“HAYAL DERYASINA BEN BAZI BAZI… DALSAM BİR TÜRLÜ, DALMASAM…”
Sevgili Ferhunde Hanım,
Avustralya’lı dostuma ve kızlarından birine armağan olacak takıları seçmeye çalışırken gözüm ilişti kolyenize. Gümüşten yapılma, bir kafesin dışında, bedenleri birbirine dönük iki kumru… Hani, bazı gümüşçülerin, eski gümüşleri sakladığı, ancak meraklısının fark edebileceği kuytu köşeleri vardır ya, işte öyle bir köşede duruyordu o da. Satıcıya sorduğumda “ Çalıştığımız bir ermeni kuyumcu ustası var, yetmiş yaşını aşkın, onun babasının dükkanından kalma” diye açıkladı. O gün değil ama, ertesi akşam satın aldım kolyenizi. Yaka iğnesi olarak yapıldığı, sonradan kolyeye dönüştürüldüğü anlaşılıyordu arkasındaki küçük izden. Özel tüm takılar gibi, bu kolyenin de mutlaka bir öyküsü olmalıydı. Çünkü, kolay kolay elden çıkarılacak gibi değildi. Öykünüzü düşündüm
Ferhunde Hanım:
Cumhuriyetin ilk yıllarında , İstanbul’da Kumkapı’da, orta halli bir ailenin üç kızından ortancası olarak doğmuştunuz. O yıllarda, genellikle adet olduğu üzere, ilkokuldan sonra okumamıştınız. İlk bakışta dikkatleri üzerinize toplayacak kadar güzel sayılmazdınız ama, alımlıydınız, evet. Dönemin genel geçerli kurallarına karşı çıkmayı aklınıza getirmemiştiniz bir kez bile, ta ki o yaşamınıza girinceye dek. Ermeni komşunuz Mari Hanımın yeğeniydi Karapet. Siz ne kadar sesinizi kendinize saklıyorduysanız, o da o kadar dışa dönük ve konuşkandı. İlk görüşmede, onun o sevimli gevezeliğinden sıkıldınız önce. Sonra, daldan dala atlayarak, durmadan anlattıklarında, hiç bilmediğiniz dünyaların izini sürerken buldunuz kendinizi. “Güneş ışığının efendisi” anlamına gelen adının hakkını verircesine, bulunduğu ortamı aydınlatan o genç adam, ne zaman vazgeçilmez oldu sizin için? Aklınızı, ruhunuzun her köşesini hangi ara işgal etti varlığı? Bu da bilinmezleriniz arasında. O dönemlerde, gizli-saklı buluşmalar, hoş görülmezdi ve siz de bir sevda uğruna, dışlanmayı göze alabilecek yapıda değildiniz. Karabet ise, belki sizi zor durumda bırakmamak için, belki de sizin ince ruhunuz gibi bir yapıyı incitmemek adına, tek kelime etmedi sevdadan yana. “Gel gidelim “ dese , kalkıp gider miydiniz? O kadar cesur olabileceğinizi hiç sanmıyorum. Bir gün Mari Hanım, sizin eve konuk geldiğinde, elinize sıkıştırıverdi, kafesin önündeki bir çift kumru motifli güzelim incecik kolyeyi. “Varujan Ustanın el emeğidir, güzel kızım “ diye mırıldandı, duyulur duyulmaz sesi ile. Aldınız, ama boynunuza takmadınız. Odanızda, başucunuzdaki komedinin üzerindeki beyaz örtüde öylece durdu kuşlu kolye. Sonra, Mari Hanımın ziyaretinin sonunda, onu uğurlarken, kolyeyi, tıpkı onun yaptığı gibi, gizlice avucunun içine sıkıştırdınız. “Alamam” dediniz, “kabul edemem”. Sanki o kolyeyi alsanız, boynunuza taksanız, geri dönülmez bir yola girme sözünü de vermiş olacaktınız kendinize, Kumrular, kafesin dışındaydı ve sizi de bilemediğiniz bir başka dünyaya uçmaya çağırıyorlardı sanki.Sizin kafesinizin kapısı aralanmıştı belki de ama yapamadınız … Yaz bitiminde, Karabet te gitti, tıpkı güneş ışığının yakıcı etkisinin azalması gibi, ışığını da götürdü yanı sıra, o zamana dek, hiç o kadar üşümemiştiniz. Bir daha karşılaşmadınız,Mari Hanımın ziyaretinden sonra. Ama kolyeyi bir kez daha, satın alan tarafından geri verildiği Varujan Ustanın küçük vitrininde görecektiniz. Yaşanmamışlığın belirsizliği kötüdür, Ferhunde Hanım. Yaşansaydı nasıl olurdu? Hayal edildiği kadar ısıtır mıydı yüreğinizi? Yoksa birden soğur muydu duygular? Bu bilinmezlik, zaman zaman pişmanlıkla karışarak aşındırdı hayallerinizi. Orada, o köşecikte, o bir çift gümüş kumru ile andığınız o dönemde yüreğinizde uyanan duyguları bir daha hiç hissetmeden yaşayıp bitirdiniz, beyaz patiskalı ve dantelli ömrünüzü. Kumrulu kolyeniz, yıllar sonra bu kez, size hiç benzemeyen başka birinin, benim boynumda…
Siz hiç var olmadınız Ferhunde Hanım. Belki de vardınız, ancak adınız Ferhunde değildi. Hiç sevdalanmadan yaşlanıp tükendi ömrünüz bilinmez bir köşecikte belki de. Kolyenin gerçek öyküsü de bu değil şüphesiz. Ama, ben böyle bir öykü kurguladım ve içimden, bu kolye için bir mektup yazmak geçti ve yazdım. Kolyemi her boynuma takışımda, bu kurmaca öyküyü değil, özgür ve neşeli ruhları düşüneceğim ve meçhul ustaya “emeğine sağlık, ruhuna rahmet, nur içinde uyu” diyeceğim.