Resim Sanatının Aşık Veysel’i Ressam Bayram Gümüş

0
1750

Öğretmenlik mesleğine yeni başladığım yıllardı. Bir öğrencim ansiklopedi boyutlarında bir katalog getirip; katalogdaki ressamın yakını olduğunu söyledi. Kataloğu açtığımda gözlerime inanamadım. Minyatür sanatının özelliklerini ilgilenen bilir, perspektif yoktur, uzaklık yakınlık tek boyuttur. Ellerimin üzerindeki kitabın sayfalarını çevirdikçe gözlerimin önünde alabildiğine uzanan, minyatür sanatından çok daha özel bir sanatla naif sanatın öncüsü bir sanatla tanışıyorum. Bu eserlerin sahibinde perspektifin, birçok ekolün, sanatın hem modern hem klasik sanatların, sentezine ulaştığını ve çok iyi bir eğitimin izlerini görmek mümkün. Şimdiye kadar gördüklerime benzemiyor çizilenler; öncelikle ulvi bir sabrı gözlemliyorum. Picasso’yu, Rembrand’ı, Ingress’i, Klee’yi diğerlerinden ayıran neyse onu görüyorum. Sanatta ekol olmayı başarmış Sayın Gümüş…Yeryüzünde iyiliği kötülüğü, güzeli çirkini nasıl ayırabiliyorsak, baktığımızı gördüğümüzden, analizlerlerimizden derlediklerimizle ulaştığımız sentez kadar iyi bir bakış açısına ve iyi bir eğitime ait gördüklerim. Eğitim derken öz olarak kendini eğitmesinden söz ediyorum. Çocuk yaşta başladığı resim yolculuğuna Kasım Koçak atölyesinde ama gerçek ibresinden hiç şaşmadan yani tarzını değiştirmeden devam edip her gün yeniden güzellikler yaratmış.

On beş yıl önce resimlerini gördüğümde, özellikle Kadiköy meydanını resmettiği tablosunun katalogdaki bir örneğini gördüğümde uzun süre gözlerimi alamadım. Şöyle anlatayım; meydanda binlerce insan, otobüslerdeki binlerce insan, minübüsler, vapular, vapur iskelesi, duraklar, koşuşturanlar… Ve bunlar bir kaos içinde olmasına rağmen inanılmaz bir ahenkte, inanılmaz bir dinginlikte…Bu binlerce insanın yüzlerinde ki ifadelerin her biri ayrı ayrı. Dudaklarımdan sadece inanılmaz… nasıl ya… kelimeleri dökülüyor. Kataloğa el koymayı düşündüm ama maalesef öğrencim geri almakta kararlı çıktı. O zaman dedim ki bir gün mutlaka Ressam Bayram Gümüş ile tanışacağım. Böyle mesleğinde üstad olmuş kişilerin ellerinde hayatı yeşerttiklerinden midir bilinmez hep Tanrısal bir güç olduğunu düşünmüşümdür. Michelangelo’nun “Creation of Adam” tablosundaki gibi el vermiş midir böyle özel insanlara…

Bayram Gümüş
Bayram Gümüş

Ve kısmet bugüneymiş. Sevgili Bayram Gümüş ile Moda’da ki atölyesinde buluşuyoruz. Şiir okumaya çok elverişli bir ses tonu var. Çok mütevazi ve sakin bir insan. Moda gibi bir ortak paydalarından dolayı daha önce kendisine Edip Akbayram’ın büyük hayranı olduğumu, Üniversite yıllarımda o civarda okuduğumdan dolayı Edip Beyi Moda Çay Bahçesinde sık sık gördüğümü ve tanışmayı çok istediğimi söylediğimde kendisinin kadim dostu olduğunu öğrendim. Atölyede biraz sohbet ettikten sonra Edip Bey’in ve değerli eşinin bizi beklediği kafeye gittiğimizde kendisinden Kitap fuarında gerçekleştirmek üzere röportaj sözü aldım. Edip bey o kadar tatlı bir insan ki; hani çok yakınınız gibi hissedersiniz bir anda. Kendisine “Hasretinle yandı gönlüm adlı eseri bir tek sizden dinleyince ağlıyorum” dedim. Kasım ayında ki röportaj sözünü aldıktan sonra Sevgili Edip Akbayram’dan ayrılarak atölyeye döndük ve söyleşimizi gerçekleştirdik:

  • S.Ö: Okurlarımız sizin bu mesleğe nasıl başladığınızı merak ederler.
  •  5 yaşında başladım. Yaşım büyük olduğu için ilkokula gittim. İlkokulda dersler ilgimi çekmedi resim çekti. Şu anda yaptığım resimlerin temelleri o çizgide devam etti. Resim benim için bütün her şeyi ifade ettiğim keyif alarak yaptığım bir şeydi. 66 senesinde istanbul’a taşındık. Lise bire kadar devam ettim ve hayatım hep resim oldu. Derslerimin hepsinde sürekli resim yapıyorum. Kitaplarımın boş yerlerine defterlerime arkadaşlarıma resimler yapıyordum. Lise 1’den sonra piyasada çok değişik işlerde çalıştım ama bütün amacım şeydi akademiye gidip ressam olmaktı. Öyle bir şey olmadı. Hayat hızlı geçti sonra askere gittim. Askerde boş zamanlarım oldu Kıbrıs’ta askerlik yapıyordum. Günde 2-3 saat boş vaktimizde kartonlar üzerine arkadaşlara resimler yaptım. En çok sevdiğim araba resimleriydi. Adam mesela kamyonunu söylüyordu ben aynısını çiziyordum. Evini tarif ediyordu bir takım köşk resimleri yaptım. Eski bir köşkte oturmuştuk İçerenköy’de 70li yıllarda onun daha büyüklerini yaptım. 82 de askerden geldim. Para kazanmak için birtakım işler yapmak gerekiyordu. Kendi kamyonetimiz vardı onla şoförlük yapıyordum. Ama ehliyet almak o zaman şimdikinden daha zordu. Sürekli rüşvet geçiyordu zaten. Halis Toprak’ın bahçesinde amelelik yaptım orada çalışan arkadaşlarımız vardı onların yanına gittik onlarla beraber çalıştık. Günlük yevmiye o zamanın parasıyla bin liraydı. Yani bugünün yüz lirası. Ben o zaman otuz bin lira vererek ehliyet aldım. Ağır vasıta ehliyeti aldım. Belirli bir dönem orada çalışırken de resimler yapıyordum. Sonra bir tesadüf sonrası Ressam Kasım Koçak’la tanıştım. Yaptığım resimleri gösterdim. Ressam olabileceğimi söyledi. 83 senesinin 13 mayısında tanıştık Kasım Koçak’la. Kendisinin resimlerini çok beğenirdim. Dedim ki; “Çok iyi resimler yapıyorsunuz, bende sizin gibi ressam olmak istiyorum sizin gibi yapmak istiyorum.”  “Senin tarzın başka çocukluktan beri çalışmışsın kendine bir çizgi oluşturmuşsun senin bu çizgide devam etmen lazım.” Dedi ki; “Buna naif resim diyorlar dünyada” Bu tarzla ilgili herşeyi anlattı. Ben naif resim sanatı nedir hiçbir şey bilmiyordum. Ama tek amacım oturup resim yapmaktı. Belirli bir süre Kasım Abinin atölyesinde çalıştım. 84 yılının ekim ayında atölye açtım. O dönemde de Maltepede de Eğitim fakültesinden, Akademiden okulunu bitirmiş arkadaşlar gelip atölye açtılar ve Maltepe ressamlar gurubu oluştu. Aralarında tek eğitimsiz ben vardım. Yaptığımız resimlere Kasım Abinin çevresinden onun resim alıcıları gelip alıyordu. Kısa sürede orası basında televizyonda bayağı yayıldı benim ismimde yayıldı. İlk kişisel sergimi 85’te Ankara’da Turkuaz sanat galerisinde açtık. 30-35 resmimiz vardı 29 tanesi satıldı. Fiyatları uygun fiyatlardı tabi o zaman yaşamak için resim tabi resimle yaşamayı biz bütün hep Kasım Koçak’tan öğrendik. Profesyonelliğin ne demek olduğunu ben ondan öğrendim. Ressam kılavuzumdur benim Kasım Koçak. Sonra normal bir esnaf nasıl dükkanının açıp işine  devam ediyorsa bizde resim atölyelerimizi öyle işletiyorduk. Kendi alıcılarımız olmaya başladı. 87 senesinde ben yarışmalara katıldım 4 tane ödül aldım. Ödüller yurtiçiydi tabiki. Yani resim yaşamım böyle başladı bir yaşam biçimi oldu. Şuan işte 34 senedir bütün yaşamım sadece resimdi. Hiçbir yerden gelirim olmadan resimle yaşıyorum yani bunun kolay olmadığını çok iyi biliyorum. Ama siz sevdiğiniz bir şeyi yapıyorsunuz. Nasıl İnsanlar sevdiği şeylerde fedakârlık yapıyorsa bende yapabileceğim fedakarlığı yaparak bunun adına profesyonelce ressamca yaşama deniyor. Bedeli neyse ödedik. 34 sendir ayaktayız. Açık net bütün Ne ararsak kendimizde aradık. Beklentilerimiz bir başka şeylerden değildi sadece resimlerimiz beğenip bize ödemelerini yapıp dost arkadaş olan insanlar. Bana resimde en büyük destekçilerimiz onlardı. Hepsiyle çok iyi arkadaşlar olduk. Onların çevrelerine resim satarak atölyemize gelip beğendikleri resimleri alarak resim yaşamımız devam etti. Yani bunu mesela isterdik ki bunun ticaretini yapan galerilerde olsun. Ama bunun olması pek mümkün değil çünkü her şeye bayan galericileri ayırt ederek özellikle çoğu erkek galericiler işe siz sanatçı olarak duygusal bakıyorsunuz onlar sadece para çerçevesinden bakarak değerlendiriyorlar. Benim çok fazla galerilerle öyle çalışmalarım olmuyor. Kendi özel alıcılarımla, çünkü bizde hiçbir şey tam yerine oturmadığı için sağlıklı değil. Başka gelişmiş bu işi daha iyi yapan ülkelerde sanatına sanatçısına saygı duyan ülkülerde bir karşılığı olan bir ederi olan sanatçılarla çalışma başka bizde başka. Bizde ki daha hiçbir şekilde galerici mi, resim alıp satıcısı mı, al satçı mı, tedarikçi mi? tam ne olduğu oturmadı ama herkes hakketmediği bir yaftayı yapıştırıyor kendisine bilmem yok Art Dealer (Sanat Simsarı) yok Küratör (Sergi Düzenleyicisi)  yok bilmem şu bu. Bu işi birilerine güvenerek yapmak mümkün değil. Devletten beklemek yerel yönetimden beklemek öyle bir şey yok. Tamamıyla kendinize güvenerek kendi yaptıklarınızı çevrenize resimlerinize ilgi duyan insanlara iyi anlatarak oluşturduğunuz çevreyle ayakta duruyorsunuz. Resim yapmak diğer işlerdeki gibi köşeyi döneyim çok zengin olayım bir resmi insanlar görüyor fuarlarda müzayedelerde “Şu fiyat aa bundan 4 tane yapsam şu kadar” öyle bir şey yok.
  • S.Ö.: Peki bu sergiler olduğunda bu eserler sizin çocuğunuz gibi oluyor. Bunlar satıldığında nasıl bir duygu içinde olursunuz.
  •  ki şey yaşıyorsunuz birincisi resminizin satılıp ekonomiye dönüşmesi ve onunla tekrar yaşama devam etmenin verdiği bir şey oluyor. Yani bir resme çalışırken her birine belirli bir zaman harcıyorsunuz. Zaman içinde bütün hepsi sizin belleğinize yerleşiyor ne yaşadıklarınız. Siz bir arkadaşınızlada çok güzel vakit geçirip bir sürü şey yaşarsınız bir yere gidersiniz orada anılarınız olur. Bizim çalışırkende öyle yani bir saatte felan iki satte üç günde beş günde bitmiyor. 10 sene uğraştığım resim var. Şişli teraki lisesinde asılı bir İstanbul resmi var o resme 10 yıl çalıştım ben. Yani bir fiil 10 yıl çalışmıyorsunuz aralıklı çalışıyorsunuz. Onunla bir yaşamı bir zamanı tüketiyorsunuz. O  resim devam ederken yaşadığınız o kadar çok şey var ki onların hepsi sizin için değişik bir anılar oluyor. Bunlardan kopmak ayrılmak, ama şöyle bir şeyde var çoğuda büyük ebat hepsini sizin mekanınız yok korumak için bir yeriniz yok. Size onun karşılığını ödeyerek alan insanlar ona sizden daha iyi bakıyorlar. İyi bir yere asılıyor. Onlarca insan seyrediyor. O açıdan iyi tabiki. Bir de şu var bizim ülkemizde hala akademilerden mezun olupta ben resimle yaşayacağım demek kolay değil. Paraya çevirilmesi gerek. Ekonomiye çevrilip bunu malzeme atölyesine harcayarak daha iyi bir resim yapması çok önemli. Bizim de zaten buna benzer şeyler olmasa öyle tüp boyalar var ki 35-40 ml 300 lira. Çok kaliteli boyalar alıp kullanmak istiyorsunuz. Bunların hepsi ekonomiyle ilgili. Ama şöyle düşünün açık net söylüyorum çok varlıklı ekonomisi çok yerinde ailelerin çocuklarının bu şekilde sanat yapacaklarını zannetmiyorum. Bunun sosyal konumla yapıyla ekonomiyle çok büyük ilişkisi var. Yani ben ekonomik durum resimden olduğu için bütün hayatımı adayarak bunların istediğim şekilde iyi bitmesini istiyorum. Buna göre çalışıyorum. Zamanımın çoğunu ona harcıyorum. Ve onu bir gün ekonomiye çeviriyorsunuz tekrar bir ikincisini üçüncüsünü tekrar onları satarak öyle bir sirkülasyon var. Bir kenarda epey paranız olsaydı böyle çalışmazdınız. Benim ailem ekonomisi iyi varlıklı bir aile olsaydı hiçbir zaman bu resimler çıkmazdı. Zamanın saliselerini bile hesaplayarak bir iş yapıyorsunuz ayakta durabilmek için. Ekonomik durumunuz iyi olsa dersiniz ki sonra yaparım, sonra yaparsın ve ertelenir ama şimdi benim öyle ki bir de bu bütün yaşam şekliniz olmuş. Şu an ekonomik durumum daha iyi olsa bundan daha fazla çalışırım. Daha rahat çalışırım. Ve mesela satış olayını durdururum. Resim satmadan çünkü 50 yaşını geçtik önümüzde öyle çok sağlıklı epey bir zaman yok. Başladığımız zaman 11- 12 saat resim çalışıyoruz. Vücudunuzun sağlıklı olması sağlam olması lazım. Ve öyle 5 yılda 10 yılda 20 yılda öyle hemen bir anda siz ressam olup usta olmak öyle kolay bir şey değil. Ben 34 sene sonra ressamlığa yeni adım atmış olarak kabul ediyorum kendimi. Ustalığa yeni adım atmış kabul ediyorum. Sonsuz renk skalası aklınızda hayalinizde çok değişik biçimler bunları bir arada tutmak bir arada ortaya çıkartmak bunlar öyle beş dakikada on dakikada bir yılda üç yılda olacak iş değil. Yaptığınız işi geliştirerek ortaya koymak ayrı ekonomik durumu ayrı. Ama bütün zamanınızı buna ayırıp bitirdiğinizde ekonomiye dönüşmesi size iş ortaya çıkartıyor resmi ortaya çıkartıyor. Ekonomik durumunuz iyi olmuş olsa çıkmaz bu resimler. İyi ki benim ailem köyden İstanbul’a gelmiş. İyi ki böyle bir sosyal yapım var. Bu resimlerin çıkması için benim böyle bir sosyal yapının adamı olmam gerek. Ekonomik durumu çok iyi varlıklı bir ailenin çocuğu olsaydım bu resimler çıkmaz başka şeyler çıkardı. Bu kadar zaman ayırmazsınız zaten ve 7/24 ayakta resim yapıyorum. Ve bu işler öyle çıkıyor.
  • S.Ö.: Hayatta olmazsa olmazlarınız nelerdir?

    Bayram Gümüş
    Bayram Gümüş
  • Bunu başka yaşlarda sorsanız başka şeyler olabilirdi ama şu an baktığımda yaşamımda resim olmadığı zaman olmaz. Ve onun yerini alabilecekte başka bir şey yok. Bu benim için bir ruhsal tedavi rehabilitasyon. Bunu yaptığım zaman kendimi daha değişik başkalarının tadamayacağı keyifler alıyorum. Bunula içimde beynimde olan şeyleri insanlara söyleyebilme ihtiyacım var. Renk skalalarıyla oynuyorsunuz bunu böyle sürekli devam ettikçe başka bir şeyler buluyorsunuz hayatın içinden alamadığınız başka tatlar alıyorsunuz. Ve bu sizi besliyor. Sonra bu resme geri dönüş yapıyor. Doğaya bakıyorsunuz doğada bir sürü bitkiler var rengarenkler siz onları alıp başka bir atmosferde yapabiliyorsunuz. Onun verdiği başka bir keyif var. Onun ötesine geçme kaygılarınız düşünceleriniz oluyor Doğayı tabiatı aşma buna benzer kendinizin yaptığınız resimde birtakım sorgulamalarınız var. Geçmek istediğiniz birtakım şeyler var. Mesela her gün gökyüzü mavi, mavinin tonları grinin tonları ben bir dünya yaratmış olsaydım haftanın yedi günü çok değişik renklerde gökyüzü yapardım. Ben aslında bütün yaşamımı Nihat Behramoğlu’na anlattım. O benimle ilgili bir kitap yaptı orada da çocukken dünyaya bakıyorsunuz dört mevsim vardı ben diyordum ki ben bir dünya yapsam 5 mevsim yapardım altı mevsim yapardım ne var yani nasıl yapardım ama nasıl olurdu onu çözemiyorsunuz iste. 5. Mevsim nasıl olurdu? Ama resim yapmaya başlayınca 5. Mevsim adı altında acayip doğa resimleri yaptım var olan doğaya bakarak onu geçmeye çalışıyorsunuz daha farklı bir atmosfer içerisinde onların verdiği keyiften oluyor tabi ve onu geliştirerek devam etmek istiyorsunuz.
  • S.Ö.:Peki çocukken bu noktaya geleceğinizi düşünür müydünüz?
  • Hayır. Hiç kimsenin öyle bir kapasitesi olamaz. Sadece oturup bir şeyler çizerken ressam olsam acaba işte şu olur mu bu olur mu filan. Bir de bilmiyorsunuz sanat nedir? Ressam nedir? Bugün size birisi dese ki; bir tane ortaokuldan liseden terk birisi resim yapıyor ve resmin sanatsal nitelikleri içinde kendisini geliştirerek götürüyor demiş olsalar bana “zannetmiyorum.” Derim. Çünkü bunu hiç eğitim almadan yapılan işe baktığın zaman amatörce akademik resimlere öykünerek gri renk yapacaksa siyahla beyazla yapan öyle biri düşünürsünüz. Bu işin eğitimini almadan kendi kendinize yaptıklarınızın sizin bir kere o bilgilere sahip olmadan değerlendiremezsiniz. Değerlendirmeden de bu nereye varır. Ben ressam sanat bu bilgileri bilmeden kendi kendime bir şeyler yapıyordum benim için önümde bilinmeyen bir sürü şey vardı. Ama bildiğim tek şey şu vardı benim kendi yeteneğim o günkü bilgim doğrultusunda resim malzemeleri vardı. Onlarla neler yapabileceğimi buldum. İçerenköy’de Osmanlı mahallesi ahşap evler o ortamı görüp bana göre resimsel bir şey diye oturup onların resimlerini yaptım. Gecekondularda patates soğan sattım oturdum gecekondu resimleri yaptım. Renklendirdik işte onları fırçalarla boyalarla çizimleriyle bütün o tanıdığım bildiğim yaşamına tanık olduğum sosyal yaşamı resmetmeye çalıştım. Oradan bir söyledikleri her şeyi biriktirdim ben. Çünkü onların hepsi resmi bilen insanlardı. Söylediklerini dikkatle dinliyordum. Çok ilginç başarılı buluyorlardı devam etmemi söylüyorlardı. Ama onun dışında ilk atölyemizi açtığımızda bütün hepsi akademisyendi arkadaşlarımızın. Hep resim konuşuluyordu sanat konuşuluyordu kısa sürede de benim içinde eğitim oldu. Orada dünya sanatı nedir ülkemizin sanatı nedir resmi nedir heykeli nedir hepsinin konuşması oluyordu. Benim için Maltepe Ressamlar Gurubu müthiş bir akademiydi. Bu röportajda da bunu kullanmanızı isterim çünkü oranın oluşumunu kasım koçak sağladı. Ve Türkiye’de de böyle bir yer ilkti ve Maltepe’den gelip geçen çok sayıda ressam var. Maltepe benim için bir eğitim merkeziydi. Oradaki çok çeşitli arkadaşların hepsinin resim bilgilerini ortaya koydukları zaman ortak olarak bende onlardan dinledim. Onlardan öğrendim hepsinin atölyesinde haşır neşir ne var ne yok yaptıklarını ve hepsinin de benim resimlerime nasıl baktıklarını yaptıklarımı neler söylediklerini hepsini çok iyi biliyorum. Benim için büyük bir eğitimdi orası sonra sonra sanat resim heykel bugün dünyada yapılan birtakım şeyler ne dir ne değildir öğrenmeye çalıştık. Ama açık net bugün ressam olarak ülkede dünyada neredesiniz derseniz dünyanın değişik yerlerinde resimlerimiz var. Özel yerlere de gitti iki metreye dört metre bir resmim Almanya’da çağdaş bir müzede sergilendi. Marta Herfort Müzesi’nde sergilendi Küretor Max Borka resmimi götürdü Türkiye’de ki çağdaş tasarımcılarla birlikte. Onunla ilgili bir yazı yazdı mesela röportajda bana şey dedi “Siz bütün dünyadaki akımları çok iyi özümseyip ortaya kendinize göre bir şey çıkartmışsınız çağdaş bir bizde çağdaşlık kavramında o kadar farklı ki çağdaş olsan bile çağdaş olmaya korkuyorsun. Hepimiz bu çağda bu çağa tanıklık yapıyoruz. Birilerinin resim sanatı da benim için yapılacak diye küresel sermayenin emrettiği bir iş yapmıyorum ben. Ama küresel sermayenin kölesi olmuş birtakım kavramlara göre eğitimler verilip onlara göre vitrinler düzenlenip sürekli kontemperari kontemperari  (Çağdaş)…insanlara bir sürü şey yaptırıyorlar. Yapan insanın yaptığıyla kendisinin birbirleri kültür olarak o kadar farklı ki bugün dünyada bu geçerli diye bu yapılmaz. Ben Anadolu’nun ortasında doğmuş büyümüş yetişmiş bir insan olarak yaşama tanıklık yapıyorum ona şahit oluyorum ve farklı bir kültürden gelirken dünyadaki bir takım egemen güçler sanat bize göre olacak al sana kuram kavram al sana sanat kavramı buna göre yapın. Bu günde güncel sanat çıkardılar. Ve benim hiç alakam yok. Hiçbiriside umrumda değil. Yok çağdaş müzeler yok şu çağdaş yok bu modern resme başladık 83te modern resim sonra ensterasyon çıktı, video art çıktı. Sonra soyut işler çıktı. 34 sene içerisinde o kadar çok ortaya kavramlar çıkıyor ki birden bir bakıyorsunuz yeni bir şey çıkmış… bunu kim çıkartıyor? Ben kimim neyim? Yaşamı hayatı nasıl algılıyorum? Bu bana göre mi? Yani Neşet Ertaş’a arya mı söylettireceğiz? Neşet Ertaş’a M.C Hamelın gibi rap müzik mi söyleteceğiz? Pop müzik mi söyleteceğiz? Neşet Ertaş Türkiye’nin en büyük devidir Aşık Veysel en büyük devidir. Ve bu coğrafyanın bu bölgenin sanatçısıdır. Çağdaştır, yereldir. Bizim gerçek sanatımız onlardır. Fecri Ebcioğlu’nun Fransa’ya gidip te Fransa’da 70li yıllardaki aranjmanları getirip burada söyletmesiyle burada hafif müzik filan oluşmaz. Bizim bir şeylerin farkına varmamız gerek. Kendimizi iyi tanımamız gerekiyor. Bana göre ev olacak bana göre araba olacak diyen belirli bir egemen sosyal sınıfları egemen olmuş dünyanın yönetimini eline geçirmeye çalışan üstün ırk kabul edip ben kralım siz köle diyen insanların söyledikleri gibi sanat manat yapılmaz. Yapanlar zaten sanat tarihinde olmayacak yerleri. Siparişle yapılmaz bu. İnsanın kendisini tanımasıyla bulunduğu yeri bölgesini tanımasıyla yaşama tanık olmasıyla bunlarla oluşur bu işler. İstanbul’da fuar düzenleniyor yeni sanat eğitimi alan insanlar oraya gittiği zaman o vitrine özeniyor o insanların giyimine o kapıda duran arabalar öyle bir ambiyans var ki ; benimde burada olmam lazım diyor arkadaş resim sanat eğitimi alan. İçeride ne yapılırsa onun gibi yapmalıyım sanıyor. Sen Artvinlisin sen Sivaslısın, Vanlısın senin yaptıklarında o bölgenin  o yaşadığın iklimin ortamın köklerinden gelen bilgi kültür bir sürü şeyi harmanlayıp öyle yapman lazım. Ben bu ülkede demin anlattıklarımızla Maks Borka diye bir kuvatör benim resimlerime “Bütün her şeyi özümsemiş çağdaş bir iş çıkartmışsın” dediği zaman dedim ki; “Bakın yanlış tanımlama yapmayalım bana naif resim diyorlar. Ben resim eğitimi almadım.” Neşet Ertaş’a soruyorlar, “Notaya göre mi çalıyorsunuz?”  “Ben diyor; nota bilmem göğnüm nereyi isterse o perdeye basıyorum. Benimde gönlüm ne isterse onu yapıyorum. İstediğim boyalarla isteğim renklerle… Burada müthiş özgürüm zaten. Hiç kimseye eyvallahımda yok. Onların bilgilerine de ihtiyacım yok. Ben bunu yapıyorum bununla anlatıyorum. Bundan üç sene önce Türk resim tarihiyle ilgili resim yaptım 480 tane Türk resmine mal olmuş ne kadar ressam varsa geçmişten bu zamana ne kadar heykeltraşımız varsa hepsinin bütün eserlerini büyük bir tuvalde toplayarak 2 metreye 4 metreye bir resim yaptım onun içinde topladım. Benimde Bayram Gümüş olarak Türk resim heykel tarihini böyle anlatıyorum.  Resim diliyle anlatıyorum. Şimdide Türk edebiyatçılarımızın 2 metreye 4 metre bir resmini yaparak işte Bayram Gümüş edebiyat tarihini böyle anlatıyor. Ben özgürüm bu dünyaya bu bedende bu akılla bir seferde geldim. Kimsenin bana şunu yap bunu yap şöyle yap böyle yap ben benim. Bir ben var bende onu dinleyerek aklımla beynimle yüreğimle ortaya koyduğum ne varsa özgürce yapıyorum. Bugüne kadar da ne istediysem onu yaptım kimin ne dediği hiç umurumda değil. İster ressam desinler ister sanatçı desinler ister demesinler bu benim işim ekmeğimi bundan yiyorum hayatımı bundan kazanıyorum bunundan iyi malzemeler alarak 7/24 resim yapma ortamını bundan sağlıyorum. Bu yaptıklarım bana ait.
  • S.Ö.: Türkiye’de sizin yolunuzdan gelen, tarzınızı uygulayan ressamlar var mı ?
  • Yaptığımız işleri tabi teknik olarak üslup olarak baktığımız zaman çok sayıda insanlar var. Benim bu çerçeve içerisinde naif resim çocuksu duyarlı resimler çerçevesinde değerlendirirsek çok büyük önemli insanlardır; Cihat Burak, Fahir Aksoy, Fatma Eğe, Yalçın Gökçebağ… Bu saydığım isimler ülkemizin sanat tarihinde derin çizgilerle yazılarak yer edecek insanlar. Bunların üsluplarına yakın ersimler yapan benim tarzıma yakında resimler yapan çok insan var. İbrahim balaban çok önemlidir. Resim yapmak isteyen çok sayıda insan olunca bunu ekonomiyle de düşününce bazıları da kim çok satıyor diyerek mesela bu tür çocuksu duyarlı naif tarza yakın insanların resimlerine öykünüp resim yapan çok insan var. Ben kimse şunu yapsın beni çok ilgilendirmiyor. Çünkü zaman çok az kendi işimiz zaten başımızdan aşkın. Bir de şöyle bir şey söyleyeyim bilirsiniz böyle her alana fikir yetiştiren bir sürü insan var otur kendi işini yap. Şimdi ben her zaman söylerim benim tek dersim şu kendi yaptığım işimin daha iyilerini yapmak. Bu dünya çok güzel yaşamımın karşılığını ödemeyi düşünüyorum çok iyi resimler yaparak. Bunlardan daha iyilerini yapmayı düşünüyorum. Öyle olunca da zaman yetmiyor. Enerjimi başka gereksiz şeylere harcamanın hiç anlamı yok. Ve ben çok değerli gördüğüm çok sayıda insan var ressam yazar çizer ama bütün herkesin çok rahatlıkla beni anlayabilmesi için ben bir cümle söyleyeceğim sadece Aşık Veysel’in Neşet Ertaş’ın paralelinde bu ülkede onlar müzik ozan çok önemli insanlar ressam olarak onların paralelinde yer alabilirsem ne mutlu bana. Tek istediğim o.
  • S.Ö.: Çok değerli bir eşiniz iki çocuğunuz var size destek oluyorlar mı? Ve çocuklarınızda da böyle bir yetenek var mı?
  •  Tabi ki destek oluyorlar. Ve evet onlarda da istek var. Ben lise terk olduğum için biraz ikisi de okulu sevmiyor herhalde ikisi de baba bizde okumayıp senin gibi olmak istiyoruz diyorlar.
  • S.Ö.: Çok şansılar bence.
  •  Ben de çok şanslıyım öyle çocuklarım olduğu için. İkisi de resme çok yetenekli her şeye çok yetenekliler. Bu dünyaya yararlı insan olabilmeleri için elimizden geleni yapıyoruz onlar için.
  • S.Ö.: Önünüzde ki projeler neler?
  •  Her yıl insanlara yaptıklarımızı göstermek için fuar yapıyoruz. Kitap fuarıyla birlikte oluyor kasımda açılacak. Geçen sen 650 bin kişi gezdi kitap fuarını oraya gelenlerin bazıları da resme geliyorlar resim bölümü de bayağı sayısı çok yüksek izleyenlerin biz tabi yaptıklarımızı insanlara göstermek istiyoruz. Her kesimden insanlar geliyor hiç kimse ayırt etmeden size ve resimlerinize bakıp sorular soruyorlar cevaplıyoruz, onlarla bildiğimiz her şeyi paylaşıyoruz. Fuarlara her yıl devam etmek istiyorum. Zamanımız bedenimiz yettikçe. Onun dışında değişik dönemlerde ben Amerika’ya gittim Amerika’da yaşadım. Orayla ilgili resimler yaptım. Başladığım büyük ebatlarda Amerika’yla ilgili New York’la ilgili resimler var, eğer onları bir gün tamamlarsak şu an sözü aldığımız üç eyalette sergi projemiz var ama resimlerin bitmesiyle ilgili. Önümdeki zamanı doğaçlama böyle aklıma estiği gibi yaşamayı isteyen planlayan biriyim. Uzun vadede tabi birtakım hayaller kuruyoruz. Şöyle yaparız böyle yaparız diye. Bu Amerika’da yapacağımız böyle bir sergilerimiz var resimlerimiz bittiği zaman süre belli değil ama bu sene geçince 2018’in mayıs ayında bir aksilik olmazsa Ankara’da bir sergi düşünüyoruz Serdar Kaya Beyle Valör sanat galerisinin sahibiyle. Elimizde büyük 2 m. X 4 m. aşağı  yukarı 15 e yakın resimlerimiz var. Onlarla Ankara’da büyük bir sergi planı var. Şimdilik gerçekleşme ihtimali büyük olanlar bunlar var. Bunların dışında yine kendimize göre resimlere başlıyoruz. Sürekli atölyemize gelen eş dost arkadaşlarımız resim alan insanlar onlarla zaten devinim sürekli devam ediyor. Yeni insanlarla tanışıyoruz. Atölyemize gelip gece 1 de, 2 de 3’te İstanbul’un trafiğinden dolayı biz çoğunlukla geceyi kullanıyoruz. Misafirlerimiz geliyor onlarla sürekli irtibattayız. Böyle keyifli bir ortamımız var.
  • S.Ö.: Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
  •  Yok(gülüyor). Çalışmak lazım. Bizim bi takım değimlerimiz var “Can havliyle çalışmak”, “Canı acıyan eşşek attan hızlı gider”, “Denize düşen yılana sarılır bunların altlarında çok önemli şeyler yatıyor”. Bence birtakım yerlere bizi de çağırıp konuşturmak istiyorlar ya da tanıdığımız birtakım ortamlarda bulunduğumuzda söylediğimiz şeyler… hiç unutmam lisede bir biyoloji hocamız vardı “çocuklar zaman çok önemli zamanı iyi değerlendirin” derdi. Gerçekten öyleymiş. İlkokul ortaokul lise çağlarındaki çocuklara şey diyorum şimdi hep büyümek istiyorsunuz acele bir şeylere sahip olmak istiyorsunuz 25 ile 50 yaş çabuk bitiyor aradaki o 25 sene çok hızlı akıyor. 50’sinde bir şeyleri kotardınız kotardınız hayatta 50’sinden sonra ya daha dik yokuş ya yokuş aşağı olur hayatınız zorlaşır o zaman ona göre davranın çok çalışın hayatın size keyif verecek şeylerine fazla dalmayın. Bizede hep derlerdi hep çalışın çalışın gözümüz hep sokakta oyundaydı bitmeyen bir şeydi tabi. Tabi enerjiniz onu kendinizi tanıyorsunuz yaptığınız oradaki oyunlarda spor bilmem şu bu felan ama hayat kısa ortaya çıkan şeylerin çok kısa sürede çıkmadığını öğrendik. Bir şeyler yaparak kendinizi ifade etmek istediğiniz resimde sanatın hangi dalında olursa olsun üslup oluşturmak tarz oluşturmak kolay değil. Bunu çok çalışarak kullandığınız malzemeleri çok iyi tanıyarak, zamanın kısa olduğunu buradan geriye baktığınız zaman 20li yaşlarda 40-50 gelir mi derken yaş oldu 56. Bir kere ruhsal dengeniz bir de bir şey yapıyorsunuz yaptığınız şeyin bir süreci var. Siz dünyada herkesten çok farklı olağan üstü bir yaratık değilsiniz herkesin 30 senede oluşturduğunu siz 3 günde oluşturacak öyle bir kapasite yok. Siz elinize bir tane saz alın ilk defa alın sazı elinize bir tele vurun kaydedin perdeleri gezerek çok değişik sesler bulun hepsini kaydedin 10 yıl çalışın. 10 yıl sonra tekrar kaydedin 20 yıl çalışın 20 yıl sonra tekrar kaydedin bakın ne farklı sesler duyacaksınız.  İlk sürdüğünüz renkle 10 sene 20 sene 30 sene sürdüğünüz renk birbirlerinden farklı. Ruhunuzdan içinizdeki enerjinizden üflüyorsunuz oraya. Bu tele ses verirken ruhunuzdan bir şeyler veriyorsunuz. Ruh içinizdeki enerjiden candan. Ağaçtan bir yaprağı kopardığınız zaman can geride kalıyor. Sizde bir can var oradan verirseniz bir şeyleri. Öyle bir iki dakikada renge can veremiyorsunuz sese can veremiyorsunuz.
  • S.Ö.: Nihat Behram’ın sizin için bir kitap yazmıştı, ne der büyük şair?
  • Onu da fuara geldiğinizde Nihat Abi ile konuşalım mı? Onun anlatması daha iyi olur?

Teşekkür ederek ayrılıyorum o sanat eserlerinin yaratıldığı atölyeden. Modanın deniz kokusu, yaşanmışlıklarla dolu sokakları, birbirine sadakatle yaslanan kocamış binalar…Moda aşk demek, sanat demek, ruhla bedenin birleştiği mekan, caddeler, sokaklar… Şehrin bu bölümü dinlenmeye çekilmiş yaşlı bir bilge gibi, dizine oturup yıllarca masallar dinleyebilirim. Moda’yı anlatan kelimeyi arıyorum, dilimin ucunda, neydi, ne…”Naif” kelime bu… Tıpkı sevgili Ressamımız; BAYRAM GÜMÜŞ’ün resimlerinde gördüğüm şey; BÜYÜK BİR KALABALIĞIN İÇİNDEKİ SESSİZ VAROLUŞ, KONUŞAN DİNGİNLİK, RESMİN YÜREĞİNİN YAŞAYAN BİR CANLI GİBİ GÜZEL BİR AHENKLE ATMAYA DEVAM EDİŞ…

 

 

PAYLAŞ
Önceki İçerikSARI ÇİZGİNİN ÖTESİNDE Kalanlara Birkaç Söz
Sonraki İçerikÇınar Ağacının Altında Toplanalım
Selda Önder
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil ve Moda Tasarımı lisans eğitimi alan Selda Önder, yine aynı üniversitede pedagojik formasyon eğitimi aldıktan sonra İsatanbul Arel Üniversitesi Moda ve Tekstil Tasarımı ana bilim dalında yüksek lisans yaptı. Çeşitli kolejlerde, resim, el işleri, ebru, tezhip, hat, seramik, görsel sanatlar ve moda tasarım öğretmenliği yaptı. Halen Bahçeşehir Yelpaze Dergisi'nde sanat editörlüğü yapmaktadır.