Dükkânın elektronik darabası tam kapanmak üzereydi ki, hızla ve oldukça telaşlı bir adam yaklaşarak, “ne olur iki dakika müsaade edin, evliliğim tehlikede” dedi. Dükkân sahibi yanaşmadıysa da, genç kız “Tamam amca, bak, tekrar açıyorum” deyip kumandaya yeniden basarak darabayı açtı, içeriye geçtiler.
40 yaşlarında olan adamın bir elinde çanta, bir elinde pardösüsü vardı. Takım elbiseli, şık giyimli bir beydi. Ancak panik atağı varmışçasına telaşlıydı, yerinde duramıyor, bir sağ ayağını, bir sol ayağını oynatıyor, “uygun adım marş” desen şehrin öte yakasına gidecek gibi bir haldeydi.
Dükkân sahibi ışığı yakıp tezgâhın arkasına, kız ise kasaya geçti. Adamın soluklanması için yer gösterdi. Kış günü olmasına rağmen adam sırılsıklam terlemişti, su isteyip istemediğini sordu, bir bardak sularını alacağını söyleyen adama suyu uzattı.
Adam suyu içerken oturmuştu, genç kız merakla sordu; “Amca hayırdır, bu ne telaş, evliliğim tehlikede dedin de, yanlış yere gelmedin mi?”
Adam bardağı masaya indirip, teşekkür etti. Yanlış yere gelmediğini söyledi. Evliliği tehlikedeymiş, “Bugün 14 Şubat, birkaç saat sonra bitecek. Yarın 15 Şubat olacak. Ben şimdi eve hediyesiz gidersem olur mu?” diye sordu genç kıza. Sonra devam etti; “Bütün aksilikler beni buluyor. Geçen eşimin doğum günüydü. Eşimin adı Hülya bu arada. İşyerinde çok yoğun çalışıyordum, bizim Nemrut patronun bütün nemrutluğu o gün üstündeydi. Sürekli iş verdi, sürekli rapor hazırlattı. Benim aklım da eşimin doğum gününde. Akşama pasta alacaktım ama daha hediye almamıştım. Hani şu köşede bir çiçekçi var ya..” Bunu derken dişini yumruğuyla beraber sıktı, başını salladı ve devam etti; “Ben de oraya çok yakın oturuyorum. Çiçekçiye telefon ettim, dükkândaki en güzel çiçeği eşime yollamasını söyledim…”
Adam eliyle, koluyla, hatta bütün vücuduyla birlikte konuşuyor, dükkân sahibi sabırsızlansa da, genç kızın dikkatle dinlemesine ses etmiyordu. Adam son cümlede güldü, elini havada salladı ve devam etti;
-Göndermiş de, hatta ‘üzerine ne not yazayım’ demişti, ben nota ne gerek var, ben söyleyeceğimi eşimin yüzüne zaten söylerim’ demiştim. Yani bu arada kendimi övmek gibi olmasın şiir bile okurum.
“Ne güzel” dedi genç kız, adam devam etti;
-Çiçekçi dediğin biraz kibar olur, romantik olur, az şair ruhlu olur, doğayı sever, insanı sever diye biliyordum ama bizimki tam bir kalas çıktı, odun ya odun. Öküzün önde gideni de, ardına bakmayanı.
-Ne oldu ki amca?
-Daha ne olsun, eşime göndere göndere kocaman bir kaktüs göndermiş. O doğum günü bize zehir oldu. Eve geldim eşim annesine gitmiş, yalvar yakar zor ikna ettim. Sadece bu olsa iyi…
-Daha başka ne var?
-Geçen evlilik yıldönümünde de aksilik yaşadım. Paraya kıyıp çok güzel bir abiye aldım. Hani şu markalılardan, sürekli televizyonda reklamı çıkıyor.
Kız bir marka söyledi, adam “hah işte o” dedi ve devam etti;
-Mağazaya gittim, modeli beğendim, tezgâhtar hanım kıza paketlemesi için verdim. Bedeni sordu, en önemli ayrıntıyı atladığımı o zaman fark ettim ve gayri ihtiyari ‘eşim de sizin gibi’ dedim. O da abiyeleri eliyle yoklayıp, birini aldı, kasaya götürdü. Neredeyse bir maaşım gitti. Ama evde bir ton fırça yedim. Ne bileyim tezgâhtar hanım kız 36 bedenmiş, bizim hanım 46 beden. ‘Sen bunu kime aldın’ diye köpürdü, yoksa bir sevgilim mi varmış, ona kilolu mu demek istiyormuşum, şişko demenin farklı bir yolunu mu bulmuşum da.. daha neler neler…
-Ama eşinizin bedenini bilmeniz lazım.
-Haklısın o kadar parayı çöpe attıktan sonra bilmem gerektiği anladım. Ama hep beden değil ki, geçen doğum gününde çok sevimli bir ayıcık sipariş etmiştim, gele gele kocaman somurtkan bir ayı geldi. Eşim ‘sen bana ne demek istiyorsun’ diye sabaha kadar kafamın etini yedi…
Dükkân sahibinin sabrı taşmak üzereydi, ama genç kızın adama yardımcı olma niyeti, dükkân sahibini dizginliyordu.
“Şimdi”, diye devam etti adam; “Bu defa bütün şansızlıkları bir yana bırakıyorum ve sizin bana yardımcı olmanızı umuyorum, eşime uygun bir tavsiye edin ki aramızdaki bu soğukluk bitsin. Ben onu çok seviyorum” dedi ama “seviyorum” kısmını telaşlı değil, öylesine değil, içten ve çok duygusal bir şekilde söylemişti, genç kızın gözleri doldu.
“Tamam amca” dedi, “nasıl bir hediye düşünüyorsunuz?” diye sordu genç kız. Adam cevap verdi; “Onu siz söyleyeceksiniz.”
Genç kız görmüş geçirmiş bir kız edasıyla konuşmaya başladı; “Amca hediyenin büyüğü küçüğü olmaz, pahalısı ucuzu da olmaz. Önemli olan düşünmek ve hediyeyi sunma şeklidir. Yani bir güleryüz, hediyenin içeriğini değil, senin samimiyetini ortaya koyar. O nedenle önemli olan hediye değildir.”
“Doğru diyorsun” dedi adam “ama ben de az odun değilim. Elimden bir şey gelmez. Sürekli iş düşünürüm. Geçen mutfakta eşime yardım edeyim dedim, maksat bir şeyler paylaşalım. En azından salata yaparım diye düşünüyordum ki, önce bıçak elime gelmedi. Beni yadırgadı, ‘sen de mi?’ der gibiydi. Sonra elime domatesi aldım, ‘beni öldürme’ diye bağırır gibi elimden kaydı gitti. Salatalık öyle, maydanoz öyle, biber öyle, soğan öyle. Sebzelerin bünyesine uygun değilim herhalde. Ya da eşimin gönlünü alacağım her şey beni kabullenemiyor.”
Adam şansızlığına küsmüş gibiydi, devam etti; “Aslında bu özel günlerdeki hediyeleşmeye karşıyım. Kapitalist sistemin bize dayatmasıdır. Maksat alışveriş çılgınlığı olsun”
“Belki öyle” dedi genç kız, “Ama herkes eşine hediye almışken, sizin eşiniz, ‘benim eşim beni çok sever, çok düşünür ama kapitalist sistemin dayatması olduğundan hediye almıyor’ mu diyecek?”
-Demeyecek…
Kız gülümsedi, adam devam etti;
-Eşimi mutlu edecek ne düşünürsem o elimde kalıyor. Hani romantik olayım diyorum, bir çuval inciri berbat ediyorum. Çünkü ruhumda yok. Ben bürokrat adamım, ciddi birisiyim, bana sanki laubalilik gibi geliyor…
-Olur mu, insan en sevdiğinin yanında çocuklaşırmış. Onunla gülersin, onunla oynarsın, onunla bir türkü tutturursun, hatta onula ağlarsın. İnsan sevmediğinin yanında ciddi olur… Güldü genç Kız, “Yani sevmediğinin yanında bürokrat ol, eşinin yanında değil”
“Ama” diye devam etti adam, “Ben eşimi çok severim. Sadece bunu kelimeye dökemiyorum, tavrımla, davranışımla, mimiklerimle yansıtamıyorum, onu seviyorum ama sevdiğimi belli edemiyorum. Gülmeyin, bütün odun erkekler gibiyim işte”
-Kız önce tebessüm etmişti ama sonra gülmeye başladı; “Erkekler sanıyor ki, kadınlar pahalı şeylerden hoşlanır. Her insan güzel giyinmek, gezmek, yemek ister ama sevdiğini söylemek parayla değil, bedavadır. Bedava diye önemsenmiyor ama evliliği ayakta tutan bedavalardır. Yani gülüşündür, sıcak yaklaşımındır, içten söylediğin sevgi sözcükleridir, onla geçirdiğin saatlerdir, ona ayırdığın zamandır. Pahalı hediyeleri, zengin olunca alırsın, amca sen iyisi mi gönül almaya bak, hediye almayı boş ver. Demem o ki, onu önemsediğini hissettir, ona değer verdiğini göster, hediye teferruattır, asıl konu değil.”
“Tamam” dedi adam “Beni nihayet anladın. Şimdi eşimin gönlünü alacak bir hediye ver.”
Genç kız “Ben mi”, diye şaşkınlıkla sordu adama. Deminden beri adam ve genç kızın konuşmasını sabırla bekleyen dükkân sahibi patladı; “Kardeşim burası kasap dükkânı, sana uygun ne hediye verelim? Anlaşılan sen bitişik hediyelik eşyacıya gelmişsin ama o kapatalı çok oldu, şansına küs!”
Sevgiliye hediye almak için çok özel çabalar gerekir. Güzel yazı oldu, elinize sağlık.
Çok teşekkürler Hakan bey