Suyun toprağın altına sızıyordu, hatırlıyor musun o geceyi? Gündüzü geceye çevirdiğin mahşeri kıyameti… Mazgalları tıkalı şehrin caddelerinde sığınacak saçak altı bulamayan bizleri az ötede birkaç ağaç bekliyordu… Çakan şimşeklerinden öyle korkuyorduk ki gidemiyorduk ağaç altlarına bile… Biçare ıslanıyorduk senin altında, sağanağında; sığınağımız gözyaşlarımız sel olup yine sana karışıyordu… Gök kubbe yarılmış üstümüze akıyordu. Nereye kaçsak bütün şiddetinle aczimizi yüzümüze vuruyor, sonra da caddelerin ortasında kalakalan biz sefilleri sırılsıklam bir sevgiyle sarmaşık dalları gibi usulca sarıyordun…Islak bedenlerimize yapışmış giysilerimizi serinliğinle okşuyordun. Saçlarımızın arasında dolanıyordu damlaların, özür diliyorlardı süzülürken aşağıya…
Fırtınanda savrulan ağaçlar üzerimize geliyordu, yaprak yaprak dal dal saçılıyordu her biri bir tarafa… Saklandığımız duvar altlarında savunmasız öylece seyrediyorduk olan biteni… Kurşuna dizilmeyi bekler gibi… Bekliyorduk sessizce senin dinmeni, bizi eski halimize geri göndermeni…
Sabırla yağıyordun, bardaktan değil kazanla boşalırcasına üzerimize yığıyordun bütün kudretini. Sabrımız sınanıyordu, sınandıkça daha çok ıslanıyorduk sağanak altında. Beklemeyi öğreniyorduk…
Kimse konuşmuyordu, kimsenin söyleyecek tek bir sözü bile yoktu. Sözün bittiği yerde, öz başlarmış söylemeye… Özümüz seninle konuşuyordu…
Sahi kaç yağmur yağdı üzerimize şimdiye dek? Kaç yağmurunda ıslandık iliklerimizle? Kim bilir kaç kez yakalandık habersizce suçlu bir çocuk gibi sağanağının altında? Gözlerimizi dikip havaya, kaçmaktan vazgeçtik, teslim olduk da bıraktık kendimizi senin öfke dolu dolu yağan damlalarına? Yıldırımların şiddetinden korkup kaç kez yaşadık ölümü yüreğimizde doyasıya? Kıyısına geldiğimiz sarı çizgiden gerisin geri kaç kez döndük tekrar hayata? Sahi kaç kez?
Hayat; doğumla ölüm arasındaki sayılı nefes! Değeri ederinden daha önemli olup kaybedilmeden anlaşılmayan şaşırtıcı heves…
Ölüyorum, bitiyorum dediğimiz her sonun başlangıcında yeniden yaşamaya dönmek; ta ki sayılı nefesi verip bir daha alamayıncaya dek…
Sağanağında eriyorum ey yağmur!
Utancımla ve bugüne dek işlediğim bütün günahlarımla tuzlu gözyaşlarımın ucunda eriyorum…
İnsanlığımın kadim esaretinden kurtulmak istiyorum artık, bu yükü daha fazla taşıyamıyorum… Kendimi senin damlalarına bırakıyorum. ‘Beni yıka‘ diye üzerime yazılmış yazıların altında kaldım biliyorum. Milyonların masum kanını insan kalışımın üzerinden temizliyorum… Akıtmadığım onca oluk oluk kanın vebalini taşıyorum. Sırf sessiz kaldığım için, susmaktan buruşmuş dilimle, döndüğünce anlatmaya çalışıyorum. Okumaktan yorgun gözlerimin bakışlarında utancımdan ölüyorum…
Yıka beni ey yağmur, sağanak sağanak sığınayım sana. Sımsıcak kollarınla yıka beni, kurtar bu sel sefil halimden, bir kerecik sevineyim ne olur! Yeniden başlamak için döndür beni insan olduğum an’lara… Böyle dayanabilirim bundan sonra ancak hayata… !
Esin Kaynağım; Yağmurla Gelen / Bu eşsiz eser için Göksel Baktagir’ e sonsuz teşekkürlerimle…