Hakan abinin söyledikleri bir kulağımdan giriyor, diğerinden çıkıyordu. Güneş, fırtınalı ve bir o kadarda yağışlı geçen bir gecenin ardından yüzünü göstermeye başlamıştı…
Saat sabah ‘06.00’… Telefonumun alarmı çalarken oturur vaziyette olduğum koltukta açtım gözlerimi. Kafamı koltukta bıraksam geri kalan vücudumu kaldırabilecekmiş kadar güçlü hissediyordum kendimi. Hava sisliydi, bir o kadar da ayaz…
Gece Hakan abiye dert yanarken sızdım sanırım, hatırlamıyorum… Belki de Adran’a bir şeylerden bahsederken biri beni kaldığı apartmanın önünden alıp evime getirip bu koltuğa bırakmıştı…
Hiçbir şey istediğim gibi gitmiyor ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Bildiğim tek bir şey vardı. O da kalkıp işe gitmem gerektiği…
Oturduğum koltuktan kalktım, lavoba’ya girip elimi yüzümü yıkadım aynaya baktım… Saçlarımın ön kısmı açılmaya başlamıştı, o yüzden kısa kestiriyordum zaten. Gözlerimin beyazı ise hala kıpkırmızıydı…
Oturma odasına geri dönerken diğer odanın kapısının açık olduğunu fark ettim içeri baktığımda. Hakan abi yatıyordu… Odaya girip onu rahatsız etmek istemedim, sehpanın üstünde ‘Camel’ paketini gördüm. Sigarayı bırakalı birkaç gün olmuştu ve sarhoş olduğum saatler dışında sigara içmiyordum… Sigara içmek yerine çay demlemeye karar verdim. İşe gitmeden önce bir bardak sıcak çay fena gitmezdi, bu soğuk ve ayaz havada.
Çay demlenirken hâlihazırda bekleyen sabah haberleri vardı… Sabah haberlerini açtım: ‘Halk otobüsün’de taciz’, ‘Eski eşini bıçaklama.’. Siyasi liderlerinin kapışması. Ve birçok can alıcı ayrıntılar… Haberleri izledikçe bombok giden tek şeyin hayatımın olmayışını benim gibi birçok insanın da derdi olduğunu anlıyor ve kederleniyordum…
Adran’la bir gece vakti sahil ’de dut ağacının dibinde oturduğumuz bank geldi aklıma ;
Adran bana dönüp;
‘Ne garip değil mi?’ …Dedi.
‘Yani?’
‘Gerçek şu, canımız yanıyor ve bu yangını milyarlarca yıl yalnızca kendimizin yaşadığını düşünüyoruz.’ -Bir sigara yakıp Adran’a dönmüştüm.-
‘Milyarlarca yaşı olan dünya, ben değilim.’ ‘Haklısın’ demişti…
Haklı olmaktan da sıkılmıştım, ben haklı olmak istemiyordum artık… Yakamoz manzarası, aylardan kış mevsimlerden Ekim’di sanırım, hiç unutmam…
Belki de unutmuştum. Ne ayı, ne mevsimi ? Hatırlıyordum. Zaman, ‘Her şeyin’ ilacıdır derler oysa ki;
Zaman hiçbir şeyin ilacı değildir, olsa olsa tedavisi olur ve bilirsiniz ‘klinik’ tedaviler biraz uzun sürer yatmanız gereklidir. Ben de öyle yaptım sanırım. O dönem… İşe gitmem gerekiyordu gidesim yoktu; Yine klasik bir ‘istifa’ muhabbeti muhtemelen…
İşe gitmek için ayaklandığım tekli koltuğa tekrar oturup çayım yanımda sabah haberlerinin devamını izlerken uyuya kaldım… Uyandığımda saat ‘14.00’ . Tarih ‘14 Şubat.’… Patron henüz aramamıştı…
Telefonum ‘Sesli moddaydı’. Oradan biliyorum.Yalnızlık derecemi ölçüyordum… Aralarda yaparım bunu. ‘Kimde ne kadarım?’. Öğreneyim diye… Bilirsiniz… Yalnızca telefonu çokça çalan insanlar telefonlarını ‘Sessize’ alır…
İnsanlar tarafından ilgi duyulan ‘Gösteriş meraklısı’ piçler tarafından uygulanan gizli bir kuraldır bu. Onlar ‘Beni aramasınlar.’ .Diye dua ederken… Ben ‘Lütfen biri arasın.’. Diye; Dua ediyorum; Haberleri yok… Adran’ı arayamazdım. Mütahit’in oğlu yüzünden aramız açıktı…
Hakan abi uyanmış etrafı toplamış, çoktan evden çıkmıştı. Hafta sonu olduğu için okula gitmek gibi bir derdim yoktu en azından, üstümü değiştirdim. Altıma mavi bir kot, üstüme beyaz t-shirt ve siyah deri ceket…
Dışarı attım kendimi… Cumhuriyet meydanı,1 karışık çerez, 3 bira… Canımın sigara istediğini fark ettim… Köşede ki market… ‘Tekelci Ali’;
‘Abi kolay gelsin bir paket sigara alabilir miyim?’.
‘Al tabi Bülent, al neden almayasın ki? İndirim geldi zaten seninkine.’.
‘Nasıl abi?’.
‘Hükümetin yapamadığını sigara şirketleri yapmaya başladı artık; Müşteri kaybetmemek için…’
‘Ben zaten sigarayı bıraktım biliyorsun abi, öyle arada çakırkeyifken… Ama bu indirim fena olmamış.’…
Ali abi bir şey demedi alaycı bir gülümseme etti sadece yüzüme… Hava kararmaya başlamıştı. Bir sigara yaktım. Meydan’dan ‘Barlar sokağına’ doğru yürümeye başladım. Tam ‘Club Yayla’nın önünden geçerken- Sarhoş ellerinde sigara bir grup ile karşılaştım yol boyunca dizilmişlerdi- Ben ilerlemeye devam ediyorken kaldırımda oturmuş önlerinde bira şişesi olan öpüşen bir çift ile karşılaştım ve kız Adran’a çok benziyordu. Tedirginlikle yoluma devam ettim, sigaram bitmek üzereydi. Öpüşmeye mola vermiş olacaktılar ki mütahit’in oğlu beni gördü ve sırıtmaya başladı;
Eli kızın çenesindeyken, dayanamadım…
‘Yeter lan! Yeter bu kadar hikâye.’
Mustafa ayağa kalktı…
‘Ne diyorsun lan sen?’
‘Bunu diyorum lan bunu: Sen siktir git cebindeki para ile kandırabileceğin orospularla gecelik görüşmeye devam et bu kızı’ da rahat bırak…’
‘ Ne diyorsun lan sen?’
‘Bunu diyorum yeter lan artık, bende bıktım içimde sakladıklarım’dan gerçeği birileri kırılacak diye içime atmaktan.’
O kargaşada “Adran’a” döndüm.
‘Özür dilerim, ama daha fazla dayanamayacağım bu hikâyeye. sikerler böyle sevgililer gününü ben senin için kendimden vazgeçmişken senin yaptığına bir bak. Değer mi lan bu piçe? Bu piç seninleyken, başka birileriyle ’de birlikte yattığı kızlar kürtaj için sıraya girmiş durumda!’…
Mustafa cümlemi tamamlamadan bana bir yumruk geçirdi. Hafif yalpaladım Mustafa’ya döndüm bir yumruk…
‘Siktir lan yalancı piç!’
Bir yumruk daha; Mustafa’nın dudağı kanamaya başlamıştı.
‘Anlatsana lan gerçeği, her gece başka bir kızla yattığını. Cebindeki parayla ahkâm kestiğini!’
Mustafa’dan bir yumruk daha yere serildim. Başım döndü: Nasıl olduğunu anlayamadım…
RESSAM VAN GOGH İLE SERDAR YILDIRIM
Zaman gezgini olarak bir araya geldik. Ben bu hikayenin yazarı Serdar Yıldırım ve dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ressamı olarak adı anılan Hollandalı Van Gogh. Paris’te bir müzayede salonunda Van Gogh’un “Kafede Akşam” adındaki tablosu satıldı. Yüzden kapı açıldı. Yüz on, yüz yirmi derken, iki yüz milyon dolara alıcı buldu. Van Gogh her pey sürüşte vay be, vay be dedi, durdu.
Ben: ” Sayın Van Gogh, bu bir dünya rekoru. Bugüne kadar hiçbir ressamın tablosu böylesine astronomik fiyata satılmadı. ”
Van Gogh: ” Arkadaş, bilmem inanır mısın, ben birkaç tablomla birlikte bu tablomu da mahalle bakkalına bırakmıştım. Tanesine on gulden dersin demiştim. O zamanlar on gulden iki dolar ediyordu. Tabloları alan olmadı. Biri satılsa zeytin, peynir ve ekmek alacaktım. Zaman bana çok zalim davrandı. Yetenek var ama açsın, bırak Van Gogh’un aklı kaçsın. Çıldırmak işten değil. ”
Ben: ” Sayın Van Gogh, siz ortaya çıksanız, ben bu tabloyu yapan ressam Van Gogh’um deseniz. Tablonuzu satın almak için, fiyat artıran şu dolar milyonerleri, size yüz dolar bağış yapmazlar. ”
Van Gogh: ” Sen de abarttın ama yüz dolar vermezlermiş? Ben de elli dolar isterim. Vermezlerse intihar ederim. ”
Van Gogh müzayede salonunun orta yerine çıktı. Ellerini havaya kaldırdı. Kendini tanıttı. Salondakilerin ağzı açık kaldı. Doğru dediler, bu Van Gogh. Rica etsem bana elli dolar verebilir misiniz? dedi. Başlar öne eğildi.
” Neden ama ? ” dedi, Van Gogh. ” Herkes bir dolar verse elli dolar toplanır. Bana karşı bu cimrilik neden? ”
Sessizlik bir süre devam etti. Sonunda ön sırada oturan bir holding sahibi, şimdi size o parayı verirsek hayatın sıkıntısından kurtulur, rahatlarsınız. Bir daha böylesine üst düzeyde resimler yapamazsınız diye endişe ediyoruz, dedi.
Serdar Yıldırım ayağa fırladı ve gür sesiyle haykırdı: ” Hayır, ” dedi. ” Yalan söylüyorsun. Van Gogh yaşarken parasal yardım yapılsaydı çok daha üst düzeyde, çok daha kaliteli resimler yapardı. O zamanın insanları, nasılsa bu da ötekiler gibi tarihin karanlıkları arasında kaybolup gider, diyerek yardım etmediler. Kim bilir nice ressam, heykeltraş, yazar, şair, sporcu, besteci ve diğer sanatsal uğraş içinde olanlar karanlıklarda kaybolup gitti. Binde bir böyle kaybolmayanlardan biri olan Van Gogh’un eseri milyon dolara satılıyor. Siz aslında insanlığın geleceğini satıyorsunuz ve gelecek yok oluyor, bunu fark edemiyor musunuz? ”
Serdar’ın haykırışına cevap veren olmadı. Müzayede salonunda birkaç dakika sonra iki adam kalmıştı. Sessizliği Van Gogh bozdu: ” Sen haklı çıktın Serdar, intihar etmeye gidiyorum. ”
Serdar: ” Dur Van Gogh. Yıl 2018. Senin kadar olmasa da ben de zor durumdayım. Bir iş bulmaya kalksam, hikaye yazma işini bırakmam gerekir. Otuz dört yıllık bir uğraştan vazgeçemem. Bak ben intihar etmem, sen de intihar etme. ”
Van Gogh: ” O zaman gel beraber intihar edelim. ”
Serdar: ” Hayır. intihar yok. Acılara birlikte göğüs gereceğiz ve galip geleceğiz. Şimdiye kadar hiç yenilmedim ve sen de yenilmezsin. Önümüze çıkarılan engelleri yıkıp geçelim. ”
Serdar anlattıkça Van Gogh’un yüzü bembeyaz kesildi. O’nun anlattıklarını başını indirip kaldırarak tasdik etti. Sen haklısın, ben bir ellerimi yıkayıp geleyim, dedi. Yerinden kalktı, lavaboya doğru yürüdü.
Aradan zaman geçti. Tabanca sesi duyuldu. Serdar lavaboya koştu. Van Gogh yerde yatıyordu. Serdar gözyaşları içinde kaldı. Elli dolar verseler ne yapar eder Van Gogh’a iki tablo yaptırırdım. Bu iki tablo onların elli dolarını fazlasıyla karşılardı. Van Gogh gerçek hayatında tabanca ile yaşamına son verdiğinde otuz yedi yaşındaydı ve hep otuz yedi yaşında kaldı. 1851-1888 yılları arasında yaşamış yoksul bir ressamdı. Kendisini saygıyla anıyorum.
SON