‘’Parasız bir yaşam olmalı bence…
Hiç icat edilmediği…
Ve hiçbir zaman icadına ihtiyaç duyulmayacak bir yaşam…’’
Paranın var olmadığı bir evrenden bahsetmek istiyorum ve bahsedeceğim de!
Bence kalbiyle, aklına gelen her ‘’ŞEYİ’’ satın alabilmeli insan… Dilediğince, kusana kadar… Dünyanın her ücrasından bir parçayı evine sığdırmalı… Sığdırdıkları ile birlikte toprağa gidecek olan o evi de kalbiyle satın alabilmeli…
Sonsuz odalı, bin iki yüz mutfaklı ve yeterli oksijeni depolayabileceği bahçeye sahip bir ev…
Herkesten uzak nefes alabileceği, ara sıra soluğunun ömrünü kısaltmak adına dünyanın en güzel nimeti olduğunu düşündüğü sigarayı istediği pozisyonda yakıp, dumanını duvarları sarartana kadar üfleyebileceği, kalbi kadar kocaman~~ kalbi kadar ufacık bir ev satın alabilmeli insan…
Yaşayabilmeli o evde, gerçekten değil ama öylesine yaşayabilmeli…
Kahvesiyle, tostuyla, sigarasıyla… Çürüyene kadar, yok olana kadar…
Hatta öyle bir yok olmalı ki…
Her neyse…
Ne diyordum ben?
PARA!
Boş ver parayı şimdi!
Ezan okunuyor bak… Okuyan hocanın ( İnsanın) aklını, ruhunu bir düşünsene… Sıkılmamış mıdır sence?
Sıkılmıştır desem? Kızma sakın! Ben dinsiz değilim ki… Tam şu an, yazımı yazarken bile dua ediyorum, çok yetenekliyim.
Peki, bu yeteneğime bir karşılık var mı?
Karşılıksız dua etmemiş miydim ki ben?
Karşılık yoksa neden dua ediyordum?
Amaç neydi?
Sonuç?
Koskoca bir boşluk…
Avrupa’dan girip Afrika’dan çıkan bir hayal kırıklığı…
Başka hiçbir şey yok!
Yarın sabah yeni olacağını düşündüğünüz güne uyandığımız an…
Her şey dün gibi olacak, bugün gibi… ONDAN önceki gün gibi…
Dokuz gibi değil… Sekiz gibi değil…
O’ndan önceki gibi…
Sonuç mu?
Bana kalan bir tek “Parasız ve sevgi dolu bir yaşam hayali” olacak… (Sonuçtan tatmin olmadın değil mi? Kasma, bende değilim, hiçbir şey değilim.)
Şimdi sana bir soru soracağım, sıkı dur, sımsıkı ama… Sakın rahat bırakma damarlarını, sakın gevşetme ruhunu bedenine sabitleyen içindeki o cıvatayı…
İçinin en derinindeki, yalnızca sana ait olan cevheri delirene kadar tut…
Soru soracaktım değil mi ben. Evet! Soruyorum.
‘’Parasız, kalbi kadar yaşaydı insan; dünya iyilerin dünyası olmaz mıydı?’’
İyilik… Nedir sence?
Ezanı okuyan hoca iyi midir sence? Kalbi kaç santimetreküptür? Benim ki kaç metrekaredir?
Ne dersin?
Sence hangimiz daha iyiyizdir?
Bence ikimizde (hoca ve ben) bir b*k değiliz…
Çok b*kuz efendim!
Birden fazla b*ka batmışız!
Ve çıkmak için can atmıyoruz…
Atamıyoruz…
Can veriyoruz günden güne…
O b*kun içinde her saniye biraz daha çürüyüp gidiyoruz…
Önce esmerleşiyoruz, sonra simsiyah, sonra haki, mavi, yeşil… En son beyaz, bembeyaz…
Sanki çürüyen, kötülüklerin içinde asimile olan biz değilmişiz gibi…
Bembeyaz bir nevresim gibi çıkıveriyoruz o b*kun içinden…
Kandırıyoruz kalplerimizi, kalplerinizi, aklımızı, aklınızı…
Yok sayıyoruz varlığına ısrarla inanmak istediğim o özgür olduğunu düşündüğünüz düşünce gücünü…
Düşünen sen misin? Düşünen ben miyim? O mu? Kimdir?
Kimdir aklımızı böylesine karmaşık bir oyunun içinde yönlendiren? Bizi bir kukla gibi istediği yöne sürükleyen…
Kimdir?