Bir toplumda şüphesiz herkes sanatsal zevke sahip olmayabilir. Ama bir toplumun sanatsal zevki güçlü bireylere ve sanat topluluklarına ihtiyacı vardır. Düşünen, üreten ve tüm bu faaliyetleri topluma ulaştıran bir kitle olmalıdır.
Kendine sanatçı diyen veya sanatsal duyarlılığı ve üretimi bulunan kişi ya da kişiler kendilerini yüksek zümreden görmemelidir. Toplumsal bağları kopmuş bir sanatçının düşünsel ve sanatsal üretimi zayıflar ve zamanla yok olur.
Toplumun acıları, sevinçleri, kısacası her şeyi sanatçının iç dünyasında işlenmelidir. Toplumları bir arada tutan en önemli mihenk taşlarından birisi olan sanatsal zevk ve duyuşlar hiç de küçük görülmemelidir.
Yerelden uluslararası bir sanatsal seviyeye ulaşmak istiyorsak her şeyden önce aydın insanlar bilinçli hareket etmeli ve sanatın toplumsal bağları kesilmemelidir. Bunun bilincinde olan kişiler sanatın toplumsal varoluşunun önünü açmak için mücadele etmeli, buzkıran görevi üstlenmelidirler.
Sanatsal olana küçümseyici bakış açısı ile hesaplaşılmalı ve zihinlerden bu yoz düşünce silinmelidir. Bunun için de en önemli görev yine sanat ile uğraşan aydınlara düşmektedir.
Sanatçılar, kendilerine daima bir şeyleri dert edinmelidirler. Kimisi toplumsal vakaları, kimisi içsel serzenişleri dert edinebilir. Neyi dert edindiği hiç de önemli değildir. Dert, sanatçıyı olgunlaştırır ve topluma yakınlaştırır. Sanatçının içindeki dert, sanatsal dokunuşlarla kanamalı, kanadıkça iyileşmenin ve ferahlığın kapı anahtarı olmalıdır.
Sanatçı ve sanatçıya sahip çıkan bakış açısı her daim var olmalı ve yaşamalıdır.