‘Tren raylarında yürümeyi severim’ demiştin. Birbirine paralel tahtalar üzerinde adımlarını atarken haykırışlarını dinlemiştim. Zevkle anlatırdın, neşelenirdin çocukluğuna dönerken. Hiç büyümeyeceğini düşünürdüm. Kaç yaşına gelirsen gel, ne hayallerinden ne de hayata bıraktığın kahkahalarından, o şaşkın hallerinden hiç vazgeçmeyeceğini bilir sevinirdim, hep çocuk kalışımıza güvenirdim.
Tren garlarında gezmeyi, gelip giden yolcuların hallerini izlemeyi severdin. Hiç sormamıştım anılarının satır aralarını sana. Küçük bir taşra kasabasında hayal ederdim seni. Gece giden son treni bekleyişini görürdüm pencerenin önünde… Ahşap evinizin giyotin pervazlarını kaldırdığını, dantel örgü perdelerin arasından tren düdüğünü dinleyişini düşlerdim yaz geceleri… Kurduğum hayalin yıkılıp kaybolmasından korkarak sormadım nerede doğduğunu, büyüdüğün evi, aileni. Çocukluğunu hiç soramadım sana.
Bana bakışının değişmesini istemedim, başka türlü tanımandan, beni meraklı, sorgulayıcı sanmandan korktum kim bilir? Bitmesin istedim sevgin, kocaman gözlerinle öyle dolduruyordun ki hayatımı, neşem hep kalsın istedim. ‘Gözlerinden uzak kalırsam ölürüm ‘ derdim. Ama ölmedim, öle-medim!
Kendinden hiç bahsetmezdin. Varsa yoksa hayallerin… Uzun yolculuklarda sevdim seni. Van’a gidişimizde 3 gün 3 gece aynı kompartımanda birbirimize dokunmadan daha, okuduğumuz şiirlerde izledim bütün gençliğini…
Serüvenlerinin arasında sergüzeştim olmuştun sanki. Senin peşine takılmış gidiyordum, nereye bilmiyordum. Makinisti sen olan trenin vagonuydum sadece. Lokomotifi sen, peşine takılı tek bir vagondum ben…
Nereye çeksen oraya gidiyordum, hiç tereddüt etmiyordum. Gülüşüne güvenmiştim bir kere. Sevgine inanmıştım ölesiye…
‘Bir gün Gaziantep’e gidelim’ demiştin. Sözünü hiç ikiletmemiştim. O Ağustos sıcağında, Toros ekspresinin koltuklarında almıştık soluğu… Yirmi yedi saatte varmıştık Antep’e… Elele inmiştik istasyondan, terden yapışmış gömleklerimize bakıp gülmüştük, sonra sarılmıştın bana aniden… İşte orada sevgili olmuştuk…
Biz olmuştuk. Sen ve ben duvarlarını yıkmıştık çoktan, öyle sevmiştik, öyle bütünleşmiştik ki. Yediğimiz lokmaları birlikte çiğnemiş, içtiğimiz suyun yudumlarını birlikte hazmetmiştik…
‘Sakın benden önce öleyim deme’ demiştin bana… ‘Son giden trenleri bekleyen olmaz istasyonda, beni bekletme sakın, gece yarısı bir başıma’.
Anlıyorum şimdi, neden bir şafak vakti gün ışırken daha, ilk geçen trenin altına kendini atıverdiğini…