Eğer bir hastanenin bahçesindeyseniz düşünmek için çok sebebiniz olacaktır. Bazen şükredecek ve bazen de üzülecek kadar da derdiniz…
Kemoterapi aldıktan sonra hem ruh halim ve hem de sağlık durumum kötü etkileniyordu ve çıktıktan sonra kendimi hemen eve atmak istiyordum. Yine bir kemoterapi günüydü ve hastaneye geldiğimde bahçedeki insanlara takıldı gözüm, henüz randevu saatim de gelmemişti.
Uzun ağaçların gölgesinde oturan insanlar, birbirlerine anlamlı, anlamsız bakan çocuklar, yaşlılar ve de gençler…
Meğer daha önce fark etmediğim o kadar çok insan varmış ki!.. Orada tanışıp arkadaş olmuş, hoş sohbet eden insanlar bile vardı…
O an kendimi düşündüm, acaba bir tek ben mi durumumdan rahatsızdım?
Bu gördüklerimin hemen hepsinin saçları, kaşları ve kirpikleri dökülmüştü.
Bazılarının ise yeni yeni çıkmaya başlamış…
Ancak biraz daha dikkatle etrafıma baktığımda onların bu durumu çok da umursamadığı anlaşılıyordu.
Benim gibi bandana, başörtüsü, şapka takanlar da vardı elbette, ama bunu sorun etmeyip saklama gereği duymayanlar da vardı.
Başımdaki bandananın kaydığını fark ettim ve her ne kadar benimle aynı kaderi paylaşıyor olsalar da, gözlerden uzak bir yere çekilip düzeltmem gerekiyordu, çünkü ben bu durumumdan hiç hoşlanmıyordum ve kimsenin beni böyle görmesini istemiyordum.
Ağaçların arkasına saklanır gibi oturdum çimenliğe, sırtımı ağaca yasladım ve derin bir nefes çektim.
Etrafıma bakındım ve bandanayı çıkardım, tekrar düzeltip başıma takacakken, küçük bir çocuğun bana doğru bakarak yaklaştığını fark ettim.
O da bu küçük yaşına rağmen bu dertten nasibine düşeni almıştı belli ki, saçları dökülmüş, yanakları al al olup pürüzlenmişti, hep kemoterapinin etkileriydi bunlar.
Küçük çocuğun gözlerindeki parıltının solgunluğu beni derinden etkilemişti, bakışları cansız, ama imalıydı.
Beni süzüyor, inceliyordu.
Bir an ona; “neden bakıyorsun?” demek geçti içimden, ancak hızlıca bandanayı bağlayıp susmayı tercih ettim.
Sessizlik içinde süren bakışmalara bir son vermek ister gibi gülmeye başladı; “benim de saçlarım yok, ama sen daha çirkinsin…” derken zaten iri olan gözlerim açılmış, çocuğa dikkatlice bakmıştım. Bir an gülsem mi, ağlasam mı? Bilemedim.
Bir süre daha sessiz bakıştıktan sonra kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Kahkahalara boğulduk ikimiz de…
Uzun zamandır böylesine gülmemiştim, çirkin olduğumu bu kadar güzel söyleyen hiç olmamıştı.
“Haklısın ufaklık, sen çirkinsin ama ben senden daha çirkinim…” dediğimde kısa pantolonunun ceplerini karıştırmaya başladı, bir şey aradığı belliydi, “ne arıyorsun sen?” dediğimde sonunda pantolonun arka cebinden çıkardığı küçük aynayı uzattı; “inanmazsan al bak kendine…” diyerek…
Bir yandan da muzipçe kıkırdıyordu, gülerken çıkmış olan iki ön diş boşluğu da görünüyordu.
O kadar masum ve o kadar tatlıydı ki, bir an bana hayatımdaki bütün çirkinlikleri unutturduğunu hissettim.
Aynaya uzun zamandır bakmıyordum ve kendi yüzümle ilk kez yüzleşecektim.
Biraz tuhaf bir hisle kaldırdım aynayı yüzüme doğru, önce kirpiksiz gözlerime, ardından kaşlarımın boş çıkıntılarına baktım.
Bir an durgunlaştığımı fark etmiş olacak ki, “mızıkçılık yapma!.. Çıkar o örtüyü de öyle bak bakalım.” dedi yine aynı kıkırdamayla…
Bu kadar cesaret gösterip aynaya baktığıma göre, bandanayı da çıkarabilirdim ve öyle de yaptım, bandanayı çekip aldıktan sonra aynayı biraz daha yukarı kaldırdım, gerçekten de çok çirkindim ve benim de çocuğa muziplik yapmam gerekiyordu.
“Ayyyyy.” diyerek korkmuş gibi yaptım, kıkırdaması öyle arttı ki, ince sesiyle kulaklarımı çınlatıyordu.
İlk kez içim kıpır kıpır olmuş, etrafımdaki diğer insanlara yaptığım gibi sahte değil, gerçek bir kahkaha atmıştım. Gülüşmelerimizi duymuş olacak, bir kadın yaklaştı yanımıza; “oğlum ne kadar ayıp, rahat bıraksana ablayı!..” diyerek uyardı çocuğu.
“Hayır hayır” dedim. “Oğlunuz beni rahatsız etmiyor, lütfen kızmayın ona.” derken bizim ufaklık yine kıkırdadı.
“Size de mi çirkin olduğunuzu söyledi?” diyen kadına olmayan kaşlarını çatarak baktı.
Gülümsedim ve “yalan söylemiyor ki…” dedim.
Meğer bizim ufaklık hastaneye geldiği günlerde bu küçük aynayı da yanında getirip, insanlarla eğleniyormuş.
Mutluluktan mıdır bilmiyorum, adını bile sormayı unuttuğum ufaklığa sarılmak geldi içimden, ama ne yazık ki kanser hastalarının enfeksiyon kapma riski olduğu için başka insanlarla yakın temas kurmaması gerekiyordu, onu ve biraz da kendimi düşündüğüm için yanından ayrılıp içeriye gideceğim sırada, sadece uzaktan öpücük göndermekle kaldım.
O gün o kadar iyi hissettim ki, kemoterapinin o sinir bozucu etkilerini bile yaşamadım.
Seans boyunca onu düşünüp gülümsedim.
Bir daha beni böylesine mutlu edecek küçük bir çocukla karşılaşır mıyım? Bilmiyorum.
Ama bildiğim bir şey varsa, bazen yetişkinlerin yapamadığını küçük çocuklar başarabiliyor. Hem de ellerindeki küçük aynalarla…
Şimdi iyiyim, ama o gün güldüğüm kadar içten gülebilmek için yeniden kemoterapi almaya razı olabilirdim.
Şimdi iyiyim ve ben o kadar içten hiç gülemiyorum.
Şimdi iyiyim ve ben çok mutsuzum!..