Fotoğraflara değer vermeyi senden öğrendim. Nasıl da kızardın bize, arkalarına tarihleri not düşmeyi unutuyoruz diye. O zamanlar, umursamazdık fakat şimdi fotoğraflara bakıyorum, anları biliyorum ama zamanları tam olarak çıkaramıyorum. Pişmanım, vakti zamanında tarihleri önemsemediğim için…
Fotoğraflar, toplumsal ve çokça da kişisel tarihlerimizin tanıklarıdır. Değişen ve bana sorarsan, gerileyen zamanlara uyarak, sessizce yok oldu fotoğraf kültürü… Çok gelişmiş makineler var artık…Onların çektiği, fotoğrafın öznesinin, teknolojik dokunuşlarla adeta yeniden yaratıldığı çalışmalar, banyo edilmiyor, filmler halinde saklanmıyor, küçücük nesnelerde veya bilgisayarlarda arşivleniyor. Zaman zaman, azizliğe uğrayıp silinebiliyorlar ya da hırsızlığa kurban olan diz üstü bilgisayarlarla, anılar da bir anda yok olabiliyorlar, o da ayrı konu.
Eski fotoğrafları çok severim ben. Her biri, yaşamımızın farklı dönemlerine dokunurlar. Özellikle, siyah-beyaz resimlere hayranım. Alçak gönüllüdürler çünkü. Dikkatle bakın onlara, yansıttıkları dönemin satır aralarını en güzel onlarda okuyabilirsiniz. İnsanların, duruşları bile bugünkülerden ne kadar da farklıdır. O karelerdeki kişilerin çoğu, poz vermekten kaçınmıştır, doğallık asıldır. Bir de günümüzün digital çağ fotolarına bakın, yaratılmış, yapay davranış harikaları!
Annem ve sen, genceciksiniz o fotoğrafta…Siyah-beyaz elbette.Arkasına, en sevdiğin, İnce Memed’den alıntı dizeleri işlemişsin ve tarih düşmüşsün el yazınla: “Duvarın üstünde resmim aldılar, ak kağıt üstünde tanıyın beni…” O resim, karşımda şimdi.
Sonra, çocukluğumuzdan günümüze dek sürebildiğimiz izler…Doğduğumuz gün, artık bizimle olmayan aile büyüklerimizle görüldüğümüz resimler. Kızların, saçlarında kocaman beyaz kurdeleli, oğlanların kısa pantalonlu, şen, tasasız günlerine özel fotoğrafları. Sonra, sevdiklerimizin doğum günü, evlilik, nişan, sünnet anıları. Zaman zaman, belleğimizden sildiğimiz kişilerin yüzleri de çıkabilir karşımıza. “Kimdi?” diye düşünürüz, ya da, çağrıştırdığı zaman dilimi üzerine tartışabiliriz sevdiklerimizle. “Hayır canım, o zaman o yoktu.” “ Sahi, bu o değil mi?” “Bu o mu? ne kadar değişmiş, hayret” …
Yıllar önce, üzerinde, genellikle manzara resmi bulunan karton kapaklı albümlerin içinde olurdu, kenarı tırtıklı siyah-beyaz, arkalarına yer ve tarih düşülmüş fotoğraflar…Öndeki iskemlelerde, aile büyükleri pür ciddiyet, çocukların küçük olanları kucakta, az kabacalar önde ya da yanda, saçlar taranmış,büyük olasılıkla en yeni elbiseler giyilmiş. Albümün sayfaları, ince pelür kağıtlarla ayrılmış, fotoğraflar küçük külakçıklarla sayfalara tutturulmuş…Fotoğrafların bazıları, iyiden iyiye sararmış,hatta sineklerce küçük kara noktalarla damgalanmış….Çocuk resimlerinin bazılarının arkasında, büyüklere ithaf olunmuş yazılar: ” Dedeciğim,anneanneciğim, ellerinizden öpmeye geldim.”
Konuk gidilen evlerde küçük çocuk yoksa, konuk çocuğun önüne bir sürü fotoğraf albümü konurdu, oyalanması için…
Dediğim gibi, şimdi artık, digital çerçeveler var, ve de geniş hafizalı fotoğraf makinaları. Albümlere gerek yok. Fotoğraflar tek bir ana tanıklık ta etmiyor zaten…Dilediğinizce oynayıp her ayrıntıyı değiştirebiliyorsunuz. Anılarınız bile belirsizleşebiliyor.
Hatta, sahaflarda ya da eskicilerde, üç otuz paraya satılıyor, o siyah-beyaz anılar…Hiç mi içi acımaz insanların, anılarını ya da büyüklerinin geçmişini onları hiç tanımayan başka yaşamlara açarken?
Her şeyi satmak ve unutmak mümkün mü, gerçekten?
Ben, unutmak istemiyorum baba…Seni de, geçmişe dair biriktirdiğim güzel anları ve anıları, hatırlamaktan vazgeçmek istemiyorum. Çocukluğumun, beni ben yapan her ayrıntısını özenle saklıyorum. Anları da, sevgileri de…Bana bunu da sen öğrettin, bilmem biliyor musun?
Her çocuk benim gibi midir? Ben, çocukluğuma özel bazı anları, fotoğraflar halinde, belleğimde tutuyorum. Her piknikte, söğüt ağacı dalından, çakınla düdük yaparken, ıslıkla çaldığın, o türküleri senden dinlerken ya da sana acemice eşlik etmeye çalışırken, birlikte hiç fotoğrafımız yok, örneğin. Ama o anların bendeki izi öylesine canlı, öylesine bugüne ait gibi…” Söğüdün yaprağı dal arasında…” “Pencere açıldı, Bilal Oğlan” “Yarim, İstanbul’u mesken mi tuttun…”
Dostlara sormak istiyorum, Şimdi:
“SAHİ, ALBÜMDEKİ RESİMLERE -HİÇ OLMAZSA ARA SIRA- BAKTIĞINIZ OLUYOR MU?”