Sabah kalktı.
Saatine baktı.
Saat 10:11’i göstermekteydi.
Yatağını dağınık bıraktı.
Bir kahve hazırladı.
Kahveyi içti.
Sessizcesine açtığı kahve paketini çöpe attı.
Sıkılmıştı.
Duygusuz duygulu kavramını düşündü.
Beş duyu organını etkin şekilde kullanmak için kişisel gelişim kitaplarından birini okumaya koyuldu.
“Kendini dinle.”
“Şunu tekrar et: Ben başarılıyım.”
Tekrar ettin de ne oldu?
“Evet, haklısın.”
“Başarısızlığımızı kabullenmemek için kişisel gelişime sarılıyoruz.”
Öyle.
Amacı olmayan kişisel gelişim kendini üstün görmekten başka fayda sağlamıyor.
Ancak kişisel gelişimde önce amaç belirlenmeli.
Ne için kendimi geliştirmeliyim?
Bu soruyu kendi kendine sormalı.
“Ne güzel söyledin.”
Yaşam koçu olduğumdan dolayı olabilir.
“Evet. Bu meslek tam sana göre.”
“Yaz yazabildiğin kadar.”
Yazıyorum bunları.
Ancak okunacak mı bilmiyorum bile.
Fakat yazıyorum.
Yazdıklarım bir gün beni boğacak.
Sevgi boğuşu.
Sevgi nedir sence?
“Sevgi neydi? Sevgi emekti.”
Selvi Boylum sen ne güzelsin.
“Aferin. Hatırladın bak.”
Kahvaltı yapmayı sevmezdi.
Kahvaltısı bir adet yumurta ve birkaç dilim peynirdi.
Çayı ise çok içerdi.
“Kafeinmanım ben.”
Aferin. Öyle devam et.
Uykusuz gecelerin olsun.
“Uyuyabiliyorum. Artık etki etmiyor. Bünyem alıştı galiba.”
Haklısın.
Bir süre sonra bünye alışmaya başlıyor ve etkileşim olmuyor.
“Aradığım ne varsa hepsi kül oldu.”
Ne oldu?
“Kül.”
Sezer Ateş Ayvaz’ın Küllenmiş Bir Kuşu Yakalamak kitabı aklıma geldi bir anda.
“Neden?”
Neden mi?
Kül dedin ya.
“Peki ya, Angela’nın Külleri?”
Oo, onu unutmuştum bak.
Aklıma getirdiğin için sağol.
Angela’nın Külleri beni çok etkilemişti.
“Biliyorum. Ondan söyledim zaten.”
Yazmak isteyen insan onu okumalı.
Bir yazarın ortaya çıkma mücadelesi de denilebilir.
Aradığın her şey kül olur bir süre sonra.
Her şey değişir.
Değişmeyen tek şey değişimdir.
“Bunu kim söylüyordu?”
Unuttum.
Bir Google amcaya soralım.
İnterneti açtı.
Bilgisayarının kapağını açtı.
Google’a yazdı.
“Heraktilos’un sözüymüş.”
Aferin.
İnternet olmasa ne yapardın sen?
Yazmak yazmak yazmak…
İşte bütün mesele bu.
Yazdığım her şey bir gün beni boğacak.
Kendime delilik atfediyorum bir nevi.
Bir Delinin Hatıra Defteri’nden yansımalar adeta.
Aynayla hiç barışamadım.
Aynalar yolumu kesti.
Hep ilerlemek istedim.
Aynalar yolumu kesti.
Hep koşmak istedim. Koşamadım.
Ancak yürüyebildim.
Adımlarım sert olmalıydı.
Hissettirmeden yavaşça ama sert.
Aynalar yolumu kesti.
Öz benliğimden kustum kafatasımı.
“Necip Fazıl ha?”
Evet.
“Ben de severim.”
Mezarını ziyaret ettiğimde toprağını yüzüme sürdüm onun gibi olmak için.
Aynı gün doğmuşuz.
O yüzden ona farklı bir ihtimam gösteriyorum.
Kişiliğimiz de benziyor.
Düşünce mahkumuyuz biz.
Bizlerin düşünmekten başka çaresi yok.
“Kişisel gelişim diyordun.”
Evet, kişisel gelişim amaç iyi belirlenmedikten sonra, öldürücü bir zehre dönüşüyor.
“Haklısın, her şeyin bir zamanı ayrıca. Birden aklıma geldi.”
Zaman nedir sence?
Algıladığımız gibi midir, herkes için aynı mıdır?
“Hayır. Aynı değil.”
“Zamanı biz uyduruyoruz.”
Eline sigara paketi aldı.
Sigarayı eline alıp yaktı.
“Entelektüel olmanın şartı sigara mıdır?”
Hayır, bu sadece bir alışkanlık ve rahatlatıcı bir hareket.
Sigarayı ben sevmem. Kullanmam da.
“Ben de alışkanlık olduğu için içiyorum.”
Sigarayı ağzına götürdü.
Usulca nefesini verdi.
Ağzından dumanlar yükseldi.
Aradığı her neyse, düşünceliydi.
Ne düşündüğünü soramadım.
Ancak, bekledim. Açıklama yapar diye.
Sigarayı tekrar ağzına götürdü.
Nefesini verdi.
Ağzından dumanlar yükseldi.
Düşüncesini sormaya karar verdim.
Ve sordum.
“Biz gerçekten de düşünce mahkumuyuz.”
“Aradığımız sadece doğruyu bulmak.”
“Bulamadığımız şeyse yol.”
“Yol yöntem bilmeden yola çıkıyoruz. Pişkin pişkin sırıtan akıl hocalarından mıyız bilmem. Mentor olmadığım kesin.”
Koçluk daha iyi.
Neden?
Çünkü, bir amaca ulaşmanın tek değildir.
“Haklısın.”
İnsan sayısında yol ve yöntem vardır.
Elindeki sigarayı son kez ağzına götürdü.
Sonra kül tablasına götürerek söndürdü.
Odada şöyle bir dolaştı.
Eline bir kalem aldı.
Yazacak oldu.
Yazamadı.
Yazdıklarını kimse okumayacaktı.
Entelektüel olmanın dayanılmaz hafifliğini hissetti anında.
Aşk nedir diye sordu kendine.
Cevap alamadı.
Aşk, bana sorarsan eksik parçanı bulmaktır.
“Platon ha?”
Evet, Platon bana göre doğru söylemiş.
Eksik olduğumuz taraflarımızı dolduran kişilere bağlanırız.
Onlardan kopmak zor gelir.
Aradığımız o eksik tarafımızdır.
Eksik olan parçamızı bulduğumuzda o kişiye yönelir, tüm benliğiyle birbirimize bağ kurar, aşık olduğumuzu kendimize itiraf ederiz.
Aşk eksikliğini başkasında bulmaktır.
“Doğru gibi göründü bana.”
“Eksik oldukça başlanıyoruz.”
Bazılarımızın hiç evlenmemesi bu eksiliği görmemeleri.
Tamamlanmamış puzzle gibi insan ruhu ve bedeni.
Eksiklikler tamamlandıkça kendini bulabilirsin.
Kendini tanıdıkça başkalarına da senin var olduğunu hissettirebilirsin.
Aşk kavramı aslında, yok olmayla benzeşir.
Eksik yanlarını tamamlarken, o kişide yok olur, bütünleşirsin.
Aşk, Allah’a verildiğinde, eksik yanların da en güzel şekilde tamamlanır.
Bazı insanların evlenmeme durumu bu yüzdendir.
Allah aşkı ön plandaysa, başka sevgiye ihtiyaç duymaz.
“Çok doğru söyledin.”
“Peki, benim eksik parçam kimde?”
“Bu soruyu kendime her gün soruyorum.”
Kendini keşfettiğinde ve kendini tanıdığında bunu fark edeceksin.
Benliğindeki eksik yanları doğru kanalize yoluyla doldurmaya çalış.
Ve kendini tanı.
Pencereyi açtı.
Dışarıdaki güzel havayı içine çekti.
Havayla, suyla, toprakla ve ateşle insan iyileşirdi.
Çünkü, insanın dört unsurla bir bağı vardır.
Havayı içine çeker, suyla yıkanır, toprağa basar, ateşe bakar.
Ve bunlar insanı iyileştirir.
“Doğru söyledin.”
“Hiç böyle düşünmemiştim.”
İnsan dört elementi içinde barındırır.
Dört elementten de yarar sağlaması bu yüzdendir.
“Keşke yazabilsem.”
“Bunalım doluyum.”
“Yazsam rahatlayacağım.”
Sait Faik aklıma geldi.
“Yazmasaydım çıldıracaktım.”
“Bir yazar yazmazsa çıldırır.”
“Bir spiker konuşmazsa çıldırır.”
“Her mesleğin bir yansımasıdır bu.”
Kalemlerimiz bizim hayatımız boyunca olmalıdır.
Kalem bize emanet.
Kullanmazsan senden kaçar gider.
“Ve insana kalemle yazmayı öğretti.”
Odada şöyle bir dolaştı.
Dışarı çıkmak istemiyordu.
Korkmuyordu.
Ancak dışarı çıkarsa kaybolacağını düşünüyordu.
Tutunamamak, onu mutlu kılıyordu.
Tutunsa dahi değişmeyeceğini biliyordu.
Tutunamamak onun kaderiydi.
“Özledim seni düştüm yollara.” şarkısını mırıldandı.
“Şarkılar senin için önemli.”
Evet, bu konuda birkaç makale yazdım.
Hatta makalem yayımlandı.
“Bu konuda uzmansın anlaşılan.”
Evet, kendimi daha da geliştirmeye gayret gösteriyorum.
Tutunmak için değil.
Tutunamamak için.
Tutunamamak benim kaderim.
Kafatasım bunun için var.
Beynimi kusacağım anı sabırla bekliyorum.
Düşünmek, düşünmek, düşünmek…
Yazmak, yazmak, yazmak…
Sürekli bir sirkülasyon söz konusu.
Düşünürken yazmak, yazarken düşünmek.
Aynı değil mi?
Düşündükçe yazar insan.
Yazar insan düşünür.
Düşünce yazmakla eş değerde.
Derin bir nefes aldı.
“Rahatladım bir an.”
Rahatlatır dememiş miydim?
“Evet, dedin.”
İnsan dört unsurla da rahatlar.
Ne olduğunu söyledik.
Birden eski kız arkadaşı aklına geldi.
Özlediğini hissetti.
O çok kitap okuyan biriydi.
Entelektüel açıdan ileri seviyedeydi.
Onunla ne güzel tartışmalar yapardı.
Kafede içtiği çayların haddi hesabı yoktu.
Kız, koyu kahve, uzun saçları, badem rengi gözleri, hafif buğday teniyle gözlerin çevrileceği kadar güzeldi.
Onu ilk gördüğü an, bir kitapçıda gerçekleşti.
Edebi dergilere bakarken, birden onu görmüştü.
Üzerinde siyah boğazlı bir kazak, altındaysa kırmızı kloş etek, ayakkabı olarak ise siyah bot vardı.
Onunla geçen zamanları unutamadı.
Onu ilk öpüşü, hiç aklından çıkmamıştı.
Hele Kafka okumaları, tartışmaları onun hiç unutamadığı anlardandı.
Şimdi bir fotoğrafta gizli kaldı aşkı.
Onun parçaları tamamlanmamıştı.
Yeni aşkı bekliyor ancak doğru kişiyi bulmaktan korkuyordu.
Çünkü hayatı, bir kahve çekirdeği ve sigara dumanında saklıydı.
Tutunamayan insan, doğru insanı bulduğunda ne yapardı?
Kaçar mıydı?
Yoksa peşinden koşar mıydı?
Bunu hiçbir zaman bilemeyecekti.
Kitaplar arasında dolaşırken, birden gözüne Kafka’nın Dönüşüm’ü gözüne takıldı.
Kafka onun için çok şey ifade ediyordu.
Halk içinde bir böcek kadar değeri yoktu.
Yazamıyordu.
Yazsaydı belki bir böcekten insana dönüşecekti.
Jane Austen’ın Emma kitabı gözüne çarptı.
Emma gururlu bir insandı ve doğru insanı bulmuştu.
Peki, onun için doğru insan kimdi?
Tamamlanmamış puzzle önünde bekliyordu.
Eski kız arkadaşını hatırlasa da, onun doğru insan olmadığını düşünüyordu.
Emma doğru insanı bulmuştu.
Peki ya kendisi?
Daha dışarı bile çıkamıyordu.
Aşk onun için kahve ve sigaraydı.
Ve itaplar arasında geçen ömrü, onu bu bağımlılığa götürdü.
Kahve ve sigara boşluğunu doldurmuştu.
Herkesin bir bağımlılığı vardı.
Onun için kahve ve sigarayken, benim içinse yazmaktı.
“Beni çok güzel tanıttın. Teşekkür ederim.”
“Beni artık sigara bağımlısı olarak tanıyorlar.”
Gülümsedim.
Doğru değil mi?
“Doğru ama eksik.”
“Eskiden yazardım. Şimdi ise sadece okuyorum.”
Eline bir sigara daha aldı.
Yakmak için çakmağını kullandı.
Ağzına götürmeye başladı.
Pencereden bakarken telefonla konuşan bir kadın ve ardından bir köpek geçti.
Konuşmalarına dikkat etmedi.
Ne söylediğine bakmaz, nasıl söylediğine bakardı.
Kişisel gelişim kitaplarına karşıydı.
Aslında gelişim denilen şey kişisel gelişim programlarıyla değil, problem çözme ve iletişim yöntemleriyle çözülebilirdi.
Kahve ve sigara onun günün yarısını teşkil etmekteydi.
Diğer yarısı ise kitaplar ve uykuydu.
Günde yedi saat uyumayı adet haline getirirdi.
Daha sonraki beş saati okumakla geçerdi.
Daha sonra o kitaplardan not alıp bunları yazmak üzere saklardı.
Ancak söylediğim gibi, yazamıyordu.
Belki tüm çılgınlığının sebebi buydu.
Gazetede yazdığı yazıları büyük bir özenle saklamıştı.
Şimdi yazabilseydi yazacaktı.
Aslında çok doluydu.
Anlatacak çok şeyi vardı.
Her şey eski arkadaşının resminde saklıydı.
Anlatabilse anlatacaktı.
Fakat yazamadı.