Onun adı Sibel.
Ancak, güzelliği ve zerafeti özellikle de bakımlılığı nedeniyle çevresindekiler ona Sibella adını vermişlerdi. Bakımlılık derken; onu uzaktan tanıyanların düştüğü yanılgı misali öyle basit, sıradan bir bakımlı kadın imajı canlanmasın gözünüzde.
Onunki bir yaşam tarzı.
O Antik Yunan’lıların varlıklarına inandığı efsanevi Sibyl’ların günümüze uyarlaması… Ya da gezegeni Venüs olan bir genç kızın sahip olabileceğinin tam ve gerçek karşılığı… Hatta belki de biraz fazlası. O yalnızca kendine olan özeniyle değil aynı zamanda bulunduğu ortama, çevresine ve arkadaşlarına dokunuşlarıyla kattığı güzelliklerle de adeta Tanrıça’nın ta kendisi. Tek farkı, o tüm güzelliği ve varlığıyla gerçek. Sibel’i sadece güzellikle sınırlandırmak yanlışına düşmeyin sakın. Onu Sibella yapan asıl şey sevgisini, ilgisini herkese ve her şeye uzatabilme gücü…
Eğitim için gittiği küçük kasabada hiçbir daireyi beğenmeyip sonunda kışın soğuğuna rağmen kiraladığı o alengirli teras katındaki içiçe mutfak ve odayı öyle güzel döşemişti ki nihayet onu kendini çevreleyen güzelliklerin ısıttığı anlaşılıyordu. Sibella tüm gücünü değerlerinden alıyor. Öylesi bir güç ki onunki her sabah uyandığında kendini yeniden inşa ediyor. Geceleri yatağa da öyle alelade bir şekilde girdiği sanılmasın. Çünkü o; günü ne kadar zorlu ya da kötü geçerse geçsin asla kendini salıvermiyor. Özenle sildiği makyajı, uyku için hazırladığı saçı ve süpriz bir dolaptan açılan arka tahtası süslemelerle ve peluşlarla renklendirilmiş yatağına da adeta bir prenses gibi giriyor. Ve ertesi gün yine hayatına kaldığı yerden aynı ihtişamıyla uyanıyor.
Onun için kendi gezegeninde yaşıyor diyebiliriz. Evet dışarıda herkesle uyumlu olan güçlü bir sosyal yaşamı, aşkları, dertleri, başarıları ve problemleri var ancak bunların hiçbiri onun kendine inşa ettiği asıl değerlere uzanabilecek güçte değil. Dolayısıyla onun dışarıdan yara alabilmesi mümkün değil. Buradan da asla yaralanmadığı anlaşılmamalı. Ancak bizler çoğu zaman zayıf düştüğümüzde çarçabuk yaşamımızın iplerini elden bırakır ve üstümüze başımıza özen göstermeyi bırakır- sanki bunu sadece erkekler ya da dışarıdakiler için yapıyormuşuz gibi- yetmezmiş gibi bir de arkamızı toplayan yoksa evi yerle yeksan eder ya hiç çıkmayız ya da dışarıda yarı ölü bir kılıkta gezeriz. Güneş artık bize doğmaz olur. Sibel’de ise bunların hiçbirini görmeniz mümkün değil, yaşamı boyunca da mümkün olmayacak gibi… Kendini şöyle bırakıp salıvermeyi bırakın; güneş hiç doğmayacak olsa bile o yine de tavanın köşesine herhangi bir nesneyi güneş objesi ihtişamıyla dikebilmenin bir yolunu bulacak ama asla oturup beklemeyecektir.
O sıradan bir t-shirt ile en şık yerlere layık bulduğumuz bir eteği kombine edebilir. Boyfriend jean’lar henüz moda değilken dahi erkek kotlarını ve gömleklerini üzerine geçirip en kadınsı elbiselerin yapabileceğinden çok daha iyi bir görünüm yakalayabilirdi. Kafasına sıradan bir bandı en farklı şekilde bağlayıp derse gelebilir ya da piknik yapmaya giderken rengarenk eteği ile bembeyaz bluzünü giyer yine de incelikli hareketlerle sofrayı kurup kaldırma sorumluluğunu tek başına üstlenirken üzerini tek bir leke etmeden eve dönebilirdi. Bir sabah evden çıkarken, her gün uğradığı manavda çalışan yaşlı tezgahtar ona: “Kızım, bu seninki insanın yaşadığı yerle, parayla pulla olacak şey değil. Bu insanın içinden gelecek” demiş.
Yine buradan da tüm bunları dışarıya gösteriş için yaptığı anlamı çıkarılamaz. Onun iç dünyasını da buna programlanmış halde bulmanız pek tesadüf olmayacak gibi. İçine düştüğü en zorlu, karmaşık ve hatta tehlikeli durumda dahi rimellerinin daha da bir güzelleştirdiğinin pekala farkında olduğu ışıklı gözlerini kısar ve daima bir plan düşünür. Onun zihni hareket etmek üzere çalışır: “Peki bununla n’apacağım?” Aklındaki soru daima bu. Eline geçen her şeyi büyük bir yaratıcılık ve incelikle estetik bir objeye dönütürmesine yol açan da bu değil mi? Kalemini, defterini, eski bir örtüyü ya da sıradan bir kahvaltı sofrasını… Bunları kendi yaratıcı kimliğini öne çıkarmak için de yapmıyor üstelik; o yüzdendir ki onunkisi duru bir gerçek. O kadar gerçek ki artık görünen şey Sibel’in kendisi değil adeta bir altından dağılan ve kimseye ait olmayan tozlar… Her yere ve her şeye sızan… Bir kişiye ya da varlığa atfedilemeyecek derecede yayılan…Onun istediği de tam olarak bu. Görünen şeyin bizzat kendisi olmasını dert etmiyor. Onun takdir edilmesini beklediği şey, güzelliğin kendi ihtişamı. Bunu sağlamalı ki herkes ona kapılabilsin ve bu altın tozlarından nasibini alabilsin. Gerçekten de onun çevresinde toplanan ve görünüm olarak umutsuz durumda olan kızların ve erkeklerin dahi, zamanla kendileriyle en uyumlu olan imaja büründüğü ve içlerinde gizli olan güzellik potansiyellerinin şaşırılacak derecede dışarıya yansıdığı gözlemlenir. Tüm payı kendine saklayan birinin çevresinde bunlara rastladınız mı hiç?
Onun tüm bunları ellerinin hünerlerinden üfürürcesine çıkardığını en iyi yakın arkadaşları bilir ve her zaman etrafında olmak için can atar. Aynı şey kendisi için de geçerli. O da başkalarıyla beraber olmaya her an isteklidir. Onun çevresi, sürekli genişlemekte olan bir evren misali her daim katlanarak çoğalır. Hemen hemen her yere girip çıkabilir ve bunun için ille de aidiyet duyduğu bir topluluğu yanına katması gerekmez. Bir bakarsınız, tek başına yaşlı bir kadının evinden çıkıyor, bir bakarsınız pazardan ellerinde yeni tanıştığı dostlarına yardım için dolu poşetlerle dönüyor, bir bakarsınız erkeklerle beraber oyun salonunda diğer kızların anlamadığı konularda skorlar yapıyor ve bir de bakarsınız saçını tepeden toplamış basket potasına zıplıyor. Bunları yaparken o kimseye ihtiyaç duymuyor; fakat ondan gelen yaşam enerjisine ihtiyaç duyanlar bitmez tükenmez bir hevesle çevresinde toplanıyor.Bu yüzden de hiçbir zaman Sibel’i yalnız görmek mümkün olmuyor.
Falcı bir kadın bir keresinde ona kesinlikle kendisini koruyan bir şeyin olduğunu söylemiş. Bana öyle gelir ki bu güç çevresini saran kalabalıktan başkası değil.
Sibel’in yaşamına bir kere dahil olanlar başta onun güzelliğiyle büyülenir hatta biraz çekinir de bundan; ancak zamanla enerjisine hayran kalır ve nihayet ondaki gerçekliğin ve altında yatan temel güdünün farkına varırlar. Bunun adı çok basit: sorumluluk. Yaşamı ciddiye alma ve an’a dair her ne varsa ona değer katma sorumluluğu… Tüm bunları büyük bir gerçeklikle ve samimiyetle yapabilmenin katalizörü ise: sevgi.
İşte estetiğin içini bunlarla doldurabilmeyi başarmış ve güzelliğin şifrelerini değiştirerek ismini Sibella yapabilmiş bir genç kızın yaşamına hakim olan asil değerler…
Sibel’e sevgilerimle…