“ADALARIN ISSIZ , TENHA YOLLARI…”
Defalarca izledim sizi beyaz perdede, henüz küçük bir çocuktum. Büyük, siyah ve sürmeli gözleriniz, derinden, rüyada gibi bakardı. Dalardınız, bir filmde oynamaktan öte, başka bir zamana giderdiniz sanki. Saçlarınız, hep kısa kesimli, o dönemin modası gereğince “krape” yapılarak kabartılmış, bazen bir eşarpla hareketlendirilmiş. Dönem itibari ile renklerini hatırlayamadığım için hep siyah-beyaz filmlerde oynadığınızı düşündüren elbiseleriniz, “japone ” kollu. Uçuşan, küçük desenli. Belinizi saran bir kemerle tamamlanmış. Oysa, hep hafif kilolu olduğunuzu hatırlıyorum. Yüzünüzdeki o küçük ben, sizi daha da kırılgan gösterirdi. Filmlerdeki sesiniz, hep bir başkasıydı, çoğunlukla Adalet Cimcoz. Şarkılarınızı da gerçekte siz söylemezdiniz. “Mış ” gibi yapmak… Belki de buydu size ağır gelen, ta o zamanlardan. Başrolü paylaştığınız “jönlerden” , en çok, “Ayhan Işık kalmış aklımda. Fakat siz,
“Küçük Hanımefendi” olarak kaldınız belleğimde, Belgin Hanım. Daha o zamanlar, sizden bana geçen duygu, gerçek yaşamınızda da mutsuz olduğunuzdu. Oynadığınız filmlerin bazı sahneleri adalarda geçerdi mutlaka. “Sözde şöförünüz, aslında, kimliğini gizleyerek aşkınızı sınayan varlıklı genç ile, adadaki ağaçlar arasında koşar mıydınız? ya da, bir yamaçtan denizi mi seyrederdiniz? Belki de, faytonla Burgazada’da Kalpazankaya’ya giderdiniz, mevsimlerden yaz, sıcak bir gün veya ilkbahar, tam da eriklerin yenme kıvamına eriştiği güzel, yeşil bir gün…Sahilde büyükçe bir kayanın üzerindesiniz, saçlarınız rüzgarla uçuşuyor.Kkıyıda , bir kaç martı, midye kabukları ile oynuyor, sizin gözleriniz her zaman yaşlı…
1970’li yılların sonlarındaydık sanırım, sizi sinema perdesinde izleyemez olduk. Sonra, 80’li yılların başında, çok şişman ve çok yalnız olduğunuzu okudum bir yerlerde. Aldığınız zayıflama haplarının içerdiği o madde, sizi çok kötü etkilemiş. Maddi ve manevi yalnızlıklar, gelip geçen aşklar, iki ayrı eşten iki çocuk, hepsi hep birlikte sizden uzak, siz bir başınıza onlardan… 1990’lı yılların başında, insanlardan köşe bucak kaçarken ve kimselerle görüşmezken, en büyük hayranlarınızdan olan Selim İleri’nin söyleşi talebini kabul etmiştiniz. Onun kalemi sayesinde, sizden haber alabildik. Yaşlanmıştınız, şişmandınız ve çok yalnızdınız, insanlardan ürker olmuştunuz, kırılmaktan çok yorulmuştunuz. Selim Bey, sizi, benim en çok sevdiğim çiçeklere “kır menekşelerine” benzetmişti. Kır menekşeleri, çok mütevazidir, bir o kadar da güzeldir. Güneşli ama soğuk günlerin çiçeğidir, öyle havalarda , o baygın kokusunu ele verir. Şimdilerde, kır menekşelerini hatırlayan o kadar az insan kaldı ki. Biri de benim işte, yıllardır, balkonumuzdaki uzun saksıda, bizim için açmakta güzelim, alçakgönüllü, narin ve eşsiz kır menekşeleri…
Sonra, 1995 yılı idi sanırım, yapayalnız ve mutsuz, gittiğinizi yazdı gazeteler. “Bir dönemin ünlü yıldızı, küçük hanımefendi de yok artık…” Oysa, siz bizim için, çok daha fazlasıydınız Belgin Hanım. Kırılgan, alçakgönüllü, nazik ve ne yazık ki kendini hızla kirleten dünyaya ayak uyduramadığı için, ölmek isteyecek kadar mutsuz, algıladığımız başarılı ve renkli dünyanın çok ötesinde, kendi bedeni ve ruhu ile barışamayan, hep güzel olduğunun da farkına varamamış küçük hanımefendimiz.
Hafta sonunda, o rüzgarlı ve soğuk ada sabahında, sizi bana hatırlatan neydi Belgin Hanım? Ada’lı şarkılar mıydı, martıların sesi mi, dalgalar mı? Belki de, adaların ıssız ve tek başına hallerinin, en çok bu mevsimde ortaya çıkmasıdır. Hiç bilmiyorum.
Bildiğim, bu akşam, o şarkıyı ve sizi, birlikte düşünerek birdenbire size yazma isteği duyduğum…
“Yine bu yıl, ada sensiz, içime hiç sinmedi .Dil’de yalnız, dolaştım hep, gözyaşlarım
dinmedi, ben de şaştım nasıl oldu, yüreğime inmedi…”
Sinemaya olan sevgime, değerli katkınız için, en derin minnet duygularımı kabul ediniz lütfen. Huzur içinde uyuyun…