2005 yapımı Yavuz Turgul’un Gönül Yarası filminde dikkatimden kaçmayan bir yer vardı ve burası gerçekten de sanatın dili budur işte dedirtiyordu. Filmde pavyonda türkücü olarak çalışan Dünya (Meltem Cumbul) bir Kürt şarkısı söylendiğinde kendisini tutamaz ve ağlar. Bu durum karşısında merakını gizleyemeyen öğretmen Nazım (Şener Şen) diyor ki, ‘ya hu niçin şimdi ağlıyorsun ki sen Kürtçe biliyor musun?’ Hemen cevabı yapıştırıyor Dünya Hanım, ağabey bu şarkıya ağlamak için illa ki Kürtçe mi bilmek gerekiyor…’
Yani anlamını içeriğini bilmediğimiz bir şarkıyı türküyü dinlediğimiz zaman ağlıyor ya da gülüp oynuyorsak elbette söylendiği dili bilmek zorunda değiliz. Olmak da zorunda değiliz; çünkü sanata dair her şeyin bir evrensel kuşatmışlığı vardır ve de biz bu ortak değerler tarafından kuşatılmış durumdayız. Bu insanlığın ortak değerleri sanat etkinliğinde birleşiyor. Elimizde olmadan bilgimiz olsun ya da olmasın herhangi bir sanat eseri karşısında etkilenmek elimizde değildir.
Benzer bir örneği mevlid kandilinde de gözlemlemiştim. Okunan Arapça ilahiler ve Kuran-ı Kerim karşısında kendisini tutamayıp hüngür hüngür ağlayan cezbeye kapılıp bir an bile olsa şuurundan uzaklaşan kişilerin varlığına tanık olmam beni hiç de şaşırtmadı. İlahiler ya da kutsal dini metinler de aynı şekilde kendine has bir sanatsal özelliğe sahiptir. Musiki ile kendinden geçmek de denilir, bu kelimenin müzikteki ifadesini bir çalgı aleti ile anlatmak istersem Tarab ifadesini kullanırım. Tarab hem Rebab hem de Tambur birleşimini hatırlatır. Dinleyenler ne demek istediğimi çok daha iyi anlarlar, sanırım.
O yüzden sanatçı hiç kimseyle savaşı olmayan her zaman barış sevgi ile hayatı kucaklayandır. Halden anlayanlar da yine en çok sanatkar olanlardır. Yanlarında hangi dili konuşursak konuşalım ya da onlar hangi dilde eserlerini ifade ederlerse etsinler ortak bir anlama yetisi ortama hakim olacaktır, hiç şüphesiz.
Bazen de yanlarında hiç konuşmayız ama onlar bizim duygularımızı hislerimizi belki bizim kendimizden bile çok daha iyi anlar ve bizi bize anlatırlar. Farkındalık bunun en bariz özelliğidir. Bizim kendimizi bile fark etmediğimiz anlarda sanatın diline sahip olanların ufku öylesine geniştir ki koskoca bir evrenin nefes alış verişine bile tanık olurlar. Abartıyorum diye düşünüyorsanız reiki üzerinde biraz okuyunuz derim. Ben reikinin sanatın evrensel dili ile doğrudan bir bağlantısı olduğunu düşünüyorum.
Barış türküleri ve şarkıları bugünlerde en çok özlemini duyduğumuz şeylerden, sanatın bizleri bölünmekten kurtaracağını düşünüyorum. Kendine has dil ve üslubuyla sanat pek çok gönül yarasına merhem olacaktır, ne dersiniz?
Bugün tıbbiyeliler de hastalarına yeri geldikçe sanatın dili ile konuşuyorlar. Bu dilin duygudaşlık dili olduğunu çok iyi anladık. Sanat hepimizin duygularının hem tercümanı hem de tedavi edicisi durumundadır. Tasavvufta gönül dili denilen hal dili de sanatın dilinden başka bir şey değildir.
Yabancı dilleri öğrenelim kendi anadilimizi de çok iyi konuşup yazalım ama sanatın sımsıcacık kucaklayıcı dilinden hiç ayrılmayalım olur mu? Sevgiyle, sanatla güzel yarınlara inşaallah…