Sabah kalktı.
Kahvesini yudumlarken eline gazeteyi aldı ve okumaya başladı.
Daha sonra kahverengi ceketini giyip dışarı çıktı.
Sokaklarda dolaşıyordu.
Elinde sigara, saçları düz siyah ve alnı hafif açık…
Bankaya doğru yürüyordu.
Bankamatiğin önünde cep telefonunu çıkardı.
“Alo!”
“Alo!”
“Bizim kredi işini bir halledelim.”
“Peki, abi.”
“Gelirken iki dondurma da getireyim mi?”
“Peki, abi.”
Cep telefonunu cebine koydu.
Yürümeye başladı.
Havalı havalı yürüyordu.
Bir kahveye girdi.
Türk kahvesi söyledi.
Bir kalem, bir de kağıt…
Yazmaya başladı.
Bir kadın portresi çizmişti adeta zihninde.
Saf bir kızdı.
Her gün elbiseler giyer, çantasını alır etrafı turlardı.
Bir masalsı şehrin bir mahallesinde oturur, küçük küçük öyküler yazardı.
Bach en sevdiği besteciydi.
Her gün saçlarını kızıla boyar, tırnaklarına oje sürer, aşk romanları okurdu.
Ancak yaşantısında eksik olan tek şey aslında bir amaçtı.
Boş bir yaşamın kendine verdiği dayanılmaz yükünü hissederken belki hayattaki en zoru başarabilmişti.
Kabullenmek…
Yaşamın boş olduğunu kabullenmek…
Hayatın çaresiz anılarını bir kenarı bırakıp spor salonlarında ter döken birisi olarak bu zoru başarmak zorundayım.
Hayatta en önemli şey aslında hayatında bir gaye sahibi olmaktır diye bastıra bastıra söylüyorum ya.
Yüzükoyun uzanıp ayaklarını ileri geri sallarken aslında gayelerin yaşamda yeri olmadığını mı düşünüyordu bilinmez hayat en zor meslekti.
Adam elindeki kalemi bıraktı.
Kağıdı ışıkta bakmak için havaya kaldırdı.
Boş bir yaşam portresi çizmek…
Hiç kımıldamadan sadece gülümsemek…
İkinci kağıtta ise yatağa sırtüstü uzanmış, gözleri tavanda bekler vaziyette dururken, ben de seni çizmekteyim ey kader.
Sonunu bekleyen yaşlı bir adamın çaresizliği…
Gözler saatte…
Ha geldi ha gelecek.
Kim peki?
Kötü bilinen melek mi sence?
Azrail de kötü mü bilinirmiş?
Sadece başka bir odaya geçmek gibiydi tüm yaşantı.
Zor nefes alıyor veriyordu.
Birden bir fısıltı duyuldu:
“La İlahe İllallah!”
Bir gülümseme ki eyvah!
Sigarasını eline alıp tablaya değdirerek söndürdü.
“Abi, asalım mı?”
“Asalım, abi.”
Dükkanın camekanlı bölmesine asarak güneşin ışığına bırakıldı iki çizik resim.
İkisi de gülümsüyordu.
Anlatılması gereken bir hikayeydi belki de.
Yaşamla ölüm arasında.
Her nefis ölümü tadacak.
Ve ölüm en bilinmez dakikada olacak.