Eğitimci-Yazar 1982 yılında İstanbul’da doğan Mehmet GÖKCÜK, ilk-ortaöğretim eğitimini Tekirdağ’da, üniversite eğitimini ise İstanbul’da görmüştür. Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksek Okulu mezunu olup, Beden Eğitimi Öğretmenliği ve spor eğitim merkezi yöneticiliği yapmaktadır. 2013 yılında yayımlanan ‘’Sevgi’li Aşk’’ ve 2016 yılında yayımlanan ‘’Sevgi’li Aşk: Eylül’’ isimli kitapların yazarı olmakla birlikte yazımına devam ettiği iki farklı proje (Roman ve Hikaye serisi) bulunmaktadır. Yazar, özellikle çocuklara sevgisini ifade edebilme peşine düşmüş ve bu niyetle beraber yoğun sosyal sorumluluk faaliyetleri sürdürmektedir. ‘’Adın kalır geriye, nasıl kalsın belirle kaderini kendin çiz, haydi kendi elinle…’’
- Mehmet Bey, öncelikle SANAT DUVARI yazarları arasında yer aldığınız için size çok teşekkür ederiz. Hemen her gün aramıza yeni katılan yazarlarımızla gittikçe büyüyen geniş bir aile olmaktayız. Bu söyleşiyi klasik kalıplardan çıkartmak için, kişisel gelişiminizi okuyucuyla paylaşıp asıl öğrenmek istediğim sorularla başlamak istiyorum izniniz olursa..
Mehmet Gökcük : Merhabalar… Sanat Duvarı ailesine zarif davetiniz için ben teşekkür ederim… Heyecan verici bir adım oldu benim için… Umarım kitapseverlere, edebiyat gönüllülerine, topluma hoş vakitler yaşatacak mısralar dökebiliriz hep beraber…
- Öyle olacağını umut ederek ilk sorumla başlayayım fazla vaktinizi almadan.
“ Bizimkisi; felekten bir gece çalmak değildir, felekten bir hece (aşk) çalmaktır.”
- Böyle başlıyor ilk kitabınız. Ve devamında da hep o çaldığınız heceleri buluyor okuyucu. Şairlere sorulan klasik sorular vardır. Onların hiç birini sormayacağım size. Çünkü yolculuğunuzu bize kendi mısralarınızla aktarıyorsunuz zaten. “Nefes” adlı şiirinizi okuyanlar bu yolculuğa tanıklık ediyorlar. Sizinle birlikte yol alıyor, size yolunuzda eşlik ediyorlar… Şiirlerinizin büyülü yanı burada, olabildiğince doğalsınız. Sizsiniz karşımızda duran. ilk böyle başlayalım ne dersiniz ?
Mehmet Gökcük – Gerçekten öyle… Sevgi’li Aşk’ta bir liseliyken yazdığım şiir de var, okulda öğrencilerimin karşısında öğretmen masasında yazdığım şiirler de var. Örnek verdiğiniz ‘Nefes’ isimli şiir, çok nadiren direkt olarak ve tamamen kendi hayatımdan kesitler sunduğum şiirlerden biridir… Hastaneye sabredemeden, annesini sancıya boğan ve bir gecekonduda doğan ben… Sonra henüz 1 yaşındayken ailesiyle başka şehre taşınıp orada bir kimliğe, kişiliğe sahip olan ben… Yıllar sonra hayallerinin peşine tekrar İstanbul’a dönen ve üniversite sınavı sonrasında sırf İstanbul aşkı nedeniyle tek tercih yapan ben… Şimdi sualinizle birlikte her şeyi bir bütün olarak düşündüğümde, evet kitabın giriş kısmında yazdığım gibi, bu dünyadaki varoluş ve yaşayış sürecimi sadece eğlenmek, tadını çıkarmak ile değil, yüreğime sevgiyi doldurup, sevgiye aşkı arkadaş edip yürümüşüm… Tamaro’nun dediği gibi işte; Yüreğinin götürdüğü yere gitmişim hep… Okuyucuya da bu mesajı vermek istedim elbette… Hislerimizi ayrı bir yere koyup, yaşayacağımız ilişkilere haksızlık etmeyelim. Bilakis onlarla her an birlikte olup, onları ifade edip bu dünyayı ve ilişkilerimizi daha iyi bir yer haline getirebiliriz diye düşündüm ve o minvalde yazdım.
- “Sevgi’li Aşk” kitabınızı 2013 yılında çıkartmışsınız. Benim merak ettiğim, 30’lu yaşlarınıza denk gelen bir süreçte, nasıl hayatın anlamını bu kadar net gözlerle görüp, bu kadar genç yaşta anlamlandırabildiğiniz? Çünkü şiirlerinizde açıkça ifade ediyorsunuz ki, sevgiyi yaşamın temel izleği olarak kabul etmişsiniz. Karanlık bir dünyanın ortasında birçok genç arkadaşımız yollarını kaybederken siz, kendi iç dünyanızın aydınlığıyla etrafınıza ışık saçmaya başlamışsınız. Hem şair hem de eğitimci kişiliğinizi katarak cevaplamanızı rica edeceğim. Özellikle gençlerimize ışığınızın yansıması için, bize içinizdeki bu aydınlıktan bahseder misiniz?
Mehmet Gökcük – 2013 yılında okurlarla buluşan Sevgi’li Aşk ilk kitabım olması açısından, özenle üzerinde durduğum, yazımı dışında düzenleme, sıralama gibi detaylarına aylarımı verdiğim bir çalışmadır. Çünkü ilk kitabımdı, çünkü kitap yayımlatmak gerçek cesaret isteyen bir durumdu. Anlatacak, ifade etmeye çalışacak hislerim vardı. Yıllar yılı çocukluk, gençlik dönemlerimde bir gün bir kitap çıkarırım diye yazmadım. Bazen güz günü hala bahar havası yaşamaya çalışan bir çiçek, bazen üşümüş bir kedi, bazen küçük mutluluklarla yüreğini arşa uçuran bir çocuk sebep oldu şiirlerime… Hayatı hem kendi halimde yaşayıp, hem de etrafımda dönen dünyayı seyreylerken, her zaman derinden hissettiğim şey şu oldu: Bu evrende var olan her şey ama her şey sevgi temeli üzerine yaratılmış. Toprağın suya, gecenin gündüze, insanın insana, insanın havaya, insanın ateşe… Nihayetinde insanın sevgiye ihtiyacı varmış hep… Bunu anladım, bunu hislerimin derinlerine, merkeze oturttum genç yaşlarda… Anladım ki, kalbimizden geçen güzellikleri bakışlarımızla yansıtabilirsek, dilimizden düşen sözcükleri aynı o öz halleri ile dünyaya sunabilirsek, en başta anlaşılmak adına kocaman bir adım atmış oluruz. Anlaşılmak, anlatabiliyor olmak bütün ilişkilerin temelini yıkılmaz hale getiriyor. Sanıyorum günümüz gençlerini eleştirecek olursak, görünen en önemli sorun ne istediklerine tam olarak karar verememiş olmaları… Ya da kendileri ve toplum adına doğru şeyler isteyebilecek kadar istekli olmamaları… İnanın sadece bu sorunuzun cevabı için bile saatler süren detaylara girebiliriz.
- Elbette belki bir başka söyleşiye taşırız bu sorunun cevabını ne dersiniz? Ben İstanbul’a dönmek istiyorum şimdi. Sizin de ifade ettiğiniz gibi doğduğunuz şehre yıllar sonra tekrar dönmüşsünüz. Belli ki İstanbul aşkla bağlandığınız bir şehir. Yaşamınızda çok önemli bir yer tutmuş, vazgeçilmeziniz olmuş. Pek çokları gibi, sanatçılara can veren bir kentte yaşamak sizi nasıl etkisine aldı acaba?
Mehmet Gökcük – İstanbul, hak edemeyeceğimiz kadar güzel, gerçekten anlatamayacağımız kadar derin, eski ve aynı zamanda hemen her yeniliğe kucak açabilen bir şehir… Şehir üstü bir şehir… İstanbul, bence ‘Kadim’ kelimesine can veren mana… Bakın belki çok enteresan gelecek ama binlerce, milyonca sanatçı bu şehre aşkı ile yazmış, çizmiş, söylemiş olsa da ben İstanbul sevgisi konusunda üç kişiden çok etkilenmiştim…
İstanbul aşkıyla yanıp tutuşan ve ‘Ya İstanbul beni alacak, ya ben İstanbul’u diyen Fatih Sultan Mehmet…
Neredeyse dünyayı İstanbul’dan ibaret varsayan, ‘’İstanbul Şairi’’ olarak tanınmış, neredeyse her eserinde İstanbul’u işleyen Yahya Kemal Beyatlı…
Ve son olarak, hepimizin Turist Ömer olarak tanıdığı, İstanbul’u bütün hücrelerinde yaşamasına rağmen, yine de İstanbul’u özleyen, ‘’Neredesin İstanbul’um neredesin?’’ diyen Sadri Alışık…
Birisi Sultan, birisi şair, diğeri de tiyatrocu-aktör… Benim için üçü de İSTANBUL…
Üniversiteyi iki köprüye bakan, benim için İstanbul’un en güzel mahallesi Anadolu Hisarı’nda okurken yazdığım, Sevgi’li Aşk kitabında da yer alan Yeditepe Efsanesi isimli şiirimde sanırım bu şehre duyduğum aşkı, tutkuyu en çok ifade edebildiğim mısralar saklı…
“ Şiirlerce his, Şehirlerce diyar tanıdım… Aşk gibi bir şiirle, İstanbul gibi bir şehirle karşılaşmadım” diyorsunuz.
- Evet o şiiriniz İstanbul üzerine, ancak içinde ve başlığında İstanbul geçen şiirlerinizde de görüyoruz bu aşkı. Sevgiden ve aşktan bahsetmişken bu tip insanları aşırı pozitivist bulan kesimler var. Hakları da yok değil kuşkusuz. Bireyin çaresizliğini anlatmak şairlere daha cazip gelirken,- hani mutluluğun şiiri yazılamaz ya-, Siz mutluluğu anlatıyorsunuz, daha doğrusu mutlu olduğunuzu okuyucu hemen anlıyor. Ne dersiniz bu konuda?
Mehmet Gökcük- Yaşadığım ve şahit olduğum, trajedi ile ilişkilendirebileceğimiz birçok şey yaşandı geçmişte… Zorluklarla ve bazen sabretmenin imkansız hale geldiği bir hayatın içinde öğrendiğim en önemli şeylerden birisi şudur: Birçok şey kaybedebilirsin. Yaşamaya devam ediyorsan kaybettiklerini geri kazanabilirsin. Ama kendini, seni sen eden değerleri kaybedersen her şeyini kaybedersin. Hayatını, varoluşunu anlamlı kılan her şeyi hem de…
Yaşadığım, şahit olduğum birçok olaydan esinlenerek yazdığım yüzlerce şiir, yazı var ama en zorunda, en ağırında bile ‘’Bitti’’ demem… Genç bir okurumuz vaktiyle bütün şiirlerimi kitabımdan ve internetteki yayınlardan toplayıp ajandasına el yazısı ile kaydetmiş ve bir gün bana ulaşmıştı. ‘’Her ne olursa olsun, acıyı en yükseklerde anlatan şiirleriniz bile mutlaka bir umut vurgusuyla sonlanıyor, bunu nasıl başarıyorsunuz?’’ diye suali oldu… ‘’Biz kimiz ki vazgeçelim?’’ diye cevaplamış ve sonra tabi detaylı açıklama yapmıştım…
Tarih boyunca hep var olmuş ama hep de kazanımlarını türlü trajedilerle elde etmiş, bu kadim topraklarda doğmuş, büyümüş hemen her insanın arabesk bir yanı olduğunu düşünüyorum… O yüzdendir ki, birçok sanatçı eserlerinde bu etki alanından yürüyüşünü yapmış ve bu çok doğal… Dertli çok insan varsa, dertleri anlatanlar çok dinlenir, okunur. Çünkü ‘’Bu şiir, bu şarkı beni anlatıyor’’ hissi, eseri çekici kılar.
Ama ben mutluluklarımı da işleyen birisiyim. Zira iki kitabım da benim mutluluğumu sağlayan, varlığımı anlamlı kılan sebepler üzerinden yazıldı. Bir örnek verecek olursak; önce 80 verip, sonradan notunu 90’a çıkardığım bir öğrencim heyecanla yanıma gelip şöyle demişti: ‘’İşte kendimi şimdi harika hissediyorum!’’ Ve ben şu mısraları yazmıştım o derste:
‘’Ben sadece bir adım attım,
Çocuk bana cennet getirdi.
Çocuk bana beni anlattı.
Çocuk bana anlamlar kattı.
Ben sadece bir adım attım’’…
- Bu attığınız adımlar devam edecek hiç kuşkusuz. Biz de SANAT DUVARI olarak, böylesi adımlara vesile olmak için varız. Her kesimden yüzlece yazarımız ve okuyucumuz var. Derdi olmayan sanatla ilgilenmez zaten. Kişinin derdi olmalı ki dermanı olsun. Bu bölümü Niyazi Misri’nin çok sevdiğim bir dizesi ile kapatıp, yarın tekrar devam edelim kaldığımız yerden olmaz mı? Şöyle demiş usta; ” Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş.”
Bu söyleşinin arkası yarın… Bekleriz.