Sahibine Ulaşmayacak Mektuplar / Yalnızlık Senfonisi

0
255
Sahibine Ulaşmayacak Mektuplar / Yalnızlık Senfonisi
Sahibine Ulaşmayacak Mektuplar / Yalnızlık Senfonisi

“YALNIZLIK SENFONİSİ”
“ONLAR YANLIŞ BİLİYOR”
“GEÇTİ, GEÇTİ YILLAR… GÖNÜLLERDE KALAN, HATIRALARLA ŞARKILAR…”

Dostlarla buluşma öncesinde, zaman geçirmek için girdiğim  müzik dükkanında rastladım size. Sevinçli değil, aksine huzursuz bir telaş içindeydiniz. Sesiniz çok tedirgin, elleriniz beceriksiz, büyük kutudaki cd ya da kasetleri yerleştirmeye çalışan dükkan sahibine yardım etmeye çabalıyordunuz. Sonunda pes eden satıcı;” Sakin olun lütfen “ dedi” bırakın ben yapayım” . Sesinizdeki tedirgin hava, bedeninizden yayılan telaş, beni yüzünüze bakmaktan alıkoydu. Sizi fark etmemiş gibi yapıp, 45’lik plak çekmecelerinin içinde kaybolmayı yeğledim. Uzunçalarların bulunduğu dar koridorda, tam orta yerde bırakılmış, büyük pazar arabasının içine konan kutu ile çıktığınız dükkana, on dakika sonra geri döndünüz. Satıcıya tutuk, kısa sözcüklerle: “O-ootuz beş li-lira demiştiniz, değil mi e-efendim?” dediniz. “Ben kutudakileri s-ssiize sat-satmaya karar verdim.” O zaman anladım, kutuda her ne varsa biraz daha fazla bir bedele satmak için, pasajdaki diğer müzik satıcılarına da gösterip fiyat alarak geri döndüğünüzü. Otuz beş liranızı kasadan çıkaran satıcıya : ” B-beş lirası bo-zuk olabilirse, minnettar olurum efendim” dediniz. Siz paranızı cüzdanınıza yerleştirirken, satıcı : “Uzun zamandır görmüyordum sizi” dedi. “A-aanneciğim vefat edeli beş yıl oldu. Eskisi kadar çıkmıyorum dışarıya.” Sonra birden, “Be-e-nim h-hiçç kimsem yokk” dediniz “Kardeşim yok, akrabam yok, hiç arkadaşım yok. Hi-içç evlenmedim de. Bu işler kı-ısmet işi. Evlen-ebill-seydimm iyiydi, ha-ala da kurtuluşum olur diye düşünüyorum. A-ama dediğim gibi, k-kısmet” dediniz. Kırgın, yalnız sesinizdeki belli belirsiz ümit, havada asılı kaldı, duydum. Satıcı: “ Evlenmek istiyorsanız, evden dışarı çıkmalısınız” dedi.” Evde oturursanız, kısmet gelip sizi bulmaz ki. Çıkın dışarı, sosyalleşin .” İçimden; “dışarı çıkmak, her şeyden önce para ister. Yalnızlığa bile alışamamış insan için, insanların arasına karışmak ta cesaret gerektirir “ diye geçirdim. Dışlanma olasılığınız büyük gibi göründü gözüme, sizin adınıza ürktüm bu düşünceden.

“yalnızlığın kadarsın
yalnızlığın mis kokmalı
yalnızlık dediğin büyük bir zindan
dünyanın en kalabalık zindanı
dinden imandan çıkarır
ama öyle bir adam eder ki insanı.“

demiş Bedri Rahmi, ama sizin yalnızlığınız, sanki imdat çığlığıydı ve hiç te mis gibi kokmuyordu. O şarkıdaki gibi, “onlar yanlış biliyordu” işte. Yalnızlığı kaldırabilmek, bir başınalığı severek, iç dünyanın renklerini gökkuşağına dönüştürebilmek, ruha göre değişir.Kimi insan, yalnız olmayı seçer, canı istediğinde bir eşlikçiyi kabul eder. Bu bir başka yalnız ruh olabilir veya sanattır eşlikçisi ya da şarkıdaki gibi” sarıldığı kadehlerdir.” . Bazen, olduğu gibi var olmayı, veya yok olmayı da seçebilir. Sizin yalnızlığınızda, az da olsa ümit vardı . O ümit, “Uçan kuşlara, martılara eşlik edebilir miydi, veya yeşil tatlı bir baharda, gülen bir sevdalı girebilir miydi yaşamınıza?” Kim bilir…
Plak çekmecelerinden başımı kaldırmadım siz konuşurken. Ama sesleri dikkatle dinledim. Özellikle ,satıcının sesini. Size, kısmetinizin çıkması için sosyalleşmenizi öğütlediği ses tonunda en küçük bir alay sezseydim, çekmeceyi itip dükkandan çıkmaya hazırdım. Ama ses çok ciddiydi neyse ki. “Yine size getireceğim bunlardan” dediniz.” Çok var daha elimde” Satıcı, siz çıkarken kapıyı açtı ve kapattı ardınızdan. Görünmez olmayı seçtiğim köşeden başımı kaldırdım, özellikle baktım satıcının gözlerine. Hayır, yine en küçük bir hafifseme yoktu. Aksine, belli belirsiz bir acı geçti, gördüm..” Dediğinden de yalnız olmalı” dedim.” En özel çözümünü, belki de özlemini sizinle paylaşabildiğine göre.” Satıcı başını salladı:” Annesini de, bu hanımı da uzun yıllar öncesinden tanırım “ dedi. “ Birlikte gelirlerdi buraya.”

Size benzer bir anne –kız tanımıştım ben çocukluğumda. Ben küçüktüm, onlar kocamandı. Dedemlerin eski komşuları oldukları ve eskiden çok varlıklı bir aileye üye oldukları anlatılmıştı. Yaşı geçkin kız, diğerine “abla “ derdi. Çok sonradan, kızın sonu hüzün ve yalnızlıkla biten bir aşkın, evlilik dışı ürünü olduğunu öğrenecektim. Anne, kızının genç ve güzelken evlenmesine karşı çıkmıştı : “Sen evlenirsen, bana yaşlanınca kim bakar?” Bunu açıkça dile getirmekten de hiç çekinmemişti. O, sözde şen şakrak, özde çileli ömrünü tamamladı çoktan. Ama kızı, şimdilerinde seksen beşine varmış olmalı. Son yirmi yılda tanıdığı bir ailenin emektarı. Sizin öykünüzdeki anne, belki de aynı düşüncede olmamıştır.Belki de biricik prensesine talip olacak “doktorların, mühendislerin” gelip kapınızı çalmasını beklerken geçmiştir yıllar. “Gönüllerde kalan, hatıralarla şarkılar “ size. Nitekim, belki de o yılların, ümitlerinizin tanığı şarkıları satıyorsunuz şimdi.
Üç plak seçtim, bedelini ödedim ve çıktım “gölgesi ağırlaşan dükkandan” .

Aklıma O şiir takıldı, babamın sevgili arkadaşı –nur içinde uyusun-Ahmet Necdet amcadan :
En sevdiğim şiirlerden. Yalnız yaşamış, kendini ifade edememiş, sevgilere çiçekler açtırabilecekken, köşeciğinde, sadece kedisinin sıcaklığı ile avunarak ölmüş, tanıdığımız, tanıyamadığımız bütün “Zekavet’ler” için…

ZEKAVET HANIMA GAZEL

Kimdi / neyin nesiydi / geriye nesi kaldı?
Hiçkimse’nin gülüydü / ki hiçkimse’si kaldı.
Geçen yazla birlikte uçup gitmişti kuşlar,
Sonbahara dökülen o yorgun sesi kaldı.
Sevmiş miydi / umulur / ama hiç sevilmedi.
Yüzünde bir kırgın’ın acı gamzesi kaldı.
Kediler taht kurmuştu eprimiş yüreğine,
Balkonda sardunyası ve mor lâlesi kaldı.
Şimdi morgdan sarkıyor O’nun sevecen eli.
Hepsinin üzerinde, sıcak nefesi kaldı.(Ahmet Necdet)

Gerçek adınızı bilmiyorum, Ümit olsun, Neşe olsun ama sakın Zekavet olmasın. O cılız gibi görünen ümide tutunun lütfen. Sizi o bağlayacaksa yaşama, belki de hiç rastlamayacağınız beyaz atlı kısmetinizi düşleyin. Düşlemekten vazgeçmeyin. İnsandan önce hayalleri ölür çünkü. Sakın vazgeçmeyin. Sakın…
“Anladım, sonu yok yalnızlığın.
Her gün çoğalacak.
Her zaman böyle miydi? Bilmiyorum…
Sanki dokunulmazdı çocukken ağlamak.
Alışır her insan alışır zamanla,
Kırılıp incinmeye.
Çünkü olağan yıkılıp yıkılıp,
Yeniden ayağa kalkmak…”

PAYLAŞ
Önceki İçerikMardin’liyim…
Sonraki İçerikYıllar Sonra / Öykü
Öznur Kanarya
İstanbul’da doğdu, fakat çocukluk ve ilk gençlik yılları Anadolu’nun güzel şehirlerinde geçti. En çok İzmit’i sevdi. Nitekim İzmit Lisesi mezunu olmakla övünür. İzmit’ten sonra sevdiği ikinci şehir Ankara’da, Mekteb-i Mülkiye’de okudu. Emekli Bankacıdır, hala benzer bir konuda çalışmaktadır. Bugüne değin okumayı, yazmayı, müziği hep çok sevdi. Gündelik yaşamın sıradan mutsuzluklarından bunaldıkça, sahibine ulaşmayacak ve ulaşabilecek mektupların yanı sıra, günü güzelleştiren büyük ve küçük şeyleri yazar amatörce. İstanbul’da yaşıyor ama bu şehre çocukluğundaki gibi aşkla bağlı değil. Bu nedenle, yakın bir gelecekte sevdiceği ile birlikte Ege’de, tercihan Datça’da yaşamayı düşlüyor.