19.yy’da Pera, Osmanlı başkenti İstanbul’un Avrupalı yüzünü temsil etmekteydi. Sanayi Devrimi’nin etkisi Osmanlı’ya Batı’dakinden çok daha geç ulaşmış ve özellikle Hicaz’a kadar ulaşan demiryolları vasıtasıyla Osmanlı devleti Batı dünyasına entegre olmaya
başlamıştı. Bu dönemde “modernleşme” kavramının Osmanlı’daki karşılığı yaygın biçimde “batılılaşma” olarak algılanmıştır, hatta öyledir ki Osmanlı modernleşmesi, batılılaşma
kavramıyla birebir örtüşür. Pera; Galata’daki tünel hattıyla, Cadde-i Kebir’deki (İstiklal Caddesi’nin eski adı) “lüküs” mağazalarıyla, dönemin alışveriş merkezleri sayılabilecek pasajları, taratorları (tiyatroları), sefirlikleri (elçilikleri), otelleri, café ve batılı eğitim
kurumlarıyla hareketli bir sosyal yaşantıya sahipti.
Bugün İstiklal Caddesi’nde yürürken tarihi binaların oluşturduğu estetik doku ve caddenin kaotik ruhu aslında bizlere bir hikâye anlatmaya çalışır. Zaman zaman kimi binalar bizlerle konuşur, üzerlerinde yüz yıl önce yaşamış kıymetli mimarların isimleri gözümüze ilişir bazen. Çoğu zaman bu isimler bizlere yabancı gelir, Beyoğlu’nun bize bu kadar tanıdık geliyor olmasına rağmen. Oysa onlar bu şehri inşa edenlerdir, birçoğumuzdan daha buralıdırlar. Onların adları bu şehrin binalarına kazınmıştır çoğu zaman. Aslında binaları dinleyebilirsek onları da tanımaya başlayabiliriz. Aşklarını, hüzünlerini, başarıları sonrasında duydukları mutluluklarını, arkadaşlıklarını veya kıskançlıklarını tanırız belki de… Eğer
sadece bakarsak eskinin can çekişen asaletini görebiliriz binalarda. Ama şehri duymaya başlarsak bize anlatacağı çok şey olabilir.
Pera’daki iki apartmana, Aram ve Isac Caracach kardeşlerin isimleri kazınmıştır. Bu iki Ermeni mimar, 1903-1912 yılları arasında birlikte en güzel işlerini çıkarmışlardır. 1 Art Nouveau stilinde inşa ettikleri binaları bugün hala tüm zarafetleriyle ayakta durmaktadırlar.
Art Nouveau akımı endüstrileşmenin getirdiği “bayağı” zevke karşı çıkar ve mimarlar bezemeci anlayışlarıyla klasik üsluplara öykünürler. Bitkisel motifler ve organik formların
kullanımı, Art Nouveu mimarinin en belirgin özelliğidir. Aslında bir bakıma klasik mimariden tamamen kopamayıp, modern mimariye geçme arzusu duymaktır. Bu açıdan Art Nouveau
mimariyi bir geçiş dönemi akımı olarak da düşünebiliriz. Bununla birlikte dünya üzerinde çok farklı coğrafyalarda bu sanat akımının izlerini görmek mümkündür. Art Nouveau mimari
batılılaşan İstanbul’un da adeta modası haline gelir. Caracachlar da bu akımın temsilcileri olmuşlar ve inşa ettikleri binalarda Art Nouveau stilini tercih etmişlerdir.
Caracachların 1900’lü yılların başında birlikte inşa ettikleri iki apartmandan birisi Ragıp Paşa Apartmanı’dır. Mabeyinci Ragıp Paşa tarafından yaptırılan apartman, Cadde-i Kebir üzerinde, 40 numarada yer alan bir köşe binasıdır. Zemin katı mağaza, üst katları ise konut olmak üzere toplam beş katlı olarak tasarlanmıştır. Yapı malzemesi tuğla üzeri taş kaplamadır. Binanın tüm cephelerinde bulunan açıklıkların etraflarında Art Nouveau akımının organik formları ve stilize bitkisel motifleri göze çarpar. Ne yazık ki yapıya sonradan inşa edilen eklenti ve yapılan müdahaleler, tabelalar, ilanlar ve asılı ürünler; yapının zarif ve şık görüntüsünü bozmaktadırlar.
Aram ve Isac Caracah’ın tahminen aynı tarihlerde inşa ettikleri diğer önemli eser, Kurabiye Sokak, 24 numarada yer alan Ferah Apartmanı’dır. Charles E. Goad tarafından 1904-1906 yılları arasında üç ciltte yayımlanan “Plan d’Assurance de Constantinople”de, binanın bulunduğu yerde Martin Apartmanı (eski ismi olabilir) ve Sırbistan Elçiliği olduğu anlaşılmaktadır.[1] Tıpkı Ragıp Paşa Apartmanı gibi, bir köşe binasıdır. Yapının tüm cepheleri oldukça gösterişlidir. Her cephede, stilize bitkisel motifler ve Art Nouveau akımının organik formları göze çarpar. Tarlabaşı Bulvarı’yla, Kurabiye Sokak’ın kot farkından yararlanılarak, Mis Sokak’a bakan cephenin en alt katı dükkân sırası olarak değerlendirilmiştir. Dükkân sırasının bulunduğu katla birlikte bina yedi katlıdır. Binanın cephelerini hareketlendiren diğer önemli unsurlar, yatay ve dikey silmelerdir. Dikey silmeler ve bitkisel motifler adeta birer pilastr ve pilastr başlığı izlenimi verir. Yani bir açıdan da Neo-Klasik mimariye göz kırpar. Ancak unutulmamalıdır ki bu plastik öğelerin tümü Art Nouveu mimari özellikleri göstermektedir.
Binadaki fransız balkonların korkuluklarındaki metal işçiliği dönemi içerisinde oldukça popülerdir. Korkuluklarda bulunan Art Nouveau stilindeki çiçek kabartmaları oldukça hasar görmüş durumdadır. Metal oldukları için, muhtemelen doğal koşullara bağlı olarak tahribata uğramış ve bazıları da tamamen düşmüştür.
Sanayi Devrimi sonrası söz konusu korkuluklarda olduğu gibi, binalarda demirin kullanımı oldukça yaygınlaşmış ve Art Nouveau akımı içerisinde de sıkça kendisine yer bulmuştur. Bununla birlikte Osmanlı’da Sanayi Devrimi’nin etkileri oldukça kısıtlı alanlarda yaşanmış, İngiltere’deki kadar büyük bir sanayi işçisi sınıf oluşmamıştır. İstanbul, imparatorluğun en kalabalık şehri olması sebebiyle, şehrin çevresindeki sayfiye yerleri zamanla önem kazanmış ve halk da sıkça şehrin kargaşasından doğaya kaçmaya başlamıştır. Art Nouveau akımı da İstanbul için bu “doğaya kaçış” kavramının mimarideki göstergelerinden birisi olabilir. Bununla birlikte 19. yy İstanbul’unun, Londra kadar kirli ve konforsuz bir atmosferi olmadığını da belirtmek gerekir. Zira Londra, ağır sanayileşmenin getirdiği dezavantajlarla boğuşan bir şehirdir fakat aynı durum İstanbul için söz konusu değildir. İstanbul’un karmaşası daha çok hareketli ticaret hayatından kaynaklanmaktadır. Sanayi üretimi, ticaretten daha geri plandadır. Art Nouveau akımı bu açıdan “doğaya kaçış” kavramıyla ilişkilendirilebileceği gibi, dönemin mimari modası olmasıyla da değerlendirilebilir. Caracach kardeşlerin inşa ettikleri Art Nouveau binalar bizlere bir 19. yy kentinin hikâyesini anlatırlar. Ancak şu soruyu da mutlaka sormamız gerekir; 19. yy’da İstanbulluların sosyal hayatları ve mimarideki üslup arayışı arasında gerçekten bir bağ var mıdır? Yoksa bu üslup seçimi bizlere yalnızca geçici bir heves ve modaya uyma kaygısını mı gösterir? Her iki koşulda da binalara sadece bakmak yetmez! Onlar bir 19. yy kentinin somut delilleridirler. Bu delilleri incelemek, çıkarımlarda bulunmak ve gerekiyorsa gerçekten de kulağımızı duvarlarına dayayıp dinlemek bizleri “İstanbul” isimli bir hikâyenin derinliklerine sürükleyecektir…
Dipnotlar: