek misin?” sorusuna;
“Herkes ikinci bir şansı mutlaka hak eder. Rahmet ayındayız unuttun mu?
Hadi giyin, yandan çarklı şaşı Esma’ya gidiyoruz. O büyücüye mi gideceğiz annecim , gerçekten seni anlamıyorum sen ki daha geçen gün ADD’nin – Atatürkçü Düşünce Derneği’nin- kuruluş yıldönümünün caz konserindeydin.
Atatürkçü olmak kutsal değerleri hor görmek midir?
Kızım, Tütsülü Caddenin Buharlı sokağından gideceğiz, saçını fönleyeceğine bir yazma tak; en azından dizlerini örten bir etek giy ; yırtık kotunu sonra giyersin ; bilirsin hiçbir zaman özgürlüğüne karışmadım. Ancak yaşadığın toplumun değerlerine , onların önemsediği her şeye saygılı olmanı isterim; tıpkı babana göstermen gereken saygı gibi..
Zilli ile şeker şerbet Tütsülü Caddenin rayiha kokulu meyveli ağaçları arasından geçerken molla Hüseyin’e Bektaşi Hasan’a ve eşleri gülbeşeker Fadime ile kambur Neriman’a selam verme adına temenna etmişlerdi. Şaşı Esma’nın fakirhanesinin bahçesine geldiklerinde, kendisinin çiçeklerini mırıldanarak sanki onlarla sohbet edercesine suladıklarını farkettiler. Ufacık bir el radyosunda ‘ Hayal içinde geçti ömrü derbederim ‘ şarkısı derinden kulaklara yankılanıyordu. Şerbet hanım nice yerleri gezmiş olsa da bu sokağın ayrı bir gizemi onu içmeden sarhoş ediyordu. Çocukluğunun müstakil , cumbalı ahşap hanesini anımsadı. Çat kapı teklifsizce birbirine komşu olan hacı teyzeleri, komşu anneleri hatırladı. Mahallenin delilerinin bile bir ahengi , tatlılığı dillere destandı. İftar saatleri bile apayrı neşe anlarıydı…
Yahya Kemal’in ‘Atik Valde ‘ isimli şiirinden bir bölümü tespih etti;
Yandan çarklıya tuzlu sadeyağı ve fırından yeni çıkan susamlı iftarlık pide almışlardı. Sini üzerine konulan taamlar mütevazi yer sofrasını oluşturuyordu. Piknik tüpünde pişmeye çalışan tarhanaya katık olacaktı.
Şaşı Esma teyze kalbe inşirah ferahlık veren sohbetleri ihtiyaca binaen doğaçlama yapardı. Kalbine malum olmuş gibi o akşamki sohbeti dini nikah ve dört avrat meselesine getirmişti. Zilli şaşkınlık içinde anne sen gelmeden telefon mu ettin ne anlattın kadına dedi. Ne telefonu kızım , Esma teyzende ne ev telefonu ne cep telefonu var. Evinin kapısında kilit bile yok , selam deyip içeri girdik farketmedin mi dedi.
Şaşı Esma tel dolabından katmeri de siniye koyunca başladı sohbeti Canan;
Nikah bir akit bir anlaşmadır. Her ne yaşarlarsa yaşasınlar birbirlerinin ayıbını ifşa edip dillendirerek en büyük kötülüğü birbirlerine etmesinler, bizler büyüklerimizden böyle öğrendik.
Şimdilerde bir moda oldu, nikah kelimesinin önüne dini ibaresini getirmek! Okuma yazma bilmeyene sakalı sarığı var diye mektup okutmaya benziyor, marifet sarıkta sakalda olsaydı, rahmetli amcanız Cin Ali medreseye müderris olurdu.
Ah yavrularım , nikahın geçerli olması şahitlik ve duyuru ile olur. Bu konuda bizzat Peygamberimizin buyruğu var. Yani biz aramızda nikah kıydık demekle iki dua okumakla nikah dini İslami olmuyor.
Öte yandan dört kadın ile nikahlanmak dinin emri değil, sadece bazı şartlarda erkeğe verilmiş bir izindir.
Yani , diğer eşin bu birliktelikten haberinin olması ve buna rıza göstermesi çok önemlidir.
Şeker şerbet de zilli de bunları ilk defa duyuyorlardı. Nasıl yani; Kuran-ı Kerim’de bu konuda ayet var mı?
Elbette… Nisa Suresi 3. ayetini tefsir edersek , o dönemde zaten varolan Arap kültüründeki çok eşliliği din onaylamıyor sadece sınırlandırıp , şartlar gözetilirse izin veriliyor.
Demek dört kadınla evlenmek dinin emri değil , şartları olan bir izindi. Aynen…
Dahası, yine Nisa Suresi 129. Ayeti iyi bir tetkikle okursak , ideal olanın tek eşle evlilik olduğunu anlarız.
Yandan çarklı hızını almıştı, iyi ki geldiniz kızlarım diyerek ballandırarak anlatıyordu:
Resmi nikahta nasıl şahit ve duyuru oluyorsa dini nikah için de aynı hassasiyet lüzum ediyordu.
O halde …
Pek çok dini nikah adı altında yapılan birlikteliklerin ne olduğunu söylemeye dilim varmıyor diye Osmanlı şerbetini testiyle doyumluk kupalara tevzi eyledi.
Gaz lambası eşliğinde nostalji kokan hatıralarla dopdolu anın da sonuna gelinmişti. Bir masaldan başka bir masal olan dünya telaşına yol almak için selavatlanarak bahçeye kadar uğurlandılar.
Köpecik Mıstık ile Fıstık da iftar sofrasının artıklarıyla musmutluydular. Bu evde hiçbir şey israf edilmez mi, diye gider ayak soran Zilli’ye okkalı cevap gelmişti; Bir kilo soğan domates için kuyruk olan bir toplumda israf demek her an tövbe istiğfar demektir. Aaaa diyebildi zilli ; 500 milyona yapılan camiyi müslümanlar yaptırmamış mıydı? sorusu gecenin sessizliğinde yankılandı , havada uçuştu…