“Rock’n Roll’un Anası” olarak adlandırılan ve gitarın siyah azizesi olarak bilinen bu kadın, kendisinden sonraki Amerikalı siyahi müzisyenleri derinden etkileyerek blues müziğinde öncü bir role sahip olmuştur. Ne Chuck Beryy, ne Scotty Moore, James Burton ne de Keith Richards, bu kadın kadar vahşi ve de yenilikçi bir çalış tarzına sahip değildi. Parlak sarışın bir peruk, parlak küpeler ve gerdanında yapay elmaslarla süslediği beyaz elbisesinin üzerinde taşıdığı elektronik gitarı ile dönemin öne çıkan kadın sanatçıları olan Bessie Smith ya da Aretha Franklin’le karşılaştırılması mümkün olamayacak kadar eşsiz ve büyüleyici bir yoğunlukta şarkılarını söylerdi.
Asıl ismi Rosetta Nubin olup 1915 yılında bir pamuk tarlasında doğmuştur; bir şarkıcı olan babası ve mandolin çalan annesi Kettie Bell Nublin’i dinleyerek büyümüştür ve böylece kendisi de henüz 4 yaşında iken boyunca gitarı çalabilmeyi öğrenmiştir. Aynı zamanda vaftizci bir psikopos olan ve ritmik müzikal ifadeyi, dansı ve kadınların kilisede vaaz vermesini teşvik eden annesinin çok fazla etkisinde kalmıştır.
Bilindiği üzere kölelik dönemlerinde Afrikalılar, yaşadıkları stres ve baskıdan bir nebze olsun rahatlayabildikleri tek yer olarak gördükleri beyazların kiliselerine katılma eğilimindeydiler. Bu katılımlar süresinde Hristyan ilahilerini Afrika geleneklerine göre kendi tarzlarında söylemeye başladılar. Aynı zamanda bu durum erken Blues müziğinin beyazlar tarafından ilk duyulduğu ve dikkat çekmeye başladığı döneme işaret eder. Ancak Sister Rosetta’ya kadar bu müzik hiç bu denli dikkat çekip kaydedilmeye başlanmamıştı.
Altı yaşına geldiğinde Tharpe, düzenli olarak seyahat eden bir evanjelik grubunda sanatçılık yapan annesine katılmıştı. Ünü Güney Amerika’nın ötesine henüz geçmeden önce “Şarkı söyleyen ve gitar çalan bir mucize” olarak tanımlanmaya başlayan Rosetta annesinin bir kısmı vaaz, bir kısmı gospel konseri olan performanslarına eşlik etmeye başladı.
Zamanla gospel müziğinin ilk büyük kayıtlı yıldızı haline gelmeye başladı. Gospel müzisyenleri arasında “rytham and blues” ve “rock’n roll” dinleyicilerine de hitap edebilen ilk şarkıcıydı. 1930 ve 40’lı yıllarda gospel müziği seküler izleyiciler arasında da popüler hale getirdi. Böylece Nina Simone ve diğerleri onun peşi sıra sahneyi almaya başladılar.
1920’lerin ortasında, Tharpe ve annesi Chicago’da Illinois’e yerleştiler ve burada 40. caddedeki meşhur COGIC kilisesinde dini konserler vermeye başladılar; arasıra kilise toplantılarında sahne almak üzere ülkenin farklı bölgelerine de yolculuk ediyorlardı. Tharpe, siyah kadın gitaristlerin nadiren ortaya çıktığı bir dönemde önde gelen bir müzik dehası olarak ün yaptı. “Didn’t it rain” şarkısında olduğu gibi, performanslarına çok fazla ruhsallık katan şarkıcı, ilk kez bir tren istasyonunda duyulduğu düşünülen blues müziğini bundan daha fazla hissederek dinleyemeceğiniz tek yer olan bir istasyonda çalarak müthiş bir ilham kaynağı oldu
31 Ekim 1938’de 23 yaşındaki Tharpe, Luck Millinder’in caz orkestrasının desteğiyle Decca Records için ilk kez dört taraflı kayıt yaptı. Bu yıllarda 23 Aralık’ta, klasik müziğin olduğu kadar Blues müziği tarihinde de önemli bir yeri olan Carnegie Hall’da “Spirituals to Swing” (İlahilerden Swing’e) adlı konserinin ardından yüksek ses getirmekle birlikte kötü şöhret kazandı, çünkü izleyiciler için etkileyiciliğinin yanısıra şok edici olan performansları birçok açıdan devrimci olduğu kadar tartışmalıydı. Seküler gece klübü izleyicileri için blues ve caz müzisyenleri ve dansçılarının yanında gospel müziği yapmak; alışılmadık ve olağandışıydı ve muhafazakar dini çevreler de böyle bir ortamda gitar çalan bir kadın için kaşlarını çattı. Bu nedenlerden dolayı, Tharpe, gospel topluluğunun kesimlerince gözden düştü. İnanılmaz canlı tempoda düzenlemelerle gospel temalarını birleştiren “This Train” ve “Rock Me” kayıtları 1930’ların sonlarında daha önce gospel müziğine fazla tanık olmamış dinleyiciler arasında hit oldu. Gece klübü performanslarında, yarı giyinik şov kızlarının arasında gospel şarkıları söylemesi, onun gospel toplulukları tarafından daha da dışlanmasına yol açtı.
Aynı zamanda, bu dönemde gitar becerileri ile erkekliğin doğrudan bağlantılı olduğu da belirtilmelidir. Tharpe bu toplumsal cinsiyet yapısına da meydan okudu bu nedenle gitarı böylesine benzersiz ve cüretkarca çalışından övgüyle söz edilmek yerine medya ve izleyiciler tarafından ortaya atılan övgüler adeta “bir erkek gibi çalabiliyor” şeklini almaya başladı; oysa ki bu gitar yarışında kendisi pek çok erkekten daha iyi çalabilmesiyle ilham alınacak konuma çoktan gelmişti. O bir devrimciydi ve blues’un en parlak döneminde hem müziğin türünü hem de cinsiyetini alt üst etti.
1940’ların başında Tharpe, dini gospel müziğinin, daha seküler seslerle arasında köprü kurmaya devam ederek müzik türleri arasında kolayca yapılan sınıflandırmalara meydan okudu. Luck Milliender’ın orkestrası eşliğinde “Shout Sister Shout”, “That’s All” ve “I Want a Tall Skinny Papa” gibi seküler hitleri kaydetti. Tharpe’nin elektro gitarı çaldığı ilk albüm olan “That’s All” kendisinden sonra gelen Chuck Berry ve Elvis Presley gibi gitaristler üzerinde etkili oldu.
1961 yılında Frémeaux & Associés adlı Fransız plak şirketi tarafından, sanatçıya ait eserlerin tamamı yedi adet çift CD seti olarak çıkarıldı.
En son olarak 2016 yılında şarkıcı Mary Chapin tarafından “The Things That We Are Made Of” albümünde Tharpe adına “Oh Rosetta” adlı şarkıyı yazdı ve kaydetti. Albümün yayınlanmasından sonraki bir turne sırasında Mary Chapin bu şarkıda “Sister Rosetta” ile sohbet etmeyi hayal ettiğini açıkladı.
Kim istemez ki?
Video:
https://www.youtube.com/watch?v=SR2gR6SZC2M
Kaynakça:
http://www.biography.com/people/sister-rosetta-tharpe-17172332