“ÜMİDİNİ BİR ÇİFT SÖZE BAĞLADI KALBİM”
“BİR SES, BİR BAKIŞ, BAZEN…”
“Size bir paket geldi” dediğinde arkadaşım, her zamanki yazışmalardan biri sandım önce. Sonrasında, meçhul paketin sadece kağıt içermediğini anladım dokununca. Poşetin içinden bir torba, onun içinden de iki küçük kese çıktı. Keselerden birinde, renkli boncuklardan bir kolye ve metal görüntüsünde ama yine boncuklardan oluşturulmuş bir bilezik vardı, yanı sıra küçük bir kağıda yazılmış mektubunuz:
“…Size her şey için teşekkür etmek istedim. Bir girdaba kapıldığınızda, çıkamıyorsunuz. Ama bazen bir ses, çok uzaktan, tanımadığınız bir sesteki tını, size hayatı yeniden hatırlatıyor. Anlayışınız ve yardımlarınız için sonsuz teşekkürler. Umarım, hiçbir değerinizi ve değer verdiklerinizi kaybetmezsiniz. Küçücük, çok ufak anılar yollamak istedim size. Çok gecikti teşekkürüm. Hep aklımda ve dualarımdasınız. Aslında çok değerli şeylere layıksınız. Ama elimden gelen bu. Size şans getirmeleri dileği ile. Sağlıkla ve sevdiklerinizle kalın…”
Mektubunuzu, heyecanla ve çok duygulanarak okudum. Göz nuru armağanlarınızı elimde tuttum bir süre. İki arkadaşım ile paylaşmak istedim. “Güzelmiş” dediler ilgisizce. Gerçek bir paylaşım için akşamı beklemek zorunda kaldım. Ayrılmaz parçalarıma, önce kısaca sizi ve öykünüzü anlattım, duygulanarak dinlediler yazdıklarınızı. Kızımı, ilerleyen saatlerde, mektubunuzu tekrar okurken gördüm.
İki ay kadar önce, yaşlı bir hanım aradı ve sizin adınıza gelen ödeme emrine konu borcu, diğer komşularınızla birlikte üstlenmek istediklerini belirtti. Sizi sorduğumda, “ hiç birimiz nerede olduğunu bilmiyoruz” dedi. “Bir rivayete göre, bakımevinde imiş”. Sonraki süreçte bir başka seveniniz, dostlarınızdan birinin isteği ile gönüllü olarak avukatlığınızı üstlenen bir başka hanım ve son olarak siz aradınız. Yıllar önceki sancılı ticaret yaşamınızdan geriye günümüze dek süren borçların sıkıntısı kalmış. Ortağınız kolaylıkla sıyrılıvermiş işin içinden. “Hapse girdim, dayak yedim, tehdit edildim şimdi de saklanarak yaşamak zorundayım. Korumak zorunda olduğum bir çocuğum var.” Anlatırken ağladınız ve beni üzdüğünüz için durmadan özür dilediniz. Konuyu birlikte sonuçlandırdık sonra. Yine ağladınız, bu kez” sevinçten “ dediniz. “ Çok ümitsizim, çok yorgunum, gücüm tükendi”.
“Ümit hep vardır, bazen tükendiğimizi sandığımız noktada, bir yerlerden bir ses, bir bakış, yeniden başlama gücü verir bize, hem de beklemediğimiz bir anda. Elbette sizin için de talihinizin döneceği bir kırılma noktası vardır. Lütfen ümit etmekten ve daha iyi günleri beklemekten vazgeçmeyin” dedim. Sesinizle sevindiniz, duydum.
Armağanlarınız ve mektubunuza teşekkür etmek için aradım sizi. Sesiniz ışıdı sanki. Bu kez ağlamadınız, ne güzel. Yazdıklarınızı yinelediniz ve “ Son konuşmamız bana öyle iyi geldi ki. Duymak istediklerimmiş söyledikleriniz. Sesinizde, yüreğime ulaşan, içimdekileri yumuşatan bir şeyler vardı. Kendime gelmemi sağladınız. Çok teşekkür ederim” .
“Ben de size teşekkür ederim. Günlük yaşamın kuru gürültüsü arasında, yanı başımdaki pek çok kişiye aktaramadıklarımı anladığınız, aldığınız ve kabul ettiğiniz için. Beni düşünerek dizdiğiniz o kolye ve bileklik için, çok teşekkür ederim. Benim de ihtiyacım vardı, hiç karşılaşmadığım birinden gelecek umuda. Asıl ben size teşekkür ederim” diyemedim, içimde kaldı. Ben de size hiç göndermeyeceğim bu mektubu yazdım, gecenin geç saatinde… Yüreğiniz, umuda dönük olsun, daha iyisini istemekten vazgeçmeyin, ve bir gün, hiç beklemediğim bir anda, gelin, görüntü olun. Kısa, keyifli, gözyaşlarından uzak bir çay sohbetinde buluşalım…