Refik Halid Karay’ın ‘Kirpinin Dedikleri’ Kitabında Alay

0
1623
Refik Halid Karay’ın 'Kirpinin Dedikleri' Kitabında Alay

Alay, toplum ve ya bireyin aksaklığıyla dalga geçmektir. Refik Halid Karay Kirpi adıyla toplumdaki aksaklıklarla alay etmektedir. Kirpinin Dedikleri kitabı da mizah ve ironi kullanımıyla önemli bir kitabıdır. Bu çalışmamızda, Kirpinin Dedikleri alay içermesi açısından incelenecektir.

“Bir zamanlar insanlar bir parçacık ironiyle servet kazanır, [1]aynı ironi kişinin diğer tüm zayıflıklarını kapatır ve dünyada onurlu bir kişi olarak yaşamasını sağlardı.”

  1. Siyasilerle Alay

Bilmece, Bildirmece yazısında Refik Halid, ve etrafındakiler teker teker bilmeceler sorar, etrafındakiler hep bir ağızdan cevap verirler. Sonra kime benzediklerini sorar. “Küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk” bilmecesine Maliye Nazırına benzetirler. “Yer altında babam başı” bilmecesine “Maarif!” diye cevap verirler. “Ağzı var, dili yok, nefesi var, canı yok; derisi var, kanı yok!” bilmecesine “Sultan Abdülhamid!” diye cevap verir. ”Alçacık dal, yemesi bal!” bilmecesine “Ayan tahsisatı!” diye cevap verirler. “Bir oğlum var, yüzü deriden, kulakları demirden, şunu bilir ve benzetirseniz size aferin…” bilmecesine “Def!” diye cevap verirler. Daha sonra “Bunu anlamayacak ne var? Kabineyi!” derler.

Birinci Nüshanın Meşhur Simaları yazısında “O gün ‘servet-i Fünun’un alt katı kalabalıktan bir ada vauru güvertesine dönmüş; sigara dumanından canlar köy kahvesi gibi işlenmiş, sıcaktan hokkalarda mürekkepler kahve telvesi halinde kurumuştu. Pek erkenden yarıyı bulan paketlere ‘Mai mukaddes’ çanakları gibi, temiz, kirli hayli eller uzanmış ve hasta, sağlam birçok ciğerler, tüter sobalar gibi dumanlarla boğuştuktan sonra başka menfez bulamayarak onları tekrar geriye fışkırmıştı. Şimdi havada, herkesin ta içerlerine sokulan bulutlar birbirleriyle karışıp etrafta imtizaç hasıl ederken davetliler eazımın vüruduna, nutukların suduruna intizaren ‘Vakfergiri tahayyül’ olmuştu.” der.

“Ve kapının önünde duran arabadan biri indi: Yandan bakarsanız Ahmet Mithat Efendi’nin zayıflığına, hani sopasıyla Babıali yokuşunda ada dövdüğü zamana benzetirsiniz.”

“Simasının heyeti umumiyesi ise zifte sokulmuş en kaba numara bir eski badana fırçasına benzer.”

“Derken ‘Susalım, susalım, nutuk var!’ diye bağrışmalar oldu: önüne cismi beşere istihale etmiş bir yunus balığı kafası halkı dalga gibi ayırarak meydana çıktı. ‘Bu kimdir, nedir!’ dedim. ‘Bir bedbahttır.’ dediler, ‘sabahları koca siyasi makaleler yazar da bir türlü ismini becerip imlaya getiremez ve yazıları altında tamamını göremez’’ Dört köşe vücuduyla o bir Mineva veya Asuriye kabinine benziyordu. Eline kadeh konyak aldı ve anlaşılmayan şeyde bir letafet vardır: alkışlandı, alkışlandı…”

“Sigarasını daima atacağı sigarasından yakar ve dünyanın en şık centilmen hırsızı ‘Arsen Lüpen’e o kadar benzer ki aktör Burhanettin onu taklit eder, fakat sirkat ettiği şeyler ne mücevher, ne de seccade, halı vesairedir, yalnız kadın mektuplarıdır; onları daima istinsah eder ve gazetelere gönderir, çok muziptir. Altın, cebinden çok dişlerinde vardır.

“Kışlık redingotları içinde terleyen, terbiyeli durmaya çalışarak kıpkırmızı olan, büfeye yaklaşmak için bin hileler düşünen elleri mendilli, dizkapakları sarkık, kunduraları tozlu bir ekseriyeti azime o günkü nüshayı açmışlar, resimli eserler üstünde kendilerinden geçmişlerdi. Baktım: Bilaistisna hepsi de kendi resimlerini, kendi imzalarını seyrediyor ve sonra başlarını yanındakilere çevirerek, mütebessim: ‘Fotoğrafınız ne iyi çıkmış, eseriniz ne nefis!’ diyordu.”

Senede Binbir Vergi yazısında, “Ekserisi ayan ve mebusanın ileri gelen vakur ve müşekkel azasıyla iri karınlı tüccarda olan bu zevat tabip muayenehanesinde nöbet bekleyen hastalar kadar yorgun ve mecalsiz görünüyordu; birbiriyle konuşmuyor ve kamaranın alacakaranlığı içinde bir sıraya dizilmiş, dolgun vücutları şişkin tüylü paltolarıyla, kümeslerinde tünekleyen baba hindiler gibi gözleri açık, adeta uyukluyordu.” demektedir.

Dertlerimizden Biri yazısında “Köprü  ile birleşip  İstanbul ahalisinin cebinde bozuk para namına ne varsa alıp götüren bir idare için bunlar masraf mı sanılır?”

Tahammülü Az Bir Adam yazısında, “Sonra büyük bir müsavatsızlık: Meşihat Çoluğa çocuğa maaş da verilir mi hiç! Diyor, rüus maaşlarını kaldırıyor, sallayanları birçok tahsisatla elektrik komiseri yapıyor: Maarif, mekteplerinde üst dudakları daha tüylenmeye vakit bulamayanları hoca yapıyor. Bu ham meyveler mide fesadına sebep olmaz mı hiç?” demektedir.

“Şimdi Avrupa’da bana bir Frenk sorsa: ‘Çrağan Kumbarahane’nin Babıali’nin yerine binalar yapıldı mı? Ben ne cevap vereyim? Bina değil, tahta perde yapılmadı.”

“Ben de pasaportumu alıp bankanın çekini cebime koysam ötesini dinlerdim!..”

Elli Bin Kişinin Mebusluğu’nda “Şimendiferler, vapurlar gibi bir de şuna biet almadan binebilsek ne ala olurdu!”

Ricale, Mesnet ve Mansıba Dair… yazısında “İspanya abu havasının, hususa ahu gözlü, ceylan bedenli nisvanının letafetiyle meşhur bir kıta imiş…” der.

  • Diğer İnsanlarla Alay

Arabacının derdi makalesinde arabacı arabaya binmez, yeminlidir. Nedeni yolculardır. Açıklama olarak şu cümleler geçmektedir: “Yollar, tramvay demirinden havadaki telgraf telleri yığınına, kanun çalgısına benzedi. Ot, ekmek pahasına çıktı; arpa, baklavadan pahalı; çeşmelerin suları hastalık var diye tıkalı… Hayvanların nalları üç günde silik mecidiyelerinize dönüyor! Sonra nizam, tarife! Laf olsun da… (Bağırarak) Hani bize bir örnek elbise giydirecektiniz; arabaları yeni yaptıracaktınız, o da laf! Kıyafetimiz korkuluktan beter! İskemleden atlarken elimle önüm mü arkamı mı örteyim şaşırıyorum; yağmur altında tente gibi ıslanıyorum… Nah işte, bindiğin arabanın süprüntü tenekesinden farkı ne? Dört tekerleği değil mi?”

“Maazallah, yanlışlıkla ağzında bir ‘Mektep’ veyahut ‘Maarif’ sözünü kaçırıverirsem, hiç şüphesiz, mahalle mektebinin hocasız kaldığından başlayarak Maarif Nazırının arabasında fotinlerini unuttuğuna kadar anlatacaktı.”

“Şurada Dürziler, burada Araplar, ötede Arnavutlar azmış, sorarsan etraf sütliman. (Ot torbasını silker, sonra gider atların başından tutar, kamçılamaya başlar) Bağrım yanıyor be!”


[1] Kierkegaard, Soren, Çev: Sıla Okur, İroni Kavramı, İmge Kitabevi, Nisan 2009

Teşebbüsü Şahsi mi? Heyhat! yazısında,” Burada manın başına yan geçip oturunca emir kolaydır, tüccar ol, arpa ek, Amerika’ya git. Yok, yoğurt sat, at cambazhanesi aç! Nasihat dedin mi, bin tane… Sırtım pek, karnım tok; cebim dolu olduktan sonra ben de söylerim; ben de yan geçer, sigaramı tellendirir, altın kösteğimi elimde çevirerek, gözlüğümün arkasından şöyle bir bakar, (Taklidimi yapar) ‘Teşebbüsü şahsi denilen bir şey vardır, her tarafa başvurmalı, çalışmalı!’ derim.”

“Artık kendi kendime kanaatim vardı: ‘Hiç şüphesiz,’ diyordum; ‘çiftçilik beni geçindirir, şirketler açılır; ziraat terakki eder, ben de zengin ve meşhur olurum!’ Fakat günün birinde kaba bir zarf gelir, açarım iki martin kurşunu, kağıt üzerinde bir kanlı pençe! Hayret’ Acaba bu da nedir? Ararım, sorarım… Derler ki Çakırcalı’nın vergisi… Durmaya gelmez; üç dört bin lira göndermeli! Bari hükümet de vergi senetlerinin üzerine böyle bir kanlı pençe, yahut bir darağacı resmi koysa da tesiri kati olsa… Geceleri etrafta silah sesleri, arazim dahilinde hayvan hırsızlığı; bir günün içinde ovada buğday tarlaları, köyde değirmen, dağda keçi ağılı cayır cayır yanmış! Aman derim, zaman derim; çare yok! Bir hafta geçince bir kanlı pençe daha, bunun boğazıma sarılması yakın; artık tabii durmaya gelmez; yürük bir atın sırtına binince doğru kasabaya, oradan İzmir’e, İzmir’den İstanbul’a…”

“Neden sonra, o silahçılık, gazetecilik, çiftçilik ve memuriyet hayatını tekrar yaşar gibi ellerini havalandırıp, omuzlarını oynatıp, kesik kesik sesler çıkarttıktan sonra pek hafiften, dua eder gibi kırk elli defa ‘Teşebbüsü şahsi! Teşebbüsü şahsi!” diye söylendi ve sonra

kafesteki kanaryamı ürküten bir can kopartıcı sada ile haykırdı: Teşebbüsü şahsi mi? Heyhat!”

Vergiyi Nasıl Toplarlar? yazısında, bir arkadaşına  “Öyleyse gel, mahkemeleri dinleyelim, eğleniriz!” demektedir.

Acaba Deli Miydi? başlığında geçtiği gibi yazının son cümlesi “Acaba deli miydi?”dir.

Akıllı Bu Muydu? yazısında Refik Halid, “Mesela köprü parası vermemeliymiş… Neden? Sorarım size neden? Sanki kayığa binsen bedava mı geçeceksin, yoksa kılıç balığı gibi yüzecek misin, martı gibi uçacak mısın? İyi kötü, ayağımız erişmeden sallanmadan, akıntıya kapılmadan karadan karaya adım atıyoruz… Niçin para vermeyelim, lokantada bedava mı karın doyuruyoruz, tramvayda bilet almıyor muyuz? Bununla onun farkı ne?”

Kafilei Seyyahin yazısında, “Palto giymiş, hiç eşyası yok, arkadaşını teşvie gelmiş bir sarraf çırağı kadar baston ve şemsiye kullanmamaya alışmış bir yolcu boynundan sarkan, dürbün, fotoğraf, tuvalet takımı kayışlarıyla, koşumunu koparmış başarı bir midilliye benzeyen gayet şık bir gence sordu:

‘Kamaraya lüzum var mı? Akşama varacağız…’ “ der.

“Meğer bunlar domuz etinin karışabilmesi melhuz olan taamlara el sürmemeye ahitli sebattkar zatlarmış; bütün seyahat nafakalarını, hatta sularını bile beraber götürüyorlarmış.

İnce Eler, Sık Dokur Bir Adam yazısında “Asla, beyefendi, asla, zehabınızı istirham ederim… Bir defa bugünkü tenezzühünden duyduğu zevk yerine ruhunu acı bir melal kaplayacak, gözleri yaşla dolacak ve ilk hareketi evine gidince validesine karşı isyan etmek olacak… İşte ikinci kabahatiniz: Bir genç kızın validesine karşı asi olmasına sebebiyet vermek!”

“Peki ama ne diye isyan edecek?”

“Ne diye mi? Bunda anlayamayacak keşfedemeyecek ne var? Yeni iskarpinlerim yok diye, almıyorsunuz diye…”

Aşçılık, Ağalık, Lalalık ve Meşrutiyet yazısında “Keskin bakışlı, avcı gözlü zatlarsınız. Gözlüğe, dürbüne ne hacet, bir bakışta cihanı temaşa etmek hassası size Allah vergisi” diye eskisi gibi tekapu etsin. Bu gülünç manzarayı seyreder, köşemde kıs kıs gülerim.

Göz ile Görünmez, El ile Tutulmaz Bir Kumaş yazısında, Kral çıplak olduğu halde herkesin ne kadar latif bir kumaş olduğunu söylediğini anlatır. Bu bir Hint masalıdır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Refik Halid Karay’ın eserlerinde alay çok önemlidir. Bu konuda yapılacak çalışmalar bizi yeni bilgilere ulaştıracaktır.

KAYNAKÇA

KARAY, Refik Halid, Kirpinin Dedikleri, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2009

GÜÇBİLMEZ, Beliz, Absürd Tiyatroda İroni, Tiyatro Araştırmaları Dergisi, S: 15, 2003, 96-137.

GÜÇBİLMEZ, Beliz, Antik Yunan Tiyatrosu’nda İroni, Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölüm Dergisi, S: 2, 2003

BALCI, Yunus, Tragic Irny On Tanpinar’s Novelization, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, Ocak-Haziran, 2017.

TEKDEMİR DÖKEROĞLU, Özlem, İroni ve Metafor Üzerinden Sarsılan İmge Olarak Sanat Yapıtına Bakış, I. Uluslar arası Eğitim ve Sosyal Bilimlerde Yeni Ufuklar Kongresi Bildiriler Kitabı, 9-11 Nisan 2018, İstanbul.

NARLI, Mehmet, Ömer Seyfettin’den Cemal Şakar’a Öykü ve İroni, Gökkubbe, İstanbul 2007.

ARMAĞAN, Burak, Şairin İronik Tasavvuru: Şair Evlenmesi, Cur Res Sci, S: 3, 2017

COŞKUN, Betül, Adalet Ağaoğlu’nun Hikayelerinde Bir Eleştiri Vasıtası Olarak İroni, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, D: 49, 2013

AKYÜZ, Yakup , Aristophanes’in Eserlerinde Siyasal İroni ve Barış, Temaşa, Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, 137-160

KIERKEGAARD, Soren, Çev: Sıla Okur, İroni Kavramı, İmge Kitabevi, Nisan 2009

PAYLAŞ
Önceki İçerikGorgon Dergisi’nin 6. Sayısı Yayımlandı
Sonraki İçerikŞubat Ayının Son Konseri Caddebostan Kültür Merkezi’nde…
Dilara Pınar Arıç
26 Mayıs 1990'da İstanbul'da doğdu. Lisans öğrenimini Fatih Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı'nda burslu olarak gördü. Yüksek lisans çalışmasını Trakya Üniversitesi'nde Sünbülî Sinan'ın Menasik-i Hac adlı eseri üzerine tamamladı. İngilizce, İspanyolca bilmektedir. İnsomnia'nın Saati ve Gülümse Hayata adlı iki kitabı vardır.